Malûm ya, Resûl-i Ekrem Efendimizin mucizeleri saymakla bitmez. Öyle ki bu mucizeleri beyân etmek için koca koca eserler kaleme alınmışdır. Buna rağmen, bunları inkâr edenler de çokdur. Vaktiyle Efendimizin mucizelerini inkâr edenler yalnız müşrikler ve gayr-i müslimler idi, sonradan maalesef bazı müslümanlar da bu kervana katıldılar. İslâm âleminin her tarafında karşımıza çıkan mutezile itikadlı âlimler ve her şeyi akılla îzâh edebileceğini zanneden bir takım ahmaklar, Peygamberimizin gün gibi âşikâr olan mucizelerini, "olmaz öyle şey" diyerek inkâra yelteniyorlar. Tabii bunların inkâr etdiği mucizeler, şakku'l-kamer gibi, İsrâ ve Mirâc gibi kevnî mucizelerdir. Çünkü bunları akılla, ilimle îzâh etmek kâbil değildir.
Efendimizin kevnî mucizelerinden başka bir de ilmî mucizeleri vardır. Meselâ geleceğe dâir verdiği haberlerin bir bir çıkması gibi yâhud sözlerindeki ve fiillerindeki hikmetlerin bin sene, bin dört yüz sene sonra anlaşılması gibi. Bunlar vaktiyle inkâr edilmiş olsa da, zaman geçip de hâdiseler ortaya çıkınca inkâra mahal kalmıyor. Bu da ayrı bir bahis.
Efendimizin bunlardan başka bir mucizesi daha vardır ki bunu hiç kimse inkâr edemez zîrâ vücûdî mucizelerdendir bu. O da şudur ki, vaktiyle çölün ortasında koyu bir cehâlet içinde yaşayan küçük bir kavimden, dünyâya hâkim olan bir topluluk meydana getirmesidir. Bu kavim, çok kısa bir müddet zarfında bir ucu İspanya'ya bir ucu Hindistan'a uzanan büyük bir devlet ve medeniyet tesis etmiş ve yüzyıllar süren bir hâkimiyet kurmuşdur. Ne Sasani İmparatorluğu karşı durabilmişdir bu kuvvete ne Bizans. İşte eşi menendi olmayan bu mucizeyi hiç kimse inkâr edemez çünkü târihî ve bedîhî bir hakîkatdir.