Kırklar Meclisinde 38 Gün Kalan Kelâmî Efendi

7 Ağustos 2019 tarihinde yayınlanmıştır.

Tasarruf
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri eski bir yazmada gördüğü bir ibretli kıssayı şöyle  anlatmışlardı :
Kelâmî Efendi adında bir zât anlatıyor. Bir Ramazan günü, Leyle-i Kadir'de pâdişâh-ı âlem olan 2. Selîm Hân, irâde-i şâhâne edip bütün İstanbul halkının Ayasofya Câmisinde toplanıp, koleranın def'i için duâ edilmesini murâd etmişdi. Pâdişâh-ı âlem Sultân Süleymân Hân'ın süt kardeşi olan Yahyâ Efendi Hazretlerinin Ayasofya'ya gelip, tâûnun def'i için duâ edeceği ilân olundu. Yahyâ-yı Beşiktâşî, Kânûnî Sultân Süleymân'ın süt kardeşidir. Şeyh Efendi'yi görmek bir mesele idi zîrâ pek dışarı çıkmazdı. Biz de Ayasofya'nın yolunu tuttuk. O akşam Ayasofya'ya toplanan İstanbul halkı elli beş bin küsurdu. Çünkü pâdişâhın irâdesiyle herkes parmak ya da mühür basdı. Yani gelenleri tek tek tesbît etmişler. Akşam namazında sevâbı çok diye en ön safa geçdim, namazı orada kıldım. İftarı da orada yapdım. Yatsı ezânı okundu, terâvihi kıldık, oturduk. Yahyâ Efendi Hazretleri geldi, kürsüye çıkdı. "Sallû 'alâ resûlinâ Muhammed" dedi, biz de yüzümüzü ona döndürdük. O aralık karnımda bir gürültü peydâ oldu. Gümbürrrr burlrlrlrlrlr gurlrlrlrr. Karnım kale kösü gibi gümbürdedi. Kolera var. Eyvâh! Nereye giderim? Câmide elli beş bin kişi var, ben en ön safdayım. Perîşân oldum. Felâketin büyüğü! Ne yapayım, ne yapayım, hemen Hazret-i Şeyh'e sığındım, Yahyâ Efendi Hazretlerine murâkebe ettim. Ona murâkebe eder etmez yanımdaki adam, "Kardeşim sen biraz sıkışdın gâliba" dedi. "Evet" dedim. "Gel buraya" dedi ve cübbesini kaldırdı, ben cübbesine girdim, kolundan Kağıthâne Çayırına çıkdım. "İşini yap, gel" dedi. Gittim, rahatladım, temizlendim, abdestimi aldım, geldim, cübbenin kolu orada duruyor. Cübbenin kolundan içeri girip Ayasofya'ya çıkdım. 
Bu kerâmeti gördükden sonra onu hiç bırakır mıyım, hemen o velînin koluna yapışdım. Neyse duâ bitti, senâ bitti, herkes dışarıya çıkıyor, ben de onun peşinden dışarıya çıkdım. Tam orta kapıdan dışarı çıkdık, dedi ki, "Bak, sen Hazret-i Pîr'e râbıta yapdın, o da bize teveccüh etdi, ben de senibu belâdan kurtardım, bırak benim yakamı!".  Ben de dedim ki, "Ben seni gökde ararken yerde buldum, öldüresen seni bırakmam". O bana, "Çok fenâ yaparım seni" dedi. Ben de, "Ne yaparsan yap" dedim. Böyle bir döndü, ben de onunla berâber mâcuncu fırıldağı gibi döndüm. "Sen benim başıma belâmısın be adam" dedi. "Öldürsen bile seni bırakmam" diye ısrar ettim. Oradan helâya girdi. Ben bırakır mıyım, helânın kapısına oturdum. Bir müddet sonra kapı açıldı, içerden bir delikanlı çıkdı, genç bir yeniçeri. Acemi oğlanlarından belinde yatağanı matağanı filan. Haydi ben peşinden. "Çekil ulan! Ne istiyorsun! Delikanlıya el uzatmaya utan mıyor musun!" filan dedi. "Ne yaparsan yap, bağır istersen" deyince, "Hay Allah cezânı versin! Peki öyleyse gel benimle berâber ama sen bizim işimize tahammül edemezsin, kaldıramazsın, kolay iş değildir" dedi. "Ne olursa olsun ben seninle geleceğim" diye ısrar ettim. "Haydi gel benimle" dedi ve bizi Akbıyık'a götürdü, gece vakti orada bir kapıyı çaldı, kapıyı bir siyâhî açdı, o masallarda anlatılan gibi, bir dudağı yerde bir dudağı gökde. Beni göstererek, "Kim bu?" diye sorunca, "Tâlib" dedi. "Peki gelsin içeri bakalım" dedi ve beni pür hiddet içeri aldılar. Yukarı çıkdık, yukarıda, otuz sekiz gün boyunca ne yedik, ne içdik, ne uyuduk.
Otuz sekizinci gün "Kutb-i âlem geliyor" dediler. Kutb-i âlem geldi, meğerse orası kırklar meclisi imiş. Kutb-i âlem "Bu kim?" dedi, "tâlib" dediler. Beni oraya götüren zât bana sıkı sıkı tenbîh etti, "Sakın hiç bir şeye karışma! Herşeyi sükût ile karşıla, bilmediğin şeye elini sürme, burnunu sokma!" dedi. "Peki" dedim. Ortaya bir radar getirdiler, bir leğen su. Bir de bakdık leğenin içinde, bir arslan dünyâ güzeli bir kızla bir oğlanı kovalıyor, parçalayacak. Hemen ben elimi attım ve arslanı tuttum, gençleri kurtardım. Bana çıkışdılar, "Bir daha karışma!" dediler. Sonra ikinci bir sahne peydâ oldu. Bir gemi batmış, gemiden denize dökülenlerden bazıları yüzerek kıyıya geldiler, kayalıklardan yukarı çıkıyorlar. Birisinin eli kaydı ve denize düşdü, ben hemen onu tutup çıkarınca elime vurdular "Bir daha sakın karışma!" dediler. Üçüncüde bir de bakdık, karşıdan iki gemi zuhûr etdi, biri müslüman kalyonu, üstünde sancâk-ı şerîf var, diğer kâfir gemisi, üstünde istavroz var. Geldiler, denizin ortasında rampa ettiler, iki taraf baltayla satırla birbirlerine girdiler. Fakat kâfirler müslümanları kırdılar. Kırınca ben dayanamadım ve kâfir kalyonuna bir vurdum, o battı. Bana, "Senin işim tamam oldu. Sen bu işi kaldıramazsın. Senin için bu kadarı kâfî" dediler. Kutb-i âlem dedi ki, "Bu, âşık bir zât ama sabrı kıt. Cenâb-ı Hakk'ın tecelliyâtını hakkıyla kavrayamıyor. Ama mâdem ki burada otuz sekiz gün bizimle berâber kaldı, biz bunu buradan boş göndermeyelim, duâ edelim" dedi ve elini açdı, "Yâ Rabbi, bunun ömrünü uzun et, lokmasını bol et" dedi. Hepsi birden âmîn dediler, yürü dediler ve beni aldılar, götürdüler. 
Bir de bakdım Beyoğlunda bir meyhânedeyim. Girerken Akbıyık'da bir eve girdik, çıkarken Beyoğlunda Kosti'nin meyhânesinden çıkdık. Yeniçeriler içerde oturmuş içki içiyorlar. Beni görünce, "Vay Babalık, gelsene!" filan dediler. Ben yine imtihan var zannederek hiç ses çıkarmadım, onlarla oturdum. Bir kaç kadeh verdiler, ben yine imtihan var diye onları da içdim. Oradan sırtıma bir testi şarap yüklediler, "Haydi yürü bakalım" dediler, Unkapanına getirdiler. Unkapanında sırtımdaki şarap testisini aldılar, sırtımdan kürkümü aldılar, belimden para kesemi aldılar, beni orada bırakdılar. Orada öyle kalınca soyulduğumu anladım. Meğer evliyâdan hırsızların eline düşmüşüz. Fakat şimdi tam yüz elli yaşındayım. Kutb-i âlemin duâsı tuttu, yüz elli yaşındayım, Allah bana öyle bir nân u nimet ihsân etti ki, İstanbul'da fakîri zengini, kâfiri mü'mini lokmamı yemeyen kimse yokdur, pâdişâha varasıya kadar hepsinin kursağına benim lokmam düşdü. 

Efendi Hazretleri kıssayı tamamladıkdan sonra, "İstersen göstereyim kitâbı. Kitâbsızlara kitâb satıyorum ben Sahafhâne'de" buyurdular.  Bu nükteyi sık sık tekrar ederdi Efendi Hazretleri, "Kitâbsızlara kitâb satıyorum" derdi hep. Yani "Dînsizlere dîni teblîğ ediyorum, îmânsızları Allah'a çağırıyorum" demek isterdi.

Hükm eder sâhib-makâm dîvân-ı ehlullahda
Vâsıl-ı fermân-ı kutbiyyet bilinmek istemez
Cân gibi pinhândır cism-i cihânda vâsılîn
Mülk-i cânâna eden rıhlet bilinmek istemez
Gayret-i Hakk ehl-i Hakk'ı ketm ü  ihfâ eylemiş
Nüsha-yı kübrâ-yı hakkıyyet bilinmek istemez

www.muzafferozak.com

Listeye geri dön