Kini Terk Et Kin Yerine Sevgiyi Koy - Hutbe - 25 Nisan 1980

26 Mayıs 2023 tarihinde yayınlanmıştır.

İman

HUTBE

Kâlallahu Teâlâ fî Kitâbihi'l-Azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
Sadakallahülazîm.

Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri, insanları bir erkekle bir kadının ceminden yani erkekden murâdımız Hazret-i Âdem safiyyullah, büyük babamız, Âdem aleyhisselâmın sulbünden ve Havvâ anamızın rahminden zuhûra getirdi. Hazret-i Âdem aleyhisselâmı da kendi yed-i kudretiyle toprakdan halk eyledi, balçıkdan halk eyledi. Hazret-i Havvâ'yı da Hazret-i Âdem'in iğe kemiğinden halk eyledi. Sonra onları cem eyleyip bizleri onlardan dünyâya getirdi. Âdem'i hem annesiz hem babasız olarak dünyâya getirdi. Havvâ'yı ise annesi olmayarak, babası olarak dünyâya getirdi, babalı yani, anne yok, babadan dünyâya getirdi. Hazret-i Îsâ aleyhisselâmı da babasız olarak dünyâya getirdi. Bizleri de hem anneli hem babalı olarak dünyâya getirdi. Bir kadınla bir erkeğin izdivâcından istediği vakitde çocuk vermedi, akîm bırakdı. Allah cümle kudretini bizlere gösterdi. Görenler için. Îsâ Peygamber'in hilkati, Âdem aleyhisselâmın hilkati gibidir. Onun misâli gibidir. Nasıl ki Allah Âdem aleyyhisselâmı anasız babasız halk etdiyse, Havvâ'yı anasız, Hazret-i Îsâ'yı babasız, bizleri analı babalı, gene her erkekle her kadının izdivâcından cem olmasından, dünyâya evlâd vermedi, dilediği vakitde verdi. Bazısını çok evlâda sâhib kıldı, bazısını akîm kıldı, kökünü kurutdu. 

Bâhusûs, Hazret-i Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz Hazretlerinin aleyhinde bulunanlar, onlar ebter olmuşlardır. İsimleri târihlere lanetle geçmiş ve zürriyyetleri kurumuşdur kürre-i ardda. Hazret-i Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâma muhabbet edenlerin zürriyyetleri ilâ yevmi'l-haşrı ve'l-karâr dünyâda bekâ bulacakdır. Bulmuşdur ve bulacak. Kâfir dahi olsa öyledir, yalnız mü'min değil. Kâfir olduğu hâlde, Resûl'e buğz etmezse Allah onun zürriyyetine dünyâ yüzünde hayât verir ve bekâ buldurur ve belki de, Resûl aleyhi's-salâtü ve's-selâma buğz etmediğinden, ona karşı bir hasım olmadığından, zürriyyetinden mü'min getirir dünyâya. Ki Kadir Gecesinde artan nûr işte bunlara taksîm olunur, böyle kişilerin evlâdlarına taksîm olunur. Bakıyorsun bu memleketde islâm çocuğu olduğu hâlde İslâm'dan çıkmış, uzak diyarlarda İslâm'dan bî-haber olduğu hâlde Hazret-i Allah'a îmân ve Resûlüne gönül vermişdir, islâm olmuşdur. O nûrı Ahmedî oralara kadar sirâyet etmişdir. Allah lâyık olana îmânı verir, lâyık olmayandan alır. O bir nûrlu kamîsdir, gömlekdir, dilediği kuluna giydirir îmân gömleğini, dilediğinden çıkartır. Tabii lâyık olduğu vakitde o îmâna, onda îmân bekâ bulur. İşin başı da Hazret-i Fahr-i Kâinât sallallahu aleyhi veselleme muhabbetdir. Hazret-i Peygamber'i sevmeyenler Allah'ı sevmiş olmazlar. Hazret-i Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâma bîat etmeyenler, itâat etmeyenler, Allah'a itâat etmiş olmazlar. İlle Cenâb-ı Hakk'ın nâibi, kürre-i ardda halîfetullah, cümle enbiyânın serdârı, Allah'ın sevgilisi, mahbûbu Hazret-i Mustafâ. 

Elhamdülillah, Allah bizi O'na ümmet kılmış. Bu nimeti diğer peygamberler bile arzu etmişlerdir. Nice yüce peygamber, "Yâ Rabbi beni yüce peygamber halk etdin, ulü'l-azm peygamber halk etdin, keşke Ümmet-i Muhammed'den olsaydım" demişdir yani. Bu kadar bize Allah'ın lutf u keremi vardır. Fakat biz bu nimetleri bilemiyoruz maalesef. Nimetin şükrü edâ edilmedi mi o nimet insanın elinden çıkar, alınır. Bu nimete her gün şükretmelisin. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin ümmeti olduğuna. Cümle enbiyâ da gene Peygamberimizin ümmetidir ya. Çünkü cümlesi, nûru şems-i hakîkat-i Muhammediyyeden almışlardır. Cümle enbiyâ da nûrunu O'ndan almış. Halîlullah, Allah'ın halîli, "Yâ Rabbibu kadar medh ü senâ ediyorsun, onların lisânından ismimi eksik etme" demiş, salavât-ı şerîfede ismi geçmiş, Kur`ân'da ismi geçmişdir. Sebeb-i illeti odur. "Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin keMmâ sallayte alâ İbrâhim ve alâ âli İbrâhim, inneke hamîdün mecîd". İbrâhim Peygamber'in lisânımızda dolaşması, duâsıyla. "Bu kadar medh ü senâ eyledin yâ Rabbi habîbin Muhammed'ini, benim ismimi onlar zikreylesinler". Allah da kitâbında onu zikreylemiş ve Ümmet-i Muhammed'e salavât olarak ihsân u inâyet buyurmuş, Peygamber talîm buyurmuşdur, sallallahu aleyhi vesellem. O kadar mühim yani. Bulunduğun mevkiyi, bulunduğun derecâtın kadr u kıymetini bil. 

Hiç bir ümmet, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin ümmetinin ihrâz etdiği şerefi almamışdır. Onlara Allah ağır ağır yükler vurmuş, onları bize ibret kılmışdır. Bize tahfîf etmişdir. Kavm-i Mûsâ'ya elli vakit namaz farz olmuşdur. Bize beş vakit. Kavm-i Mûsâ'ya zekât dörtde birini vermek ve dört senede hepsini dağıtmakdır. Bize kırkda birdir. Hakk Teâlâ bizi göndermiş en kısa zamanda, en büyük ecirleri bize ihsân u inâyet buyurmuşdur. Neden? Bende-i Muhammed olduğumuzdan dolayı, sallallahu aleyhi vesellem. Onun için resûlünü çok sev. Peygamber'i ne kadar çok seversen îmânının nûru o kadar artar. Her şeyinden ziyâde Resûlullah'ı seversen îmânın kemâle erer. 

Okuduğum âyet de işte, biz Âdem-zâdeyiz, Âdem'den geldik, Âdem aleyhisselâmdan geldik. O Darvin nazariyesi kitâblarda okuduğumuz, okuduğumuz işittiğimiz filan bunlar, hepsi dünyevî kul görüşleridir, kul nazariyeleri. Bizim elimzide bulunan kitâb, kitâb-ı ilâhîdir, semâvîdir. Allah kendisi bizi Âdem'den halk etdiğini haber vermekdedir. Biz maymundan gelme, maymun çocukları değiliz. İnsan evlâdıyız, Âdem evlâdıyız. Bir defa bunu bil. Âdem-zâdesin yani. 

Bunun kadr u kıymetini bilirsen, âdemin kıymetini âdem bilirmiş. Kendini bilirsen, kendini seversen, Hakk'ı bileceksin ve halkı bileceksin. Kendini bilemezsen bulamazsan, ne Hakk'ı bilirsin, ne halkı bilirsin. Evvelâ kendini sev ki halkı sevesin. 

Âdem-zâdeyiz. Allah Âdem aleyhisselâma esmâsını talîm buyurdu, "وَعَلَّمَ اٰدَمَ الْاَسْمَٓاءَ كُلَّهَا ve alleme âdeme'l-esmâe küllehâ", Kur`ân-ı Kerîm'de beyân etdiği üzere. Yani verdiğimiz manâlar denizden bir katre, şemsden bir zerredir. Zannetme ki hemen bu sözler bitdi, âyetin manâsı tükendi. O manâya değil. Benim anladığım kadar, senin anlayacağın kadar konuşuyoruz. Yani su içmekle senin karnın doydu, Terkos'da su bitmedi, deryâda su bitmedi yani. Onun gibi yani, senin anlayacağın. Âdem aleyhisselâm esmâya mâlik oldu. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, hem "alleme âdeme'l-esmâ"dır, hem zâta muallimdir. Hem zâta, hem sıfata, hem esmâya mâlik olan ve âlim olan Hazret-i Fahr-i Risâlet'dir,  sallallahu aleyhi vesellem. Böyle olmasına rağmen, "Sübhâneke mâ 'arafnâke hakka ma'rifetike yâ ma'rûf buyurmuşlardır, "Yâ Rabbi seni hakkıyla bilemedim" demişlerdir. Bunun manâsı, her tecelliyâtdan sonra yeni bir tecelliyâtın zuhûrudur. Ve Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi veselleme verilen o şerh-i sadır yok mu, göğsünün açılması, işte bunun tesîridir bu ki diğer evliyâullahda böyle bir parça teveccüh etdi mi Cenâb-ı Hakk, kimisi "Ene'l-Hakk" demiş, kimi "Leyse fî cübbeti sivallah" buyurmuşdur filan, evliyâullah mest olmuşlar filan. Ama Efendimiz öyle bir ummândır ki oraya tecelliyât oldukça doyamaz o. "Sübhâneke mâ 'arafnâke". Ne izân ne irfân idrâk edebilir. Doymayan bir ummân, kanmayan bir ummân Peygamberimiz, tecelliyât-ı ilâhiyyede. Çok büyük. Büyük demekle ifâde edemedim. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem çok büyük.

Evet. "Sizi bir kadınla bir erkeğin izdivâcından, cem olmasından halk etdim". Bu iki türlüdür. Birisi gayr-ı meşrû olarak Allah halk eder. Zinâ edilir yani. Zinâda Cenâb-ı Hakk gayûr olduğu için, kudsî olan esrâr-ı ilâhiyyenin zuhûrunun kötü yere dökülmesinden, gayr-ı meşrû olmasından Allah gadab eder. Çocuk gayr-ı meşrû gelirse, ondan her türlü fenâlık beklenebilir. Ne kadar insanların başına gelen belâlar, musiîbetler varsa cemiyetler üzerine, hep piçlerden dolayı gelmişdir. Çocuğun kabahati yokdur. O suç, ana baba mevkiinde olan zânîlerin suçlarıdır. O ayrı davâ. Onların ekdiği o tohum, onların yüzkarasıdır. Çocuğun kabahati olmaz. Ama çocuğun kabahati annenin babanın kabahatidir. İyi dinle! Konuşduğum söze çok dikkat et! Çocuğun edebsiz, ahlâksızsa, bil ki senin kabahatindir o. Çok uzağa gitme. "Aman Efendim nasıl olur, Hazret-i Âdem aleyhisselâmın oğlu Kâbil Hâbil'i katl eyledi". Tabii öyle oldu ya. O da, şecere-i memnûadan yedi ya Hazret-i Âdem, ondan zâhir olan menî ile dünyâya geldiği için öyle oldu hâdise. Yâ Nûh aleyhisselâmın oğlu niye kâfir oldu? O da öyle söyledi, gene babasının zellesi, "Dünyâda hiç kâfir kalmasın yâ Rabbi" dedi. Halbuki kudretullah bunu istiyordu, kâinâtda kâfirle mü'min bulunacakdı. Her şey zıddıyla kâimdi. Yılan bile Âdem Peygamber'in istifrağsından yediği için zehir aldı. Zehir var onun kursağında. Çünkü o şecere-i memnûadan, Allah'ın men etdiğinden yediği için zelle sâdır oldu Âdem Peygamber'den. Fâili kendisi değil. Fâili Hakk'dır ama zâhirde Âdem Peygamber icrâ etmiş, bize büyük ibret göstermişdir, Âdem Peygamber işin farkına varmış, suçu Allah'a yüklememiş, kendi nefsine yüklemiş, "رَبَّنَا ظَلَمْنَٓا rabbenâ zalemnâ" demişdir. Senden de bir günah sudûr etdiği vakitde, Allah'a yükleme günahı, kendi edebsizliğine yükle. "Ben sarhoşum, Allah'dan" diyor. Terbiyesiz herif! Senin terbiyesizliğinden o! "Rabbenâ zalemnâ" diyeceksin, nefsine yükleyeceksin. Hayır olduğu vakitde Hakk'dan bileceksin. Hayrı nefsinden bilirsin, şerri Allah'dan bilirsin, olmaz öyle şey! Şeytan'dan bilmeğe hakkın yok, nefsinden bil.
 
Büyük velîlerden birine gelmişler mürîdleri, demişler ki, "Şeytan bizim îmânımızı alıyor". Hazret Şeytan'ı çağırtmış, demiş ki, "Bizim mürîdlerin îmânını alıyormuşsun". Şeytan, "Hâşâ" demiş, "Bende o kudret yokdur, onlar îmânlarını atarlar, biz onların atdıkları îmânı alırız" demiş.
 
Gene bir veliyyullahın huzûrunda birisine "Niye bu zinâyı etdin?" demişler. "Ben yapmadım, Şeytan bana yapdırdı" demiş. Der demez, o velî ona şu cevâbı vermiş, "Âdem Peygamber'e secde etmeyen Şeytan, sana pezevenklik mi yapacak, terbiyesiz herif!" demiş. 

Kendinden bileceksin hepsini. Şeytan'dan Allah'a sığın ve her şeyi kendinden bil ve kendinde bul. Hakk da sende, Şeytan da sende. Cennet de sende, cehennem de sende. Arş da sende, kürsî de sende. Kendini hâriç bilme. Ne varsa kâinâtda, bu âlem-i sugrâ gördüğün, sen âlem-i kübrâsın. Zâhirde küçük âlem görünüyorsun, büyük âlemsin. Bu kâinât zâhirde büyük âlem görünüyor, senin yanında küçük âlemdir. Senin için halk olunmuşdur. 

Biz besmelelilerden bahsediyoruz, piçlerden değil. Bütün beşeriyetin çekdiği, gayr-ı meşrû olan çocuklardır, beşeriyeti felâkete götüren, sürükleyen. Ufak bir tohum ekersen yere o tohum nasıl ki yüz tâne tohum verirse, ister iyilik ister kemlik, muhakkak böyle zâhir olur kâinâtda. Bunu unutma sakın hâ! 

İkincisi, meşrû olan. Ebeveyni besmeleyle yanaşmış, Hakk'ın emriyle evlenmişler, ondan gelen çocuklar. Kur`ân-ı Kerîm'in bahsetdiği şimdi orası. "Ey insanoğlu, biz sizi bir kadınla bir erkeğin izdivâcından halk eyeldik. Millet millet, şube şube, kabîle kabîle halk etdik, ayırdık. Ama içinizde hiç bir kimsenin bir kimseye fâikiyyeti yokdur. Ancak tevhîd ve takvâ". İlle takvâ, Hakk korkusu. Evvelâ tevhîd. Tevhîd, bir ağaçdır ki, kökleri yedi kat yerin altına gitmiş ve gövdesi semâya ulaşmış, dalları yedi kat semânın fevkine geçmişdir. Bu, "Lâilâheillallah"ın misâlidir. Onun için bütün mü'minler, renk, ırk, şu, bu, hiç bir fâikiyyeti yokdur, ancak takvâ iledir. Ve bütün mü'minler kardeşdirler. Sakatı, sağlamı, fakîr, zengini, hastası, sıhhatlisi, renklisi, renksizi. 

Cenâb-ı Hakk gene âyet-i kerîmenin alt tarafında, "inneme'l-mü'minîne ihvetün, bütün mü'minler ihve, kardeşdirler". Nereden? Üç yoldan kardeşdirler. Birisi, Âdem'in çocuklarıdır. Hepsi Âdem Peygamber'in sulbünden gelmişdir. İkincisi, manevî olarak babamız Muhammed Mustafâ'dır. Çünkü yol iki türlüdür. Bir döl evlâdı vardır, bir yol evlâdı vardır. Döl evlâdı, zürriyyetinden gelen. Yol evlâdı, senin yolundan yürüyen, senin izinden gidendir. Ümmet-i Muhammed'in kâffesi Âl-i Muhammed'dendir ve Evlâd-ı Muhammed'dendir. Neden? Mâdem ki Resûlulllah'ın çizdiği yoldan, Peygamber'in getirmiş olduğu şerîat-ı garra-i Ahmediyyeden yürümekdedir, O'nun yolundan gitdiği için Âl-i Muhammed'den sayılırlar. Bir de Âl-i Muhammed var ki, Peygamberimizin bi-zâtîhî sulb-i pâkinden gelmiş, onlar bizim hidâyet yıldızlarımız, imâmımız mevkiindedir. Şerefin ondan. Üçüncüsü, dîn kardeşliği, dînde kardeşiz. 

Kusurlar bırakılacak. Kînler atılacak. Senlik benlik bırakılacak. Kâfirin, zındığın, melûnun peşine düşülmeyecek. Allah yolu apâşikâr, nûrlu yol, Hazret-i Muhammed'in çizdiği yol duruyor burada şimdi. Sen onu bırakıp İblis'e tâbi olmayacaksın. Ve birleşeceksin. Kîni kaldıracaksın içinden, kîn. Hangi kalbde kîn varsa, o kalbde dîn yokdur. Sana yüzlerce kıssasını, menâkıbını söyleyelim, bildirelim. Bak sana en büyük önderlerimizden ilim şehrinin kapısı olan Hazret-i Ali kerremallahu vechenin bir kıssasını anlatayım sana bak. Aklın, izânın varsa eğer, bu sana kâfî gelecek.

İbn Mülcem Hazret-i Ali'nin hüddâmıydı, hizmetçisiydi yani. Ona dedi ki Hazret-i Ali, "Benim katlim senin elindedir. Hüküm böyle kazâ olunacak" dedi. "Aman" dedi "Yâ İmâm, sen ne yapıyorsun, bu sözü bana nasıl söylersin, hemen beni katlet burada, ellerim benim kurusun sana el kaldıracağıma". "Yok" dedi, "suç icrâ olunmayınca hüküm infâz olunmaz, suçu icrâ et ki hüküm infâz oluna". Zamanlar geçdi...

Zamanlar tebdîl olunduğu gibi, kalbler de tebdîl oldu. Zamanla kalbler tebdîl olunur. Mukallibe'l-kulûbu ve'l-ebsâr Allah'dır. Kalbleri ve gönülleri çeviren Allah'dır yani. Onun için bazı zevâta bakıyorsun, vaktiyle sefîhmiş, içermiş, şuymuş buymuş, bilmem neler yaparmış filan filan, namaza başlıyor, tövbekâr bir insan oluyor, bazı ayna misâli olan zevât, "Yâ sen bakma onun sofuluğuna, vaktiyle o şöyleydi" filan diyor. Canım vaktiyle geçmiş o, bitdi o vaktiyle. "et-tâibü min zenbih kemen lâ zenbe leh". Tövbe etdi, tamam, halâs oldu, günahdan arındı, anasından doğduğu gibi oldu. Bırak o vaktiyle kelimesini. Geçmişdeki rahmetlileri karışdırırsak iş felâket olur sonra. "Ben onun cemâziyelevvelini bilirim". Ben de senin cemâziyelevvelini biliyorum. Daha evvelden menî idik, hep beraber. Yani iğrenç bir su parçasıydık. Onun için kalbler döndüğü gibi gözleri de döndüren Allah'dır zamanla. 

Onun için dâimâ bak dikkat buyurun, üzerinde çok incelikle durun yani, her gün güneşi gördüğün için, güneşin çıkması sana bir âyet gelmiyor. Unutmuşsun, hall-i hamur olmuşsun yani. Büyük âyet o güneşin semâya çıkması. Artık dünyâ mı çıkıyor, güneş mi çıkıyor orasını konuşmuyorum, sana anlatmak için söylüyorum bu sözü. Günde beş vakit namaz var, kırk rekat var, her rekatda "ihdine's-sırâta'l-müstakîm" diyorsun, bak dikkat et buna. "Yâ Rabbi sırât-ı müstakîm olan dîn-i islâmda sâbit-i kadem et, benim kalbimden îmânımı alma" diyorsun Cenâb-ı Hakk'a. Mühim çok. Kalb döner. Akşam velî olan sabah kâfir olabilir. O velî-i hâssa vardır, onlar müstesnâdır, onlara sözümüz yok. Her mü'min velîdir. Akşam zengin olan sabah fakîr olabilir. Akşam mü'min sabahleyin kâfir, sabah kâfir akşam mü'min olabilir. Gönüller döner. Açık bir ova gibidir. Onun için dâimâ Hakk Teâlâ ile mutabakatı eksiltmeyeceksin kalbde yani. Dâimâ Allah'dan alâkayı kesmeyeceksin. "Yâ Rabbi aman îmân ile götür beni âhirete" diyeceksin. 

Kalbi döndü, zamânı geldi, vurdu İmâm-ı Ali'yi. Getirdiler huzûruna. Şimdi soruyor. Ki İmâm-ı Ali'nin sorması hak ve gerçek. Bize duyuracak. Eğer duyurmasaydı sû-i zanlar ortaya gelirdi. Bazı husûsâtda insanların söylemesi lâzım gelir. Yanında bir kimseyi götürürsen, bir kadın filan filan böyle, halk şübhelenebilir senden, onun için, "Bu benim kardeşimdir yâhud âilemdir" diyebilirsin yani doğrusunu söylersin. Halkın kalbinden şübheyi gidermek için. Onun için Cenâb-ı Ali burada ne yapıyor, bize kendisinin durumunu beyân ve halkın üzerinden düşmanları tarafından kendisine yapılacak iftiraları redd için soruyor, İbn Mülcem'i çağırtdı. Zehirli kılıçla vurdu İmâm-ı Ali'yi hâin. "Sana ne yapdım? Ekmeğine mi mâni oldum?". "Hâşâ" dedi. "Peki, iffet ırzına mı dokundum?". "Hâşâ Yâ İmâm" dedi. Kâtiliyle konuşuyor halkın huzûrunda, mahkemede. "Peki niye bana lâyık gördün kılıç vurmayı?". Cevâb verdi, "El-hükmü lillah, hüküm Allah'ındır" dedi. Terbiyesizlik yapdı işte gene. O vakit İmâm-ı Ali buyurdu ki, "Sözün hak, niyetin bâtıl" dedi. Sözün gerçekdir, hakdır ama niyetin bâtıl. "Götürün bunu habs edin" dedi. Götürdüler. Hazret-i Haseneyn'i ve Hanefiyye'yi çağırdı yanına. Dedi ki, "Bak evlâdlarım, bu adam bana kılıçla vurdu, ben bunun kılıcyla yâ şehîd olurum, yâhud iyi olurum. İyi olursam bunun hakkındaki muamele benim şahsıma âiddir, bana âiddir. Ne yapacağımı ben biliyorum. Affederim. Ama şâyet şehîd olursam, Allah'ın ahkâmı geri kalmasın"

Çünkü ahkâm geri kalırsa, zâlimlere fırsat verilmiş olur. Meselâ hırsızlık yapanı öldürseler, hırsızlık durmaz. Mutlakâ adâlet tam yerini bulmalıdır. O vakit ibret olur kâinâta. Fesadların devâm etmesi, ahkâmın yerine gelmemesindendir. Hükümler verilmeye başlasın, işin rengi değişir hemeni, derhal. Elbet ki âdilâne, Allah'ın hükmü gibi, Allah'ın dilediği gibi olacak.   

Dedi, "Bu bana bir kılıç vurdu, siz bunu bir kılıçla ne yapınız, katledin, ahkâm yerin e gelsin, Allah'ın ahkâmı ki zâlimlere ibret ola". Ama iyi olursam onun hakkındaki mütalaa benimdir. Dedeniz Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâmdan işitdim, bir kelb dahi kudursa, ona ezâ ve cefâ etmeyiniz". Sonra İmâm-ı Ali'ye süt getirildi. Hazret-i İmâm sütü içmedi kendisi. O adama kinlenmedi yani beni vurdu diye. Sütü içmedi, dedi, "Bu sütü götürün, bir garîb var zindanda" dedi, "zindanda bir garîb var" dedi "ona götürün". Dediler "Yâ İmâm, hangi garîb?". "Bana kılıçla vuran" dedi, "şimdi o beni vurduğu için kimse ona bakmaz, herkes ona hakaretle nazar ediyor, bir garîbidr o şimdi, garîb o, elinden tutanı yok şimdi. Biz garîblerin, ne yaparız, elinden tutarız, götürün sütü o içsin" dedi. Kâtiline İmâm-ı Ali süt gönderdi. O hâin o sütü içmedi ve dedi ki, "İçine zehir koydunuz, beni öldüreceksiniz, bilmem ne olacak filan", lafları büyütdü. Geldiler dediler ki, "Yâ İmâm, gönderdiğiniz sütü içmiyor". "Neden içmiyor?". "İçine zehir koydunuz" diyor. "Ehl-i Beyt-i Mustafâ bu denâete tenezzül eder mi?" dedi, "Yapar mı bu işi hiç? Niye bize sû-i zann etdi böyle? Neden sû-i zann ediyor bize? Biz böyle denâeti irtikâb etmeyiz. Süt diye zehir verelim, bu olacak iş mi! Eğer gönderdiğim sütü içseydi", iyi dinle!, kulağını benden yana ver!, gaflet pamuğunu da kulağından sıyır çıkar!, "eğer gönderdiğim sütü içseydi yarın yevm-i kıyâmetde cennetin kapısına ayağımı dayar, eşiğine, evvelâ kâtilimi cennete koyar, sonra kendim girerdim" dedi. Kinlenmedi. Üzüldü. 

Bir kalbde kin olursa orada din olmaz. Onun için tavuk kaçdı, horoz uçdu, bilmem ne filan, böyle şey için ibâdullahın birbirini kırmaları, iblislerin peşlerine düşmeleri hiç doğru değildir. Allah yolu apâşikârdır. Gel, felâket günleri çatmadan, bu yoldan dön sen gerisin geriye. Hak yola gel, Hazret-i Muhammed'in çizdiği yola. Felâket günleri yaklaşdı. Böyle devâm ederse, sen nâdim olacaksın. Çünkü mü'minlere gelen beliyye beliyye sûretinde iltifât-ı ilâhîdir. Bak tekrar ediyorum, söylediğim sözü düşün tefekkür eyle. Mü'minlere gelen beliyye, musîbet, musîbet sûretinde mükâfât-ı ilâhîdir. Ama kâfire gelen musîbet, zâlime gelen musîbet musîbet-i azîmedir. Şeytan'a hizmet edenler, siz bu tarafa doğru gelin. Gelmezseniz o yolda siz sonra çok pişmân olacaksınız. Ve ellerinizi ısırcaksınız, saçlarınızı, sakallarınızı yolacaksınız.

Bilmiş olunuz ki mü'minler kardeşinizdir. Kardeş kardeşin kanını dökmesin. Kardeş kardeşe bağrını açsın. Kardeş kardeşi kucaklasın. Düşman hazır beklemekde. Ve düşmanın katiyyen ve kâtıbeten merhameti yokdur. O Alevîymiş bu Sünnîymiş , bu Şâfîîymiş bu Mâlikîymiş, bu Şîâymış, böyle bir şeyi katiyyen düşünmez, en büyük kabahatin islâm olmandır, Muhammedî olmandır. Bu îmânın senin başını yemeğe kâfî gelir, hiç merâk etme. Aramaz yani Sünnî, Şâfiî, Hanefî, Mâlikî, Şîa, Mutezile, Zeydî Meydî filan hiç aramaz. Belki bir tarafı imhâ etmek için bir tarafı kullanır, ondan sonra, onun işini bitirdikden sonra, taharet bezi gibi onu da bir çuvalın içerisine, fırına atar yakar. Onun için tevhîd nûru mü'minlerin kalblerini münevverleşdirmiş, hak ve hakîkati onlara göstermişdir. "Lâilâheillallah" Allah'ın kılıcıdır, Allah'ın burağıdır, Allah'ın nûrudur. "Lâilâheillallah" kılıcı, kâfirlerin başına iner, nefs-i emmârenin kafasına iner. Gel sen tevhîd ile bağrını, kalbini, zâhirini, bâtınını nûrlandır ve mü'min kardeşine bağrını aç. Kini terket. Kin yerine sevgiyi koy. Mü'min kardeşine gadablanacağına himiyyeti yerleşdir, daha hayırlıdır. Mâl, câh için kavga gürültü ediyorsun, bunun yerine de Allah ve Muhammed'in sevgisini koyarsan sana kâfî gelecek. Ki sen Muhammedîsin, sen en yüce makâmâtı ihrâz etdin. Cennet senin için hazırlandı ve süslendi. Allah cemâlini sana hazırladı. Nereye bakarsan Hakk'ın cemâline dönüyorsun ama farkında değilsin. Senin için bunlar hep, Ümmet-i Muhammed için. Allah indinde de en mukaddes olan kişiler, müttakîlerdir. Kimsenin kimseye hiç bir fazîleti olamaz, kim ki Allah indinde müttakîdir, Allah'dan korkar, o kimse yücedir. 

Vallâhu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.

www.muzafferozak.com

Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 25 Nisan 1980 (10 Cemâziyyülâhir 1400) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön