Büyük velîlerden birine gelmişler mürîdleri, demişler ki, "Şeytan bizim îmânımızı alıyor". Hazret Şeytan'ı çağırtmış, demiş ki, "Bizim mürîdlerin îmânını alıyormuşsun". Şeytan, "Hâşâ" demiş, "Bende o kudret yokdur, onlar îmânlarını atarlar, biz onların atdıkları îmânı alırız" demiş.
Gene bir veliyyullahın huzûrunda birisine "Niye bu zinâyı etdin?" demişler. "Ben yapmadım, Şeytan bana yapdırdı" demiş. Der demez, o velî ona şu cevâbı vermiş, "Âdem Peygamber'e secde etmeyen Şeytan, sana pezevenklik mi yapacak, terbiyesiz herif!" demiş.
Kendinden bileceksin hepsini. Şeytan'dan Allah'a sığın ve her şeyi kendinden bil ve kendinde bul. Hakk da sende, Şeytan da sende. Cennet de sende, cehennem de sende. Arş da sende, kürsî de sende. Kendini hâriç bilme. Ne varsa kâinâtda, bu âlem-i sugrâ gördüğün, sen âlem-i kübrâsın. Zâhirde küçük âlem görünüyorsun, büyük âlemsin. Bu kâinât zâhirde büyük âlem görünüyor, senin yanında küçük âlemdir. Senin için halk olunmuşdur.
Biz besmelelilerden bahsediyoruz, piçlerden değil. Bütün beşeriyetin çekdiği, gayr-ı meşrû olan çocuklardır, beşeriyeti felâkete götüren, sürükleyen. Ufak bir tohum ekersen yere o tohum nasıl ki yüz tâne tohum verirse, ister iyilik ister kemlik, muhakkak böyle zâhir olur kâinâtda. Bunu unutma sakın hâ!
İkincisi, meşrû olan. Ebeveyni besmeleyle yanaşmış, Hakk'ın emriyle evlenmişler, ondan gelen çocuklar. Kur`ân-ı Kerîm'in bahsetdiği şimdi orası. "Ey insanoğlu, biz sizi bir kadınla bir erkeğin izdivâcından halk eyeldik. Millet millet, şube şube, kabîle kabîle halk etdik, ayırdık. Ama içinizde hiç bir kimsenin bir kimseye fâikiyyeti yokdur. Ancak tevhîd ve takvâ". İlle takvâ, Hakk korkusu. Evvelâ tevhîd. Tevhîd, bir ağaçdır ki, kökleri yedi kat yerin altına gitmiş ve gövdesi semâya ulaşmış, dalları yedi kat semânın fevkine geçmişdir. Bu, "Lâilâheillallah"ın misâlidir. Onun için bütün mü'minler, renk, ırk, şu, bu, hiç bir fâikiyyeti yokdur, ancak takvâ iledir. Ve bütün mü'minler kardeşdirler. Sakatı, sağlamı, fakîr, zengini, hastası, sıhhatlisi, renklisi, renksizi.
Cenâb-ı Hakk gene âyet-i kerîmenin alt tarafında, "inneme'l-mü'minîne ihvetün, bütün mü'minler ihve, kardeşdirler". Nereden? Üç yoldan kardeşdirler. Birisi, Âdem'in çocuklarıdır. Hepsi Âdem Peygamber'in sulbünden gelmişdir. İkincisi, manevî olarak babamız Muhammed Mustafâ'dır. Çünkü yol iki türlüdür. Bir döl evlâdı vardır, bir yol evlâdı vardır. Döl evlâdı, zürriyyetinden gelen. Yol evlâdı, senin yolundan yürüyen, senin izinden gidendir. Ümmet-i Muhammed'in kâffesi Âl-i Muhammed'dendir ve Evlâd-ı Muhammed'dendir. Neden? Mâdem ki Resûlulllah'ın çizdiği yoldan, Peygamber'in getirmiş olduğu şerîat-ı garra-i Ahmediyyeden yürümekdedir, O'nun yolundan gitdiği için Âl-i Muhammed'den sayılırlar. Bir de Âl-i Muhammed var ki, Peygamberimizin bi-zâtîhî sulb-i pâkinden gelmiş, onlar bizim hidâyet yıldızlarımız, imâmımız mevkiindedir. Şerefin ondan. Üçüncüsü, dîn kardeşliği, dînde kardeşiz.
Kusurlar bırakılacak. Kînler atılacak. Senlik benlik bırakılacak. Kâfirin, zındığın, melûnun peşine düşülmeyecek. Allah yolu apâşikâr, nûrlu yol, Hazret-i Muhammed'in çizdiği yol duruyor burada şimdi. Sen onu bırakıp İblis'e tâbi olmayacaksın. Ve birleşeceksin. Kîni kaldıracaksın içinden, kîn. Hangi kalbde kîn varsa, o kalbde dîn yokdur. Sana yüzlerce kıssasını, menâkıbını söyleyelim, bildirelim. Bak sana en büyük önderlerimizden ilim şehrinin kapısı olan Hazret-i Ali kerremallahu vechenin bir kıssasını anlatayım sana bak. Aklın, izânın varsa eğer, bu sana kâfî gelecek.
İbn Mülcem Hazret-i Ali'nin hüddâmıydı, hizmetçisiydi yani. Ona dedi ki Hazret-i Ali, "Benim katlim senin elindedir. Hüküm böyle kazâ olunacak" dedi. "Aman" dedi "Yâ İmâm, sen ne yapıyorsun, bu sözü bana nasıl söylersin, hemen beni katlet burada, ellerim benim kurusun sana el kaldıracağıma". "Yok" dedi, "suç icrâ olunmayınca hüküm infâz olunmaz, suçu icrâ et ki hüküm infâz oluna". Zamanlar geçdi...
Zamanlar tebdîl olunduğu gibi, kalbler de tebdîl oldu. Zamanla kalbler tebdîl olunur. Mukallibe'l-kulûbu ve'l-ebsâr Allah'dır. Kalbleri ve gönülleri çeviren Allah'dır yani. Onun için bazı zevâta bakıyorsun, vaktiyle sefîhmiş, içermiş, şuymuş buymuş, bilmem neler yaparmış filan filan, namaza başlıyor, tövbekâr bir insan oluyor, bazı ayna misâli olan zevât, "Yâ sen bakma onun sofuluğuna, vaktiyle o şöyleydi" filan diyor. Canım vaktiyle geçmiş o, bitdi o vaktiyle. "et-tâibü min zenbih kemen lâ zenbe leh". Tövbe etdi, tamam, halâs oldu, günahdan arındı, anasından doğduğu gibi oldu. Bırak o vaktiyle kelimesini. Geçmişdeki rahmetlileri karışdırırsak iş felâket olur sonra. "Ben onun cemâziyelevvelini bilirim". Ben de senin cemâziyelevvelini biliyorum. Daha evvelden menî idik, hep beraber. Yani iğrenç bir su parçasıydık. Onun için kalbler döndüğü gibi gözleri de döndüren Allah'dır zamanla.
Onun için dâimâ bak dikkat buyurun, üzerinde çok incelikle durun yani, her gün güneşi gördüğün için, güneşin çıkması sana bir âyet gelmiyor. Unutmuşsun, hall-i hamur olmuşsun yani. Büyük âyet o güneşin semâya çıkması. Artık dünyâ mı çıkıyor, güneş mi çıkıyor orasını konuşmuyorum, sana anlatmak için söylüyorum bu sözü. Günde beş vakit namaz var, kırk rekat var, her rekatda "ihdine's-sırâta'l-müstakîm" diyorsun, bak dikkat et buna. "Yâ Rabbi sırât-ı müstakîm olan dîn-i islâmda sâbit-i kadem et, benim kalbimden îmânımı alma" diyorsun Cenâb-ı Hakk'a. Mühim çok. Kalb döner. Akşam velî olan sabah kâfir olabilir. O velî-i hâssa vardır, onlar müstesnâdır, onlara sözümüz yok. Her mü'min velîdir. Akşam zengin olan sabah fakîr olabilir. Akşam mü'min sabahleyin kâfir, sabah kâfir akşam mü'min olabilir. Gönüller döner. Açık bir ova gibidir. Onun için dâimâ Hakk Teâlâ ile mutabakatı eksiltmeyeceksin kalbde yani. Dâimâ Allah'dan alâkayı kesmeyeceksin. "Yâ Rabbi aman îmân ile götür beni âhirete" diyeceksin.
Kalbi döndü, zamânı geldi, vurdu İmâm-ı Ali'yi. Getirdiler huzûruna. Şimdi soruyor. Ki İmâm-ı Ali'nin sorması hak ve gerçek. Bize duyuracak. Eğer duyurmasaydı sû-i zanlar ortaya gelirdi. Bazı husûsâtda insanların söylemesi lâzım gelir. Yanında bir kimseyi götürürsen, bir kadın filan filan böyle, halk şübhelenebilir senden, onun için, "Bu benim kardeşimdir yâhud âilemdir" diyebilirsin yani doğrusunu söylersin. Halkın kalbinden şübheyi gidermek için. Onun için Cenâb-ı Ali burada ne yapıyor, bize kendisinin durumunu beyân ve halkın üzerinden düşmanları tarafından kendisine yapılacak iftiraları redd için soruyor, İbn Mülcem'i çağırtdı. Zehirli kılıçla vurdu İmâm-ı Ali'yi hâin. "Sana ne yapdım? Ekmeğine mi mâni oldum?". "Hâşâ" dedi. "Peki, iffet ırzına mı dokundum?". "Hâşâ Yâ İmâm" dedi. Kâtiliyle konuşuyor halkın huzûrunda, mahkemede. "Peki niye bana lâyık gördün kılıç vurmayı?". Cevâb verdi, "El-hükmü lillah, hüküm Allah'ındır" dedi. Terbiyesizlik yapdı işte gene. O vakit İmâm-ı Ali buyurdu ki, "Sözün hak, niyetin bâtıl" dedi. Sözün gerçekdir, hakdır ama niyetin bâtıl. "Götürün bunu habs edin" dedi. Götürdüler. Hazret-i Haseneyn'i ve Hanefiyye'yi çağırdı yanına. Dedi ki, "Bak evlâdlarım, bu adam bana kılıçla vurdu, ben bunun kılıcyla yâ şehîd olurum, yâhud iyi olurum. İyi olursam bunun hakkındaki muamele benim şahsıma âiddir, bana âiddir. Ne yapacağımı ben biliyorum. Affederim. Ama şâyet şehîd olursam, Allah'ın ahkâmı geri kalmasın"
Çünkü ahkâm geri kalırsa, zâlimlere fırsat verilmiş olur. Meselâ hırsızlık yapanı öldürseler, hırsızlık durmaz. Mutlakâ adâlet tam yerini bulmalıdır. O vakit ibret olur kâinâta. Fesadların devâm etmesi, ahkâmın yerine gelmemesindendir. Hükümler verilmeye başlasın, işin rengi değişir hemeni, derhal. Elbet ki âdilâne, Allah'ın hükmü gibi, Allah'ın dilediği gibi olacak.
Dedi, "Bu bana bir kılıç vurdu, siz bunu bir kılıçla ne yapınız, katledin, ahkâm yerin e gelsin, Allah'ın ahkâmı ki zâlimlere ibret ola". Ama iyi olursam onun hakkındaki mütalaa benimdir. Dedeniz Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâmdan işitdim, bir kelb dahi kudursa, ona ezâ ve cefâ etmeyiniz". Sonra İmâm-ı Ali'ye süt getirildi. Hazret-i İmâm sütü içmedi kendisi. O adama kinlenmedi yani beni vurdu diye. Sütü içmedi, dedi, "Bu sütü götürün, bir garîb var zindanda" dedi, "zindanda bir garîb var" dedi "ona götürün". Dediler "Yâ İmâm, hangi garîb?". "Bana kılıçla vuran" dedi, "şimdi o beni vurduğu için kimse ona bakmaz, herkes ona hakaretle nazar ediyor, bir garîbidr o şimdi, garîb o, elinden tutanı yok şimdi. Biz garîblerin, ne yaparız, elinden tutarız, götürün sütü o içsin" dedi. Kâtiline İmâm-ı Ali süt gönderdi. O hâin o sütü içmedi ve dedi ki, "İçine zehir koydunuz, beni öldüreceksiniz, bilmem ne olacak filan", lafları büyütdü. Geldiler dediler ki, "Yâ İmâm, gönderdiğiniz sütü içmiyor". "Neden içmiyor?". "İçine zehir koydunuz" diyor. "Ehl-i Beyt-i Mustafâ bu denâete tenezzül eder mi?" dedi, "Yapar mı bu işi hiç? Niye bize sû-i zann etdi böyle? Neden sû-i zann ediyor bize? Biz böyle denâeti irtikâb etmeyiz. Süt diye zehir verelim, bu olacak iş mi! Eğer gönderdiğim sütü içseydi", iyi dinle!, kulağını benden yana ver!, gaflet pamuğunu da kulağından sıyır çıkar!, "eğer gönderdiğim sütü içseydi yarın yevm-i kıyâmetde cennetin kapısına ayağımı dayar, eşiğine, evvelâ kâtilimi cennete koyar, sonra kendim girerdim" dedi. Kinlenmedi. Üzüldü.
Bir kalbde kin olursa orada din olmaz. Onun için tavuk kaçdı, horoz uçdu, bilmem ne filan, böyle şey için ibâdullahın birbirini kırmaları, iblislerin peşlerine düşmeleri hiç doğru değildir. Allah yolu apâşikârdır. Gel, felâket günleri çatmadan, bu yoldan dön sen gerisin geriye. Hak yola gel, Hazret-i Muhammed'in çizdiği yola. Felâket günleri yaklaşdı. Böyle devâm ederse, sen nâdim olacaksın. Çünkü mü'minlere gelen beliyye beliyye sûretinde iltifât-ı ilâhîdir. Bak tekrar ediyorum, söylediğim sözü düşün tefekkür eyle. Mü'minlere gelen beliyye, musîbet, musîbet sûretinde mükâfât-ı ilâhîdir. Ama kâfire gelen musîbet, zâlime gelen musîbet musîbet-i azîmedir. Şeytan'a hizmet edenler, siz bu tarafa doğru gelin. Gelmezseniz o yolda siz sonra çok pişmân olacaksınız. Ve ellerinizi ısırcaksınız, saçlarınızı, sakallarınızı yolacaksınız.
Bilmiş olunuz ki mü'minler kardeşinizdir. Kardeş kardeşin kanını dökmesin. Kardeş kardeşe bağrını açsın. Kardeş kardeşi kucaklasın. Düşman hazır beklemekde. Ve düşmanın katiyyen ve kâtıbeten merhameti yokdur. O Alevîymiş bu Sünnîymiş , bu Şâfîîymiş bu Mâlikîymiş, bu Şîâymış, böyle bir şeyi katiyyen düşünmez, en büyük kabahatin islâm olmandır, Muhammedî olmandır. Bu îmânın senin başını yemeğe kâfî gelir, hiç merâk etme. Aramaz yani Sünnî, Şâfiî, Hanefî, Mâlikî, Şîa, Mutezile, Zeydî Meydî filan hiç aramaz. Belki bir tarafı imhâ etmek için bir tarafı kullanır, ondan sonra, onun işini bitirdikden sonra, taharet bezi gibi onu da bir çuvalın içerisine, fırına atar yakar. Onun için tevhîd nûru mü'minlerin kalblerini münevverleşdirmiş, hak ve hakîkati onlara göstermişdir. "Lâilâheillallah" Allah'ın kılıcıdır, Allah'ın burağıdır, Allah'ın nûrudur. "Lâilâheillallah" kılıcı, kâfirlerin başına iner, nefs-i emmârenin kafasına iner. Gel sen tevhîd ile bağrını, kalbini, zâhirini, bâtınını nûrlandır ve mü'min kardeşine bağrını aç. Kini terket. Kin yerine sevgiyi koy. Mü'min kardeşine gadablanacağına himiyyeti yerleşdir, daha hayırlıdır. Mâl, câh için kavga gürültü ediyorsun, bunun yerine de Allah ve Muhammed'in sevgisini koyarsan sana kâfî gelecek. Ki sen Muhammedîsin, sen en yüce makâmâtı ihrâz etdin. Cennet senin için hazırlandı ve süslendi. Allah cemâlini sana hazırladı. Nereye bakarsan Hakk'ın cemâline dönüyorsun ama farkında değilsin. Senin için bunlar hep, Ümmet-i Muhammed için. Allah indinde de en mukaddes olan kişiler, müttakîlerdir. Kimsenin kimseye hiç bir fazîleti olamaz, kim ki Allah indinde müttakîdir, Allah'dan korkar, o kimse yücedir.
Vallâhu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.