29 Ağustos 2023 tarihinde yayınlanmıştır.
Büyük mürşidlerimizden İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri buyuruyolar ki :
Kibir odur ki, kişi kendini gayrıdan ekber göre ve nefsini mikdârından yukarı ref' ide ve hakk'ı inkâr eyleye. Bu bir sıfatdır ki, bunu izâle etmek fi'l-mesel iğne ile kuyu kazmak ve bir ağır taşı yerinden kaldırmak gibidir. Bu sıfatın evcinden Firavun ve Şeddad rubûbiyyet iddiâ etdiler. Ve tâife-i Yehûd, Resûlullah'ın Tevrat'da na'tını okurken, inâden inkâr eylediler. Ve Tâife-i Kureyş, fakr u fâka sûretinde olduklarına bakıp, tahkîr eylediler ve riyâset-i dîni riyâset-i dünyâ gibi kıyâs etdiler. Ve bu sıfatdır ki İblîs aleyhi'l-la'ne Âdem'e onun sebebiyle secde etmedi. Ve Ebû Cehil adâvete kemer kuşandı. Pes, her kimd eki kibr-i nefs ola, onda hubb-i riyâset vardır. Ve riyâset ile ubûdiyyet ve tevâzu bir mahalde müctemi olmaz.
Mütekebbir olmak Hakk Teâlâ'nın şân-ı âlîsidir. Anın içün esmâ-yı celîlesindendir. Nitekim ganiyyün bi'z-zâtdır. Abd ise, müftekırrun bi'z-zât ve zelîlü'n-nefsdir ki tevâzu' onun sıfatıdır. Pes, her kim ki evliyâ ve enbiyâ üzerine mütekebbir oldu, Hakk üzerine mütekebbir olmuş gibi oldu. Ve Hakk üzerine mütekebbir olan, acz ve kusûr ve zillet ve inkisâr ve iftikârını bilmeyip kâfir oldu. Şu kadar vardır ki mü'minler eizze-i nâsdır ki a'dâya izhâr-ı izzet ederler ve mütevâzı olmayanlara kibir gösterirler.Bu manâ ise fi'l-hakîka sıfat-ı Hakk'dır ki onların âyînelerinde tecellî eylemişdir. El-hâsıl, mü'minde sıfat-ı Hakk bi'l-fi'l zuhûr etmekle, mü'minin mü'mine izhâr-ı zillet etdiği, sıfat-ı Hakk'ın onda zuhûruna işâretdir. Ve mü'min kâfire izhâr-ı izzet etdiği, kâfirde o sıfatın mestûr ve bi'l-kuvve olduğuna remzdir. Pes, kalb ve ehl-i kalb azîz ve nefs ve ehl-i nefs zelîldir.
Demişlerdir ki, sakaleynden mâ-adâ olan mahlûkât-ı muhtelifenin îcâdına esmâ-i ceberût ve kibriyâ ve azamet ve kahr ve izzet teveccüh eyledi. Anın içün ol kahrın altında ezilen olup, kimsenin üzerine tekebbürlük etmekden ötürü baş kaldırmaya kâdir olamadılar. İnsân ve cân, yani ins ü cinn ise, esmâ-i lutf ve hanân ve re'fet ve rahmete mazhar olup, îcâdları üzerine esmâ-i rahmâniyye teveccüh etmekle sâirler üzerine izhâr etdiler. Ve hitâb edip, "Rabbenâ lime halektenâ (Rabbimiz bizi niçin halk etdin?)" dediler. Rabbü'l-âlemîn dahi cevâb verip buyurdu ki, "li ta'budûnî" yani "huzûrumda zelîl olasınız diye halk eyledim". Bu cihetdendir ki izhâr-ı zillet için, ibâdet ile mükellef oldular ve e'izzü'l-a'zâ olan yüzlerini secdede yere sürdüler ve hadd ve mikdarlarını bildiler. Eğerçi her sâcid cihet-i tevâzu' nedir bilmez ve secdeyi âdet üzerine eyleyip kibriyâdan hâlî olmaz. Mülûk ve ekâbirin ekseri gibi. Nitekim ulu'l-ebsârda rûşen ve celîdir. Ve bir sıfat dahi vardır ki, ona temelluk derler, tevâzu' demezler. Ehl-i dünyânın birbirlerine nisbetle olan tevâzuları gibi. Pes, tevâzu' sıfat-ı şerîfedir ki münâfî-i riyâsetdir. Temelluk ise böyle değildir, belki sıfat-ı mezmûmedir.