HUTBE
Kâlallahu te'âla fî kitâbihi'l-azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَۚ وَحَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَف۪يقًاۜ
Ve men yuti'illahe verresûle fe ülâike me'allezîne en'amallahu 'aleyhim minennebiyyîne vesıddîkîne veşşühedâi vessâlihîn ve hasüne ülâike refîkâ.
Sadakallahü'l-azîm.
Kalbleri nûr-i îmân ile münevver, alınları Hakk'a secde etmekle sürûrlanan, dilleriyle Allah'ı tevhîd eden, gönülleriyle Allah'ı gönül veren, kıyâmet gününe inanan, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olanlar!
Duyunuz, biliniz ve böylece anlayınız ki, bu kâinât, muhabbet üzere vaz' olunmuşdur yani muhabbetle kurulmuş, muhabbetle vaz' olunmuşdur. Buna binâen Cenâb-ı Hakk, habîb-i edîbi Muhammed Mustafâ'ya bir hadîs-i kudsî ile "Levlâke levlâk lemâ halaktü'l-eflâk" yani "Habîbim Ahmed, seni halk etmeseydim, eflâki, felekiyyâtı yani bu cihânı halk etmeyecekdim" buyurmuşdur. Diğer bir kudsî hadîsde de Cenâb-ı Hakk, kendisinin gizli bir hazîne olduğunu, bu hazînenin bilinmesinin zâtına sevdirildiğini ve mahlûkâtı halkederek kendisini izhâr etttiğini beyân etmişdir. Yani iş muhabbetle olmuşdur. İş muhabbetle başlamış, muhabbetle bitmişdir.
Muhabbetden Muhammed oldu hâsıl
Muhammedsiz muhabbetden ne hâsıl
En büyük se'âdet, en büyük selâmet, en büyük lutf u kerem-i ilâhî, ni'met-i 'uzmâ, Resûl-i Ekrem gibi cümle enbiyânın serdârı, cihâna rahmetellilâlemîn olarak gönderilen, Habîb-i Hudâ'ya bizim ümmet olmamızdır, bizim için bu kâfîdir.
Allah, hiç bir nebînin hayâtına kasem etmemişdir ancak Resûl-i Ekrem'in hayâtına kasem etmişdir. "Hayâtın hakkı için Habîbim Muhammed" demişdir. Sallallahu aleyhi vesellem. Düşünün! Yerin göğün sâhibi, bilinen ve bilinmeyen âlemlerin mâliki olan Allah, habîb-i edîbine "Habîbim! Senin hayâtın hakkı için" demişdir. Yine Duhâ Sûresinde, "Vedduhâ, velleyli izâ secâ, mâ vedde'ake rabbüke vemâ kalâ" âyetlerinde "duhâ", Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellemin cemâli, "velleyli izâ secâ" ise Resûl-i Ekrem'in siyah saçlarıdır. Allah habîbinin cemâlinde ve siyah saçlarına yemîn etmişdir. Ve aynı zamanda "duhâ", Resûl-i Ekrem'in doğduğu vakte işâretdir. Hazret-i Allah, Resûl-i Ekrem'in doğduğu sâate, âna yemîn etmişdir.
Resûl-i Ekrem'in kadr-i vâlâsı gâyetle yücedir. Arş-ı Rahmân, Resûl-i Ekrem'in ayağının tozuyla tezyîn olunmuşdur. Hattâ Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem diyor ki, "Mi'râc gecesi ben arşa vardığım vakit, ayakkabılarımı çıkarmak istedim, Cenâb-ı Hakk bana buyurdu ki, 'Habîbim Ahmed! Ayakkabılarını ayağından çıkarma, benim arşımsa sen ayakkabınla bas' dedi. Ben dedim ki 'Yâ Rabbi, kardeşim Tûr-i Sînâ'da iken ona, fahla' na'leyk/ayakkabılarını çıkar!, diye emr ü fermân buyurmuşdun. Tûr-i Sînâ kürre-i ardda bir yerdir, halbuki burası arş-ı Rahmân'dır' dediğim vakit, "O benîm kelîmimdir, sen benim habîbimsin, senin ayakkabılarının tozlarıyla benim arşım iftihar eder" buyurmuşdu. Resûl-i Ekrem'in yüceliğini düşün!
Resûl-i Ekrem, hiç bir nebînin eremediği makâm-ı ulyâya, tevhîd-i ef'âle, tevhîd-i sıfâta ve tevhîd-i zâta ermişdir. Sallallahu aleyhi vesellem. Hepsi de âyetle sarîhdir. Allahu Teâlâ Kur`ân-ı Kerîm'de bunları sarahaten beyân etmişdir. "وَمَا رَمَيْتَ إِذْ رَمَيْتَ وَلَكِنَّ اللّهَ رَمَى vemâ rameyte iz rameyte velâkinnallahe ramâ" âyeti tevhîd-i ef'âle işâretdir, "لَقَدْ جَاءكُمْ رَسُولٌ مِّنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُم بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ lekad câeküm rasûlün min enfüsiküm azîz 'aleyhi mâ 'anittüm harîsun 'aleyküm bil mü'minîne raûfun rahîm" âyet-i celîlesi Resûl-i Ekrem'in tevhîd-i sıfâta erdiğini beyân eder, "إِنَّ ٱلَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ ٱللَّهَ يَدُ ٱللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ innellezîne yübâyi'ûneke innemâ yübâyi'ûnallahe yedullahi fevka eydîhim" âyet-i kerîmesi, Resûl-i Ekrem'in tevhîd-i zâta mâlik olduğunu izhâr eyler. Anlayanlara, âriflere...
Bu âlemde Resûl-i Ekrem'i, Abdullah'ın oğlu, Âmine'nin çocuğu bilenler, Peygamber'i bilmiş demek değildir. Ebû Cehil Peygamber'in anasını babasını sülâlesini daha iyi bilir. Resûl-i Ekrem'i bilmek, Allah'a mahsûsdur. Onun için salavât-ı şerîfede, Allahu Teâlâ bize emrettiği vakit, ki her cuma günü bu i'lân olunuyor ve Kur`ân'da da böyledir, her an i'lân olunmakdadır, "Ben Allahlığımla meleklerimle berâber habîbim Ahmed'e salât ediyorum, ey mü'minler, siz de O'na salât ediniz" diyor, biz ne diyoruz? "Allahümme sallli 'alâ Muhammed" yani "Yâ Rabbi sen salât et" diyoruz. Bunun ma'nâsı ne demek? "Habîbin Ahmed'e lâyık olan salavâtı biz kul ilmiyle bilemeyiz, onu ancak ilmullah ile sen bilirsin, O'na lâyık olan salavâtı sen ver" diyoruz Cenâb-ı Hakk'a. Celle Celâluhû.
Anlattığımız deryâdan bir katre, kürrelerden bir zerre, güneşlerden bir huzme. Resûl-i Ekrem'i medh etmiş olmadık, O'nun meddâhı Hazret-i Allah'dır, celle celâluhû. Yalnız şu var ki, böyle bir peygambere yevm-i kıyâmetde nasıl mülâkî olacağız ve onunla nasıl berâber olacağız? Bunu izhâr etmek istiyoruz. O'nun makâmı çok yüce, çok yüksek, biz ise günâh ile âlûde olmuş insanlarız. Şimdi bu hususda şu hadîs-i şerîfin meâlinden bahsedeceğim.
Günlerden bir mübârek gün, Mescid-i Nebî'ye bir a'râbî gelmiş, Resûl-i Ekrem'e "Yâ Resûlallah kıyâmet ne zaman kopar?" demiş.
Efendiler! Bir şey daha söyleyeceğim, iyi kulak veriniz ve sözümle âmil olunuz ve necâta eriniz. Resûl-i Ekrem'in sakın hâ mücerred ismiyle anmayınız, mutlakâ O'nun sıfatlarını da söyleyiniz ve ismini işittiğiniz vakitde, mutlakâ salavât-ı şerîfe getiriniz. Bir kimse, Cenâb-ı Peygamber'in mücerred ismini söylese, ameli habt olunur yani ameli bâtıl olur. Peygamber'i birbirimizi çağırır gibi çağırırsak amellerimiz habt olunur. Edeb lâzım, terbiye lâzım! Allah, Muhammedine edeb istiyor, O'na hürmet istiyor, O'na ta'zîm istiyor çünkü kendi de ta'zîm ediyor Hazret-i Allah. O'na zemîn âşık, zamân âşık, kevn ü mekân âşık, ard âşık, semâ âşık, cümle melâike âşık, Allah da âşık Muhammed Mustafâ'ya! Sallallahu aleyhi vesellem.

O zât, "Yâ Resûlallah kıyâmet ne zaman kopar?" deyince Resûl-i Ekrem bu soruya cevap vermedi ve kıbleye döndü, namaza durdu. Namazı bitirdi, cemâate hitâben "Soru soran kişi nerede?" diye sordu. O zât ayağa kalkdı ve "Yâ Resûlallah, ben sordum" dedi. Resûl-i Ekrem o zâta, "Ne yapacaksın kıyâmetin kopmasını? O bir emr-i mühimdir, olacakdır, kıyâmet kopacakdır. Sen kıyâmetin vaktini öğrenip ne yapacaksın, asıl sen kıyâmet günü için ne hazırladın?" diye sordu.
Hani bazı insanlar var, kendilerine kabir hazırlıyorlar, yüzbinlerce lira verip kabir hazırlıyorlar. Yâhû! Kendine kabir hazırlama, kendini kabre hazırla! Orası karanlıkdır, nûr götür. Oranın nûru tevhîd-i ilâhîdir, zikrullahdır, yoldaşı a'mâl-i sâlihadır. Bir çukur bulurlar seni beni oraya koyarlar. Kendine kabir hazırlama, kendini kabre hazırla!
Cenâb-ı Peygamber o zâta, "Kıyâmet bir emr-i mühimdir, olacakdır, sen kıyâmet günü için ne hazırladın?" dedi. İyi dinleyiniz, kulak veriniz! O zât da dedi ki, "Yâ Resûlallah!" Ashâb-ı kirâmın ileri gelenleri ekseriyâ Cenâb-ı Peygamber'e hitâb ederken "Fedâke ebî ve ümmî yâ Resûllah/Anam babam sana fedâ olsun yâ Resûlallah" derlerdi, öyle hitâb ederlerdi. Allah da Kur`ân'da "يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَقُولُواْ رَاعِنَا وَقُولُواْ انظُرْنَا yâ eyyühellezîne âmenû lâ tekûlû râ'inâ ve kûlûnzurnâ" diyor. Yani "Yâ Resûllah! Bana bak!" demeyiniz, "Nazar etmez misin yâ Resûlallah" deyiniz. Terbiye istiyor Allah. "Bana bak!" deme "Bana nazar etmez misin?" de. Birbirimizle konuşurken de böyle olmalı. Allah kabalığı sevmez. Resûl-i Ekrem hiç sevmez, gâyetle nâzikdir. Çünkü rahmetellilâlemîndir yani Allah'ın Rahmân ve Rahîm sıfatları kâinâta O'nunla tecellî etmişdir.
O zât dedi ki, "Yâ Resûlallah, vallahi kıyâmet günü için benim böyle uzun uzun ibâdetim yok, ben Allah'ın ferâizini yerine getiririm, yani beş vakit namaz kılarım, senede bir ay oruç tutarım, uzun uzun ibâdetlerim yok ama bir şey var ki, ben Allah'ı ve seni çok severim. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem ona müjde verdi. Dedi ki, "El mer'u meâ men ehabbe/Kişi sevdiği ile berâberdir. Ey a'râbî! Sen de benimle berâbersin" dedi. Sahâbe rıdvanullahi teâlâ aleyhim hazerâtı diyor ki, "Biz o güne kadar, hep korku içindeydik, yüreğimiz titriyordu, biz Resûl-i Ekrem ile aynı makâma varamayız, biz O'nun yüzünü göremezsek duramayız, çünkü biz O'na âşıkız. O, âhiret âleminde bizden ayrılırsa, O'nun makâmı âlî, ulyâ, biz dûn makâmda kalırsak, bizim hâlimiz nice olur diye endîşe ediyorduk. Bu hadîs ile anladık ki, kişi sevdiği ile berâberdir". Demek ki Yüce Peygamber'i kim seviyorsa, O Allah'ın Sevgilisi'ni, O'nunla berâberdir, sallallahu aleyhi vesellem.
Şimde Efendim! Burada bir söz daha var, vakit dar ama, söylemeden geçemeyeceğiz. "Temâyülât-ı kalbiyye, ef'âl-i ihtiyâriyyeden değildir". Yani bir adam, bir adamı zorla sevemez. Peki öyleyse Peygamber'i nasıl seveceğiz? Allah'ı nasıl seveceğiz? Hakk sevgisi taraf-ı ilâhîden gelir. Fakat bu ilâhî sevgiyi da'vet etmek için, kul, Resûl-i Ekrem'in sünnetlerine riâyet ederek, Allah'a itâat ederse, Allah'ın muhabbetini üzerine celb eder, da'vet eder. Resûl-i Ekrem'in sünnetlerini yapar ve esmâsını andığı vakitde salavât-ı şerîfe getirirse, söyleye söyleye, ma'nâ tarlasına muhabbet tohumun atar, bir de onu gözyaşıyla sularsa, yakın bir zamanda, onun meyvasını yer.
Vallahu yed'û ilâ dârisselâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtil müstakîm.
Bâb-ı lutfunda gedâyım yâ Resûlallah meded
Sâil-i lutf u 'atâyım yâ Resûlallah meded
Nâr-ı hicrânın beni başdan başa etdi harâb
Ben de muhtâc-ı devâyım yâ Resûlallah meded
Nisbetinden etdi mahrûm cürm ü 'ısyân dağları
Mâil-i nefs ü hevâyım yâ Resûlallah meded
Yok hulûs ile ümidvâr olmak için tâ'atim
Müflis-i sâhib-recâyım yâ Resûlallah meded
Eyle Sâmî'ye lutuf Sıbteyn ü Zehrâ 'aşkına
Bende-I Âl-i Abâ'yım yâ Resûlallah meded
Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 12 Ağustos 1983 (3 Zilkade 1403) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.