Keşf-i Hayâlî Keşf-i Hakîkî

5 Temmuz 2024 tarihinde yayınlanmıştır.

Rüya

Büyük mürşidlerimizden İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri el-Hüccetü'l-Bâliga nâmındaki eserinde buyuruyorlar ki :

Ma'lûm ola ki insânın kemâli kalbde olan hâlledir. Yoksa 'amel-i kâlıb ile değildir. Eğer ki 'amel-i sâlih kalbe kuvvet vermekden hâlî değildir. Zîrâ a'mâl-i şer'iyyeden 'ulûm ve ma'ârif-i ilâhiyye tevellüd eder. Nitekim hadîsde gelir : من عمل بما علم وﻭرﺭثﻪ لله علم ما لم ﯾعلم [Kim bildiğiyle amel ederse Allah ona bilmediğini öğretir]. Bu cihetden ışık dedikleri tâife ki ekserî hurûfîdir, melâhidedir. Ya'nî şer'den ilhâd ve meyl eylemişlerdir ki zevâhir-i Kur`ân murâd değildir, belki murâd olan bevâtındır diye i'tikâd ederler. Ve bundan haşr-i ecsâdı nefy etmek dahî lâzım gelip kâfir olurlar ve ona ilhâd-ı ekber derler. Ve Kitâb-ı Câvidân okuyanların ekserî ilhâd üzerinedir. Nitekim bilâd-ı Arnavud'da gâlibdir.

Pes şol 'ilim ve 'irfân ki sülûk ve takvâ üzerine mebnî değildir, şeytânîdir, rahmânî değildir. Zîrâ kalbe ilhâm melekden hâsıl olmaz. Belki hayâl-i dimağdan gelir ki hayâl bu 'âlemin hâricine nâzırdır. Yoksa dâhiline değil. İşte bu mertebeden nice mürtekiblere ba'zı kuşûf-i süfliyye vâkı' olup onu bir emr-i muhakkık kıyâs ederler. Ve biz bu ma'nânın gavrına erdik diye sadedden çıkıp giderler. Çünki kemâl-i ma'rifet a'mâl-i sâlihaya mevkûfdur. Bu cihetten tâlib-i ma'rifet olan 'ilm-i şer'îye muhtâcdır. Zîrâ 'ilm-i şer'î olmasa 'amel-i şer'î dahî bulunmaz. Ve 'amel-i şer'î bulunmayınca ma'rifet-i hakîkiyye dahî bulunmaz. Ve bî-ma'rifet âdeme 'ârif denilmez. Ve illâ tesmiye-i mücerrede kabîlinden olur. Nitekim nice 'âşıklara hâlden bî-haber olanlar 'ârif ıtlâk ederler ve galat söylerler.

Ve ehl-i kalb odur ki ism-i a'zama mazhar ola. Zîrâ kalb-i insân reîsu'l-a'zâ ve'l-kuvâ olduğu gibi ism-i a'zam dahî reîsü'l- esmâdır. Bu cihetden reîs olana reîs münâsib gelir. Hâricde sultân-ı a'zam kalb-i 'âlem olmakla ism-i a'zamın zâhirine mazhardır. Meğer ki halîfe ola. Ya'nî sîret-i nebeviyye üzerine buluna. Bu sûretde ism-i a'zamın zâhir ve bâtınına mâlik olur. Hulefâ-i erba'a ve İmâm Hasen ve Mehdî-i Muntazar ve sâir hulefâ gibi, radıyallâhu te'âlâ anhüm. Ve bunda İmâm Hüseyn radıyallâhu anh derc olunmadı. Zîrâ rütbe-i hilâfete vusûlunden mukaddem istişhâd olunmuşdur. Ve İmâm Hasen'in altı ay hilâfeti ile اﺍلخلافة بعدىﻯ ثلاثونﻥ سنة [Hilâfet benden sonra otuz senedir] hadîsinden mefhûm olan müddet tamâm olmuşdur. Ve lâkin bu ma'nâ ba'diyyet-i muttasılaya göredir. Zîrâ Mehdî-i Muntazar ve birkaç imâm dahî ki hulefâdan ma'dûdlardır. Bunların zamanları müteahhirdir. Onun için sadr-ı evvele ittisâlleri hükmîdir, hakîkî değil. Ve mertebe-i hilâfete vaz'-ı kadem eden kâmil-i ashâbdan ma'dûddur. Zîrâ ashâb gerçi Cenâb-ı Nebevî’ye, sallallâhu aleyhi ve sellem, mülâkî ve musâhib olana derler. Ve lâkin insilâhla mülâkât his ile mülâkâta karîb olmakla ikisi inde'l-meşâyıh bir hükümde kılındı. Menâmla mülâkât ise böyle değildir. Zîrâ menâmda mer'î olan sûret-i hayâliyye ve insilâhda olan sûret-i hakîkiyyedir.

Elhâsıl, dîde-i hayâlle dîde-i kalbin müşâhedelerinde tefâvut vardır. Ve asl olan dîde-i kalbin müşâhedesidir ki insilâhda vâkı' olur. Ve insilâh dedikleri kuyûd-i cismâniyyeden mutallak ve cesedine me'hûz olmaktır. Onun için insilâhla vuzû' muntakız olmaz. Menâmla ise muntakızdır. Ve Resûlullâh'ın aleyhi's-salâtü ve's-selâm, menâmları insilâh hükmünde olmakla menâmla hades vâkı' olmazdı. Bu mâ'nânın hasâisinden ma'dûddur. Pes gayrısı ne kadar ekmel-i nâsdan olsa ba'de'l-menâm tecdîd-i vuzûya muhtâcdır. Meğer ki menâmı nâkız-ı vuzû' olmayan hey'et-i mahsûsa üzerine ola. Ku'ûden menâm gibi ki bir nesneye istinâd bulunmaya. Ve bu iki mertebeyi fark etmekde su'ûbet olmakla umûr-u hayâliyyeyi umûr-u kalbiyye gibi zann edip ikisini birbirine halt edip ilhâd ederler ve hakdan 'udûl eylerler. Ve umûr-u hayâliyye hakdır derler. Maa-hâzâ hak olan nesnenin hâricde eser-i hakîkati vardır. Her emr-i hayâlî ise böyle değildir. Ve burası sâliklerin mezâlik-i akdâmındandır. Elhâsıl, insân rü'yâda asel ekl etse bîdâr oldukdan sonra kendini tok bulmaz. Zîrâ simyâ gibidir ki hayâlde hammâma dâhil olur. Maa-hâzâ vücûdunda râhat-ı hammâm mefkûddur. Fe-emmâ insilâh hâlinde ekl etse ba'de’l-yakaza çâşnisin dimâğında bulur. Ve pür mide gibi olur. Ve hammâma duhûlu dahî ona göredir ki vücûdda lezzet ve râhatı meşhûd ve mahsûsdur ki kimyây-ı hâssa gibidir. Zîrâ iksîr amel-i makbûlden gelip sahîh olunca nuhâsda te'sîrî müşâheddir.

Fe-emmâ her mükâşifin keşfine i'tibâr yokdur. Zîrâ keşf-i hayâlî ma'mûlun-bih değildir. Belki keşf-i hakîki-i kalbîye i'tibâr vardır ki kümmel-i evliyâ hâlidir. Ve bu makâmın emsile-i kesîresi vardır. Fe-emmâ bu mahalde zikr olunmaz. Zîrâ galebe-i inkâr ve cehl zamanıdır. Ve keşf-i hayâlî olduğu mevzu'da muktezâsıyla amel etmek dahî ilhâddandır. Nitekim her asırda nâkıslardan çok vâkı' olur.

Listeye geri dön