14 Ağustos 2020 tarihinde yayınlanmıştır.
Yapdığı bütün ibadet ve zikirleri, herhangi bir menfaat karşılığı değil, sırf sevdiğinin rızâsını tahsîl etmek niyyet-i hâlisânesiyle yapmalı, mutlak bir sadâkat ve istikâmet içinde bulunmalıdır. Kerâmete özenerek yapılan ibâdet ve zikirler, karşılığında menfaat gözetildiği için makbûl ve mu'teber olamaz. Gerçek aşıklar bundan son derece kaçınmalıdır.
Suyun altında veya üstünde yüzebilmek, uzun süre suyun içinde nefes almadan kalabilmek bir kerâmet ise de, unutmamalıdır ki, bu hareketleri balıklar da yapabilmekde, tahtadan yapılmış herhangi bir deniz vâsıtası da su üzerinde yol alabilmekdedir. Havada uçmak bir kerâmet ise de iyi bilmelidir ki, kuşlar ve uçaklar da hava boşluğunda uzun mesâfeler kat' edebilmekdedirler. Tayy-i mekân ile dünyânın bir ucundan öteki ucuna kadar gidebilmek bir kerâmet ise de, bu hareketi şeytan ve cinniler de büyük bir kolaylık ve rahatlıkla yapabilmekdedirler. Her biri bir ilim hârikası olmakla berâber elektrik, telefon veyâ televizyonun îcâdını ve kullanılmasını bir kerâmet sayabilir misiniz?
Allah Azze ve Celle, insanoğullarından kerâmet istemiyor, hârikulâdelikler beklemiyor, zât-ı ulûhiyyetine hürmet, muhabbet ve istikâmetle ibâdet edilmesini istiyor, kulluk görevlerini yerine getirmesini emrediyor. Bunun içindir ki, yüz suhufla dört büyük kitap göndermiş ve her birinde açık seçik "Biz, insanları ve cinnileri bize ibâdet etmeleri için yarattık" hükm-i celîl-i ilâhîsini beyân ve i'lân buyurmuşdur.
Evet, Allahu Azîmüşşân insanoğullarından zât-ı ulûhiyyetine muhabbet, sadâkat ve istikâmet istemekde ve beklemekdedir. Bunu, yüz suhufla dört büyük kitâbında kesin olarak açıklamışdır. Kerâmetler ve hârikulâde sûretindeki istidraclar, bu muhabbet ve istikâmeti sağlayamaz ama muhabbet ve istikâmet sâhibi olan kulların başlarına günün birinde mutlakâ kerâmet tâcı da konulabilir.
Bu yolda bulunmak isteyenler, ancak Zât-ı Bârî'ye tâlib, rızâ-yı ilâhîye râgıb olmalı, dünyâ ve âhiret umûr ve ahvâlinden, bâtın hâllerinden, keşif ve fütûhdan, velâyet ve kerâmetden bir şeye bağlanıp kalmamalı, tam bir sadâkat ve istikâmetle Allahu Azîmüşşâna tâlib olmalı, "İlâhî! Maksûdum sensin, matlûbum ise ancak senin rızâ-yı şerîfindir" niyâzı ile Allahu Teâlâ'dan gayrı hiçbir maksûd ve matlûbu olmamalıdır. Bu ferâgat, aşkın ve âşıkın şânındandır.