6 Eylül 2019 tarihinde yayınlanmıştır.
Seyyid Ahmed er-Rıfâî Kaddesellahu Sırrahu'l-Âlî Hazretleri buyuruyorlar ki :
Himmetlerin en yücesi kalbi Allah'a yaklaştırmakdır. İşte bu, dâimî zikir ile huzûra ulaştıran geçit ve velâyet merdivenidir. Velâyet, rütbelerin en yücesidir. Nübüvvetden sonra en yüksek makâmdır. Çünkü evliyâ ve sıddîkların resûller ve nebîler mertebesine çıkmalarına imkân yokdur. Zîrâ o mertebeye çalışmakla ulaşılamaz. Nitekim Allahu Teâlâ, "وَالَّذ۪ينَ جَاهَدُوا ف۪ينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَاۜ وَاِنَّ اللّٰهَ لَمَعَ الْمُحْسِن۪ينَ Bizim uğrumuzda cihâd edenleri, elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz, muhakkak ki Allah, muhsinlerle berâberdir" buyurmakdadır. Ayrıca Nebî aleyhisselâm da "من عمل بما يعلم ورثه الله علم ما لم يعلم Kim bildikleri ile amel ederse, Allah ona bilmediklerini öğretir" buyurmuşdur. Kul, kâmil velâyet makâmına ancak aklı tam, himmeti yüce, sıdkı kâmil, fiillerinde ve sözlerinde Resûlullah'a bağlılığı tam olursa ulaşabilir. Çünkü velâyet mertebesi, Resûlullah'a niyâbet makâmıdır.
Kişinin kemâl sâhibi olabilmesi için, mülhid ve zındıkların bütün şübhelerini anlaması, onların terk ve ihmâline karşı îmânının güçlü olması, onlara karşı Muhammedî hikmetin delîllerini ve şer'î hüccetleri getirmeye muktedir olması gerekir. Hattâ o kişi, hırsızların, sarhoşların, zâlimlerin, yol kesicilerin, hîle ve gadr ehlinin hâllerini ve onları bu işlere sevk eden hususları ve yaptıklarının ne derece şuurunda olduklarını bilinceye kadar, kemâle eremez. Öyle ki, bu hususların hiçbirisi kendisine gizli kalmayıp, hepsini birden ihâta edebilmelidir. Bu hususları çok iyi bilmeli ki, bu musîbetlere giriftâr olan nefs-i emmare sâhiblerini kurtarmaya muktedir olsun ve böylece irşâd makâmında Nebiyy-i Ekrem'e nâib olabilsin. Çünkü Resulullah sallallahu aleyhi vesellem, kendisinin sakındığı bütün huylardan mutlakâ ümmetini de sakındırmış, benimsediği bütün güzel davranışları da ümmetine de tavsiye etmişdir. Kişi, ayıplanmış ve zemmedilmiş olan her şeyin hükmünü bütünüyle bilip kavramadıkça kemâle eremez. Çünkü kendisini onlardan sakındırdığı gibi başkalarını da sakındırabilmesi gerekir. Öyleyse sakındırdığı şeyin ne olduğunu gâyet iyi bilmesi gerekir.
Kemâl mertebede bulunan kişinin, insanları hikmetle ve güzel öğütle güzelliklere yaklaştırması lâzımdır. Cenâb-ı Hakk'ın Seyyidü'l-Kâinât hakkındaki "ادْعُ إِلِى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُم بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücâdele et" emriyle amel edebilmesi için güzel olan her şeyin hikmetini de bilmesi gerekir.
Kişinin kemâl sâhibi olabilmesi için dünyâ ehlinden tüccarların, hâkimlerin, vâlilerin, idârecilerin ve zühd sahibi gibi görünmekle beraber süflî tabaka içinde bulunan bir takım kimselerin tuttukları yolları da bilmesi ve onları da tamâmen ihata etmesi gerekir. Kemâl sâhibi kimse, dünyâ mülk olarak kendisine verilse, sonra da yerle bir oluncaya kadar tahrîb edilerek kırılıp dökülse veya elinden alınsa, buna hiç önem vermez. O, Allah'a îmânı ve Allah'dan gayrısından müstağnî olması sebebiyle buna üzülmez. Kemâle erne kişi, dünyânın ve dünyâ ehlinin yularından kurtulmakla ferah ve serbest olur. Gerçek hikmet, Allah'dan uzaklaşanların Allah'a yakınlaşması, Allah'dan kaçanların Hakk'a dönüşü ve gâfillerin uyanmasıyla elde edilir.
Kişi, muhtelif tabakalardaki insanlara ârız olan âfetleri ihâta etmedikçe kemâle eremez. Böylece o kişi, zenginliğin tuğyâna ve gurûra sebeb olduğunu, insanların en zengininden daha iyi bilir, fakîrliğin de zillet ve meskenete düşürdüğünü, insanların en fakirinden daha iyi bilir. Yine o kişi, hastalığın gönül darlığına ve acziyete sebeb olduğunu, insanların en hastasından daha iyi bilir, âfiyetin de tekebbür ve ucub meydana getirdiğini, insanların en sağlamından daha iyi bilir. İşte bunun gibi, insanlara ârız olan ne kadar vasıf varsa, hepsinin de netîcelerini o vasıfların sahiblerinden daha iyi bilir.
İnsan, ister cüzî, ister küllî olsun, eşyânın kıymetini de icmâlî olarak kavrayıncaya kadar kemâle eremez, kemâle ulaşınca, herhangi bir şeyin değerini, ona rağbet eden veya etmeyenlerden daha iyi bilir.
Kemâl mertebede bulunan kişinin, ister fiili, isterse kavlî olsun, bütün bu hususlarda şerîatın gösterdiği yoldan zerre kadar ayrılmaması gerekir. Bize göre kişi, sayılan bütün bu vasıfları üzerinde topladığı zaman kemâl ehlinden sayılır, aksi halde nâkısdır. Kişi, aklının ihâtası, himmetinin yüceliği ve Muhammedî hasletlerde sebât ettiği ölçüde velâyet sofrasından istifâde eder. Yoluna kurban olalım, Hâce-i Kâinât aleyhi ekmeli't-tahiyyât Efendimiz, işte bütün bu güzel hasletleri kendisinde topladığını şu sözüyle ifâde etmişdir : "Ben insanlara güzel muamele etmek ve onları iyi idâre etmek üzere gönderildim". Biz de ümmet olarak böyle davranmakla emrolunduk. Resûlullah "İnsanlara akıllarının anlayabileceği ölçüde konuşunuz" buyurmuşdur. Allah'ın kullarına kendisiyle hayır vaadettiği hikmet budur. "يُؤتِي الْحِكْمَةَ مَن يَشَاء وَمَن يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ أُوتِيَ خَيْرًا كَثِيرًا Allah, hikmeti dilediği kimseye verir. Her kime de hikmet verilmişse, ona büyük bir hayır ihsan edilmiş demekdir". İşte bu yüce mertebenin sâhibi, tıpkı bol yağmurlu bir bulut gibi fayda verir.
Kur'ân-ı nâtık sîreti tevhîd-i vahdet hikmeti
Âb-ı hayâtdır nisbeti ledün âlemidir mürşid
Sırrı Hakk'da fânî anın her hâli hakkânî anın
Bî-nişân nişânı anın halkın mübhemidir mürşid