11 Ağustos 2020 tarihinde yayınlanmıştır.
Kerâmet, tabîat kânûnları ile açıklanamayan, akılla kavranamayan bir takım hârikulâde işlerdir ki, mâhiyet itibarıyla mucize ile aynıdır. Mucize ile kerâmetin farkı, birincisinin nebîlerden ikincisinin velîlerden zâhir olmasıdır.
Ehl-i Sünnet i'tikâdına göre kerâmet-i evliyâ hakdır, gerçekdir. Bir mü'minin kerâmeti inkâr etmesi aslâ mümkün değildir zîrâ evliyânın kerâmeti Kur`ân-ı Kerîm ile de beyân olunmuşdur. Süleymân Peygamber'in vezîri Âsâf'ın Sebe Melîkesi Belkıs'ın tahtını bir aylık yoldan göz açıp kapayıncaya kadar getirmesi, Zülkarneyn ve Hızır kıssaları, Hazret-i Meryem'e ihsân olunan kerâmetler, Ashâb-ı Kehf ve daha niceleri hep Kur`ân'da zikredilmişdir.
Kur`ân'daki misâllerden de açıkça anlaşılacağı gibi, kerâmet, Allah'ın yalnız sevdiği ve seçdiği kullarına bahş ettiği bir fazîletdir. Kerâmetler, Allah'ın sevdiği kullarına ikrâmı ve ihsânı olduğu gibi aynı zamanda onların kendi katındaki kıymetini insanlara bildirmeye de yarar. Zîrâ insanların çoğu Allah dostlarından bî-haberdir. Bazıları, bir velînin yakınında olduğu halde, onu tanımaz. Hattâ kendisine "bu zât veliyyullahdır" dense, kabûl etmez, inkâr eder. Evliyâullahın bazı kerâmetleri, bu gibi gâfiller ve muannidler için bir îkâz mâhiyetindedir. Nasîbi olan bunları görüp uyanır, akıllanır.
Kerâmetin, yalnız Allah'a karîb olan zevâtdan zâhir olmasının bir hikmeti de, bu zevâtın sıbgatullah ile boyanmış, ahlâk-ı ilâhî ile ahlâklanmış olmalarındadır. Bunlar, nefsânî ve beşerî sıfatlardan kurtulup, ilâhî sıfatlara büründükleri için, kendilerinden bu gibi hârikulâdelikler zâhir olur. Her bir kerâmet, aslında Hakk'ın sıfatlarından birisinin tezâhürüdür. Meselâ bir velînin bir hastaya şifâ vermesi, Hakk'ın Şâfî isminin tecellîsidir. Yine bir velînin gayba vâkıf olması, Hakk'ın Alîm isminin tecellîsidir.
Kerâmet, tıpkı mucize gibi, Cenâb-ı Hakk'ın kudretini ve kuvvetini izhâr etmesinden başka bir şey değildir. Cenâb-ı Hakk, bu gibi hârikulâde hâdiselerle, müsebbib-i hakîkînin kendisi olduğunu ve kendisi için hiç bir zorluk olmadığını, ne dilerse onu anında meydana getirebileceğini göstermekdedir. Kerâmet ehli zevât, bunu gâyet yi bildikleri için, kendilerinden zuhûra gelen hârikulâdelikleri katiyyen kendilerine mâl etmezler, hep Allah'â izâfe ederler. Yani kerâmet ehli, kerâmetiyle övünmez, kerâmetini dillendirmez, hattâ elinden gelse gizlemeye çalışır. Zannedildiğinin aksine Allah dostları, kerâmet göstermeye meraklı ve istekli de değillerdir. Kerâmetler çoğu zaman onların irâdesi dışında gerçekleşir.
En çok sözü edilen kerâmetler, gözle görülen hadiselerdir ki bunlara kevnî kerâmet denir. Bunlar, havada uçmak, su üstünde yürümek, ateşde yanmamak, suda boğulmamak, tayy-ı mekân ve tayy-ı zamân, kendisinden ümid kesilmiş bir hastayı iyileştirmek gibi şeylerdir. Bu gibi kerâmetler, herkesin görebildiği ve gördüğü zaman da çok şaşırdığı şeyler olduğu için, dâimâ anlatılır ve çok önemsenir. Halbuki bunlar, en basit kerâmetlerdir. Kevnî kerâmetden daha üstünü, ilmî kerâmetdir. Meselâ kalblerden geçeni bilmek, ileride meydana gelecek hâdiselere vâkıf olmak, rüyâ tabir etmek gibi şeyler bu kısma girer. Kerâmetin üçüncü bir çeşidi daha vardır ki ilk ikisinden de üstündür. Bu da ölü kalbleri ihyâ etmek, insanları hidâyete götürmek, gâfilleri irşâd ederek onları irfân sâhibi yapmak, onlara Allah'ı bildirmek, onları Allah'a götürmekdir. Kerâmetin en büyüğü budur. Buna da kerâmet-i vücûdiyye denir.