Kendini Bilmez Bilgiçler

26 Temmuz 2020 tarihinde yayınlanmıştır.

Müteşeyyih
Daha önce de bir vesîle ile söylediğimiz gibi, ülkemizde cehâlet yalnız okumayan-yazmayan kimselere münhasır değil, okuyan-yazan, akademik ünvanlar taşıyan, önemli mevkilerde bulunan ve türlü türlü kisveler altında millete hocalık ve mürşidlik taslayanlar arasında da câhiller pek çok. İlk zümre için bir nebze ümid var, çünkü uğraşılsa belki onları cehâletden kurtarmanın bir yolu bulunabilir. Fakat ikinci zümre için hiç ümid yok, çünkü onlar bilmediklerini de bilmiyorlar.

İşte size iki misâl.

Bilgiçliği ve küstahlığı ile meşhûr zamâne şeyhlerinden biri, tasavvufdaki aşkı inkâr edenlere karşı kendi aklınca deliller öne sürerken, "Kur'ân'da aşk yok diyorlar. Aşk, Farsça da ondan yok" demesin mi! Pes yâhu! Aşk, düpedüz Arapça bir kelimedir. Hatta hikâyesi de meşhûrdur. Sardığı bitkiyi sarartıp kurutan "aşaka" ismindeki bir sarmaşıkdan gelmişdir. Evet, Farsçada da aşk vardır ama Arapçadan geçmişdir. Tıpkı Türkçeye de Arapçadan geçdiği gibi.  Üstelik, maşûk, uşşâk, muaşaka, teaşşuk, âşık gibi bir çok müştakları Türkçemizde bol bol kullanılmakdadır. Aşk Farsça olsa, hiç böyle müştakları olur mu?

İkinci bir misâl de, bilgiçlik ve ukâlalıkda önceki ile yarışan bir zavallının, "Hazret-i Mevlânâ'ya mutasavvıf denemez çünkü mutasavvıfın manâsı kendini sôfî gibi gösterendir" demesidir. Pes doğrusu! Mutasavvıf, tasavvuf isminin fâilidir ve sôfî demekdir. Tasavvufî eserlerde gerek mutasavvıf, gerek mutasavvife, gerek mutasavvifîn tabiri çokça geçmekdedir. Vezin itibariyle müteşşeyihe benziyor diye mutasavvıfa böyle mana verilir mi?

Câhillerin cesâretini görüyor musunuz? Araplar, "câhil cesûrdur" diye boşuna dememişler. Hem bilmiyorlar, hem de kendilerinden son derece emîn konuşuyorlar. Halbuki bu gibi şeyleri bilmek için allâme olmaya filan lüzum yok, sözlüğe bakmak kâfî. Sırf kulakdan dolma bilgilerle, yarım yamalak öğrenilmiş şeylerle allâmeliğe kalkışanlarda görülen hâllerdir bunlar. Halbuki insan her duyduğu şeyi doğru kabûl etmemeli, araştırmalı, tahkîk etmeli, doğrusunu öğrenmeli, öğrenmekle de kalmamalı, bildiğini iyice hazmetmeli.

Bir şeyi bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıpdır. Hele de bilmediği halde bildiğini zannedip, ukalâlık yapmak daha da ayıpdır. Câhil için çâre vardır çünkü câhil bilmediğinin farkındadır. Ama echel için yapılacak bir şey yokdur çünkü echel, bilmediği halde bildiğini zanneder, yani bilmediğini bilmez, kendini bilmez.

Kıçı kısbet görmeden pehlivân olmak ister
Kuş dilini bilmeden Süleymân olmak ister
Listeye geri dön