Kitâbullah'a Tâbi Ol Resûlullah'a Teslîm Ol - Hutbe - 16 Mart 1979

16 Aralık 2022 tarihinde yayınlanmıştır.

Ezan

HUTBE

Kâlallahu te'âla fî kitâbihi'l-azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَلْتَنظُرْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ لِغَدٍ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
Yâ eyyühellezîne âmenû't-tekullâhe vel tenzur nefsün mâ kaddemet li gadin, vettekullah, innallâhe habîrun bimâ ta'melûn.
Sadakallahü'l-azîm.

Lütfen biraz öne doğru gelin, dîn kardeşlerinize yer veriniz. Azıcık öne doğru gelin sonra Cenâb-ı Hakk bize yer verir secde etmek için.

Okumuş olduğum âyât u beyyinât, ahkâmı eskimeyecek dâimâ genç ve dinç olan, Hakk'ın kelâmı, tahrîfden, tegayyürden berî, kıyâmete kadar insanlar ister inansın ister inanmasın, bu hükm-i Kur`ân'dan dışarı çıkamayacaklar. Yalnız kâfirin küfrü yanına kâr kalmayacak, mü'minin îmânı da bedâvaya gitmeyecekdir. Mutlakâ inananlar mükâfâtlarını, inanmayanların cezâlarını bulacaklardır. Hem dünyâda hem âhiretde.

İşte bu Kur`ân-ı Celîl'in yüz on dört sûre-i celîlesinden Sûre-i Haşr'dan okuduğum âyet-i kerîme, Sûretü'l-Haşr. Ki dâimâ sabah namazlarını kılmak nimetine erişen ve cemâate devâm eyleyen mü'minlerin sabah namazından sonra imam efendinin okumuş olduğu aşr-ı şerîf ki, akşam ve sabah bu sûre-i celîlenin nihâyeti yani, "hüvallahüllezî lâ ilâhe illâ hû"dan aşağıya kadar okunacak olursa, akşamdan okuyan sabaha kadar, Allah'ın hıfz u emânında, sabahleyin okuyan da sabahdan akşama kadar gene Allah'ın hıfz u emânındadır. Bu sûre-i celîle. İhmâl etmeyiniz, Kur`ân'dan bunu bulunuz ve ezberleyiniz. Bir çoklarımız biliriz, ezberimizdedir ya. Yani bilmeyenlere yerini söylüyoruz. Sûre-i Haşr. 

Kur`ân-ı Kerîm yüz on dört sûre. Yüz on dört sûreden Sûre-i Haşr sûre-i celîlesi, yani o sûreden okuduğum âyet-i kerîme. Şimdi vereceğimiz manâlar da, bugüne kadar aynı âyet üzerinde durduk, onun üzerinde işledik, Allah'ın bize bildirdiği kadar size söyledik. Sizin de anlamak kâbiliyetiniz, Allah'ın nasîbi kadar, siz de anladınız. Dinleyenler elbet ki. Çünkü bu iş âlem-i ervahda, "nahnu kasemnâ"da taksîmât yapılmışdır, herkes istidâdı mukâbilinde Kur`ân'dan nûr alabilir. Misâli, dünyânın dörtde üçü sudur değil mi, ama bir adam su içse, ne yapar, midesinin aldığı kadar su içer. Farz et ki deryâlar tatlı olsa, su içsek, insanın midesi aldığı kadar su içer. Kur`ân da bunun gibidir yani bir deryâ-yı ummân. Dünyâ deryâlarının nihâyeti var, Kur`ân'ın kelimâtının nihâyeti yokdur. Yani ne derinliği, ne sağı, ne solu, ne önü, ne ardı. Buna nihâyet yok çünkü kelâmullah. Allah'ın kelâmı olmak münâsebetiyle hâdis olamaz ve nihâyeti olamaz. Hakk'la beraber kâimdir. Hâfızın ağzından Kur`ân'ı okuyan Hakk Teâlâ'nın kendisidir. Konuşduğum söz acâib biraz. Çünkü hâdis olan, fânî olan, bâkînin kelâmını nasıl okuyacak. Yani Hakk'dır Kur`ân'ı okuyan. Onun için ister Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, tabîi O'nun fem-i mübâreklerini hiç bir şey tutamaz, Peygamber'in fem-i saâdetini, O'ndan işitildiği gibi, bir hâfız efendi de Kur`ân okuduğu vakitde, her hangi bir kimse Kur`ân okuduğu vakitde, o Kur`ân-ı Kerîm'i okuyan, onun ağzından Allah Celle Celâluhû Hazretleridir. 

Müezzin minâreye çıkıp seni Allah'a davet ediyor. O davet, müezzinin sözleri değildir, Hakk seni davet etmekdedir, müezzin ağzıyla. Mektûb-i Rabbânî. "Allahuekber Allahuekber". Bu davet kimin? İşte büyüklüğüne nihâyet olmayan Allah'ın daveti. Sonra müezzin "Eşhedü en lâ ilâhe illallah, O'ndan başka ilah yokdur ibâdete lâyık, ben şehâdet ederim" diyor. Sonra arkasından gene, "Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah". Müezzin ezân okuduğu vakitde, Hakk Teâlâ müezzini tasdîk etmekde, dinlemekde müezzini yani "Söyle söyle müezzin efendi, hak konuşuyorsun, Hakk kelâmını söylüyorsun" diyor Cenâb-ı Hakk, bizâtihî tasdîk ediyor. Yeri Râmuzü'l-Ehâdis'de, görürsün, biraz karıştırıp bulursan eğer. 

"Hayya ale's-salâh Hayya ales-salâh". Birinci "Hayya ale's-salâh", mü'minlere, ikincisi namaz kılmayanlara, yani îmân etmeyenlere. "Salâha koşunuz geliniz". Birincisi mü'minlere, ikincisi onlara. "Hayya ale'l-felâh". Birincisi mü'minlere, ikincisi inanmayanlara. "Gelin felâha!". Îmân edin diyor yani. Birini îmânda sebâta çağırıyor, tâata çağırıyor, takvâya çağırıyor, Allah'ı sevmeye çağırıyor. İkincisini nârdan kurtulmaya çağırıyor. 

Sonra altında ne var? Bitdi, davet bitdi.  Altında imzâ var. "Allahuekber Allahuekber". İmzâsı o. "Lâ ilâhe illallah". "Benden başka ibâdete lâyık bir Allah yokdur". Mektûb-ı Rabbâni. 

Onun için müezzinin ağzından okunan ezân, Hakk Teâlâ'nın nidâsı ve O'nun davetidir, hemen icâbet eyle. Ömrünü boşa geçirme. Hakk'ın bu davetini, ganâim bil, ganîmet bil, nimet bil, devlet bil, saâdet bil, Hakk'ın bu davetini.

Kur`ân-ı Kerîm de öyle. Hakk Teâlâ Celle ve Tekaddes Hazretleri, Peygamber'in ağzından okumuşdur. Gene Kur`ân'ı okuyanların ağzından Hakk Teâlâ okumakdadır. Okuyan da O'dur, dinleyen de O'dur, dinleten de O'dur. O'ndan başka bir şey yok, illâ O. İllâ Hû, O var ancak. Fâidesini pek yakın bir zamanda görürsün. 

Sûre-i Haşr'ı aç, bu okumuş olduğum âyetin altında üç âyet sonra, "hüvallahüllezî" gelecek oradan aşağı bunu mutlakâ ezberle! Fâidesini yakında görürsün. Yani bundan murâdımız, sevdiklerimiz bizi terk etdiği vakitde. Sevdiklerimiz biz terk edecekler, bir gün gelecek. Sevgili çocuklarımız, âilelerimiz, hattâ annemiz ve babamız, şefkatli annemiz, evde bizi bir saat fazla koymayacaklardır, "Çağırın imam efendiyi, kaldırın. Ne yapalım" diyecekler. Hattâ seni sevenler senin yatdığın odaya da giremeyecekler, korkacaklardır gece. İşte o vakit, Allah ile başbaşa kaldığın vakitde, amelinle nefsinle, kabirde, o vakit lâzım olacak sana bu. Çünkü kabir karanlıkdır, kabrin nûru, şavkı, Kur`ân'dır, Tevhîd-i Sübhân'dır, Kur`ân okumakdır, Tevhîd okumakdır. 

Hattâ bu asırda, siz de yetişdiniz ve sizin kulaklarınızın pasını sildi sesi ve sadâsı, manâsı da kalbinizdeki bulunan küdûrâtı, kederleri giderdi, bir hâfız efendi, rüyâda görmüşler de, "Aman!" demiş", son zamanlarda, yakın zamanda, on beş sene evvel filan vefât etdi, "Aman!" demiş" hâfız kardeşlerine, "Kur`ân'ı çok okuyunuz" demiş, "Kur`ân bana fâide verdi, beni o kurtardı azâb-ı ilâhîden" demiş. 

Onun için, "Efendim bilmiyorum", "vaktim geçdi", "okutmadılar", bunların hiç birisi mazeret değildir. Hattâ insanın sevgilisinden bir mektûb gelse, bu sevgi de aşk-ı mecâzî ile olsa, kendi lisânından bulunmasa, mektûbu elimize alıyoruz, kapı kapı dolaşıyoruz, "Şunu bir tercüme edin yâhu, bakalım ne diyor bunun içerisinde". Yâhud dünyâ menfaati. Beş kuruşluk dünyâ menfaati olduğunu sezdiğimiz bir mektûb gelse, hemen otuz kişiden ricâ ediyoruz, elini ayağını öpüyoruz, "Aman şu mektûbu oku bize" diye. Sana ebedî saâdeti hazırlayan, seni bu âlem-i şuhûda getirip bir katre menîden insan eden Allah'ın mektûbunu okumayacak mısın yani? 

Okumakla kalma yalnız, okuduğunla âmil ol, yani okuduğunu, anladığını yap. Âmil olmak demek, yapmak demek. Sonra? Yap ama mürâîyâne yapma yani gösteriş için yapma, ihlâsen yap, Hakk için yap. Kullar sana ne derlerse desinler, sen gene osun. Kötü bir kişiye bütün insanlar iyi dese, Allah indinde onun makâmı neyse odur o kişi. Onun için aleyhinde bulunan olursa üzülme.  Ne lehinde bulunanın medh ü senâsına aldan. Ne senin gıyâbında konuşup, seni kötüleyen kişinin kötülüğüne kulak ver. 

Hattâ öyle bir zâtla karşılaşırsan, Hazret-i İmâm'dan almış olduğun şu nûr il eona cevâb ver. Evlâd-ı Muhammed'den, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin sulb-ı pâkinden Cenâb-ı İmâm-ı Cafer-i Sâdık radıyallahu anh Efendimiz Hazretleri, bir gün ihvânı ile bir yerde oturuyormuş...

Kendini bilmeyen densizler her zamanda vardır. Kendini bilmeyen densizler. Densiz olur, dinsiz olur, donsuz olur, izânsız olur, irfânsız olur. Sûretâ insân hakîkatde hayvân olur. İki ayaklı hayvandır. Dört ayaklı hayvan ondan daha hayırlıdır. Kendi hâmil olduğu emâneti bilmez. Senin batnında, senin manânda öyle bir cevâhir, öyle bir emânet var ki, onu bir yırtabilsen, o vakit kendinin ne olduğunu öğreneceksin. Ama farkında bile değiliz. Kendi kendimizin farkında değiliz. Geçiyoruz.

Geldi Hazret-i İmâm'a, kötü kötü sözler söyledi. Söz kişinin sıfatıdır. Kim ne söylerse kendini söylemiş olur. Ger yahşi ger yaman, ister çirkin ister güzel, ne söylerse kişi kendini söyler. İnsanlar kapalı bir kitâba benzerler, konuşmağa başladı mı, kendini söyler, şerh eder yani. Kitâb kapalı dururken konuşmaz, okuduğun vakitde konuşur, değil mi, ne olduğunu anlarsın , kimyâ kitâbı mı, târih kitâbı mı, coğrafya kitâbı mı. İnsan da öyledir. Geçiyoruz. 

Hazret-i İmâm'a yapmadığı hakâreti koymadı. lâyık olmayan sözler söyledi. İyi dinle! Kulağını benden yana ver! Öksürükle vaktini geçirme! Buraya geliyorsun, bir şey anla, hazmet ve hazmetdiğin şeyle âmil ol ki iki cihânda felah bulasın. Dinlemekle değil, anlamakla. Anlamakla değil, anladığını yapmakla. Yapmakla da değil, ihlâs ile yapmakda, Hakk için yapmakda, Allah rızâsı için yapmakda. İş burada. Allah rızâsında iş. 

Ağzına geleni söyledi Hazret-i İmâm'a. Hazret-i İmâm ona cevâb dahi vermedi. 

Böyle bir şeyle karşılaşırsan, sen Muhammedîsin, Resûlullah'ın sende zerrâtı vardır, alnında eser-i secde, gönlünde Allah ve Resûlüne muhabbet vardır, öyleyse sende eser-i Muhammediyyet bulunmakdadır, böyle bir edebsizle karşılaşırsan, ona edebi sükûtla ver, cevâb verme ona. Yapabilirsen İmâm gibi yap. Yapabilirsen eğer. Herkesin yapacağı iş değil. 

Söyledi, söyledi ve çıkdı gitdi. Sonra Hazret-i İmâm kalkdı ayağa. Kalkınca O'nun ihvânı yani etrâfında bulunan arkadaşları, talebeleri, sevdikleri, muhibleri filan hep beraber kalkdılar, dediler ki, "Hazret-i İmâm gâlibâ asabiyete geldi" ve peşine düşdüler.  Hazret-i İmâm hızlı hızlı yürüdü, o zâtın evine gitdi, kapıyı çaldı. Adam kapıyı açdı, bakdı, İmâm'la karşılaşdı. Bütün ihvânı da arkasında Hazret-i İmâm'ın. Dedi, "Evlâdım, bana bazı lâyık olmayan", dikkat buyur!, dikkat et!, "bana lâyık olmayan bazı sözler söyledin. Sana ben  söz veriyorum, eğer senin söylediğin sıfatlar bende varsa, bunların hepsine tövbe edeceğim, terk  edeceğim. Ama bende bu sıfatlar yok da bana böyle söyledinse, senin afv u mağfiretin için Allah'a yalvaracağım". 

Bazen söz kılıcı, harb kılıcından daha kuvvetli olur. Sen Muhammedîsin, efâl ü harekâtın ile muhâtabını ıslâh etmelisin. Kîn, adâvet, bunları terk etmelisin. Kalbin aşkullah, muhabbetullah ile dolarsa yaradılanı hoşgörürsün, Yaradan'dan ötürü. Ancak Hakk için buğz etmek, Hakk için muhabbet etmek lâzımdır. Bir de o mesele vardır ortada. fakat ibâdullaha hiç bir zaman, sana yapılan kötülükden ziyâdesini yapma, makbûl değildir. Affedersen daha güzeldir. Geöen hafta size bunların misâllerini birer birer vermiş idik.

Evet. Bu sûre-i celîleyi ezberle. Akşam okuyan sabaha kadar. Sûrenin kâffesini değil. Kur`ân-ı Kerîm'i mutlakâ ta'lîm et. Ta'lîm etmekle kalma, ehlini bul, o ahkâm-ı ilâhiyyenin esrârını, onda olan ma'nâyı ve murâd-ı ilâhîyi anla, Resûlullah'ın yoluna başını koy. Kim ki Hazret-i Muhammed'in yoluna baş koydu, o, iki cihân saâdetine erdi, bu âlemden cennete girdi, bu âlemden dîdâr-ı ilâhîyi gördü.

İşin başı muhabbetdir, aşkdır, sevgidir. Kim ki Allah'ı seviyor, Resûlullah'a ittibâ etmelidir, tâbi olmalıdır yani. Aklınla hareket etme, pişmân olursun. Her şeyi aklınla ölçmeye kalkma! Akılsız bir şey olmaz ama herşeye de akıl ermez. Bazı esrâr-ı ilâhî vardır ki, o terâzi, akıl terâzisi onu çekmez. Onun için Allah Resûlü'ne teslîm ol, selâmet bul. İslâm'a girenler, Allah'ın aşk deryâsından, kudret eliyle nûş-i îmân etdikden sonra, nûş-i aşka mübtelâ olurlar ki makbûl olan budur. Kişi sevdiğiye beraberdir. 

Sabah okuyan bu sûre-i celîleyi, akşama kadar hıfzdır. Akşam okuyan sabaha kadar hıfzdır. "Efendim, ben okudum olmadım" dersen, bunun da misâlini sana verivereyim haydi. Ağzını tathîr eyle. Hazret-i Mûsâ'nın asâsı bir değnek idi, Mûsâ'nın elinde yılan ve ejderhâ oluyordu. Öyleyse, "Ben bu sûreyi okudum hıfz olmadım" dersen, bil ki daha ağzın tathîr olmamışdır. Hani daha açık anlatayım ben sana söyleyeyim, ifşâ edelim, ifşâ-yı esrâr edelim ve anlaşalım.

Hazret-i Ali kerremallhu vecheh, gelirken bir zât önüne çıkmış, "şey'en lillah Yâ Ali" demiş. Yerden bir avuç kum almış Hazret, üfürmüş vermiş ona, bir avuç altun olmuş. 

Olur mu? Olur. Senin aklınla olmaz. Benim aklımla olmaz. Allah dilediği vakitde kumu un, unu kum yapar, sudan ateş, ateşden su çıkarır. Hemen olmaz, bazen hemen olur. Günah işliyorsun, işliyoruz, bir şey olmuyor diyoruz. Bir gün ansızın oluverir sonra. Allah imhâl eder, ihmâl etmez. Geriye bırakır, unutmaz. Her yapan mutlakâ yapdığının mükâfâtını ve belâsını bulacakdır. Kulağını aç benden yana, dinle! Buradan girip buradan çıkmasın.

Vermiş Hazret, adam işini görmüş, gene gelmiş İmâm-ı Ali'ye. Alışmış. "Yâ İmâm biraz daha para lâzım oldu". Onun maksadı, gâyesi ayrı. Gene yerden bir avuç kum almış Hazret, üflemiş, yani ol demiş, vermiş adama. 

Bunları çok görmemeli evliyâullaha. Bâhusûs Hazret-i Şâh-ı Merdân, Aliyyün Veliyy'dir yani. Radıyyin Sahiyyin Veliyy, Peygamber Efendimizin vasîsidir ve zürriyyet-i Muhammediyyet, Hazret-i Alinin sulbünden gelmişdir. İmâm-ı Hasen'in babası. Arşın küpelerinin babası. İmâm-ı Hüseyn'in babası. A Hazret-i Peygamber Haseneyn'in dedesidir. Zürriyyet-i Muhammediyyet, Hazret-i Peygamber'in tarlası olan Cenâb-ı Fâtımatü'z-Zehrâ ki, "Yâ Fâtıme, enti bid'atin minnî, Ey Fâtıme, sen benim parçamsın" demiş Peygamberimiz Fâtımetü'z-Zehrâ'ya. İmâm-ı Ali'ye de demiş ki, "Lahmike lahmî, demike demî, rûhike rûhî Yâ Ali" demiş. "Kanın, canın, rûhun benim" demiş. Ve demiş ki, "Ben ve Ali bir nûr-ı vâhiddeniz" demiş ve zürriyyet-i Muhammedî buradan zuhûra gelmişdir yani Peygamberimizin nesli. Her nesil kurumuş, Peygamber'e buğz eden saltanatlar yıkılmış, kökler kurumuş, Hazret-i Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâmın zürriyyeti ilâ yevmi'l-haşrı ve'l-karâr kâinâtda bâkîdir. Ümmeti de böyle. 

Allah birinin başından tâc-ı îmânı alır, kafasına onun istvarozu koyar. Ezanı kaldırtır çanı koyar. Çanı kaldırtır, sopayla işe götürtür, kamçıyla. Allah'a secde etmeyen kula secde eder. Bunu kafandan çıkarma sakın ha! Allah'a itâat etmeyen kula itâat eder. Allah'a secde etmeyen kula secde eder. Konuşduklarımı düşünürsen altında çok ma'nâlar bulacaksın. 

Binâenalâzâlik, çok görme yani Esedullah'a. "Nasıl olurmuş böyle" deme. Aklınla her şeyi halledemezsin. Bir şey daha söyleyeyim de mesele anlaşılsın. Bak aklın nasıl aldandığını anlatacağım size. Bir adam ceviz nereden zuhûra gelir, ceviz, kabak da nereden biter, bilmese bir adam. Bir koca kütük getirseler, bir de ceviz getirseler, bir de kabak getirseler, bir de ufak bir köken getirseler. Sorsalar o bilmeyen adama, "Hangisi hangisinden çıkmışdır?" diye, kabak için derhal ceviz ağacını gösterecek, "bu kadar kalınlıkdan bu kadar meyva olur" diyecekdir. Halbuki Allah, koca bir ağaçdan, yani on kişi kucaklayamıyor, küçük bir ceviz, ince bir otdan, büyük bir kabak halk etmiş Cenâb-ı Hakk. Velhâsıl akıl aldanır. Bunun için anlatıyorum bunu. Geçiyoruz. 

Akılla ölçme evliyâullahı! İki tâne "kâle yekûlü" demişsin, hemen inkâra yelteniyorsun. İnkâr iyi değildir, ikrâr iyidir. İkrâr iyidir. Âlem-i ervâhda "lâ" diyenler burada tard olundular, "illâ" diyenler burada livâ-yı hamd altında cem oldular. Sonra yarın kıyâmet gününde yine livâ-yı hamd altında cem olacaklar. Âlem-i ervahda ikrâr şarâbını içenler, yevm-i kıyâmetde Hazret-i Peygamber'in civârında haşr olacak. Münkirler fenâdır, münkirler iyi değildir. Evliyâullaha bu gibi kerâmetleri çok görmemeli. 

Hattâ haydi bir tâne daha söyleyelim. Söyleyelim haydi. Süleyman Peygamber ki Benî İsrâil peygamberidir, onun evliyâsı, üç aylık yoldan Belkıs'ın tahtını tarfetü'l-aynda getirdi. Tarfetü'l-ayn demek, gözü açıp kapayıncaya kadar demekdir. Süleyman Peygamber'in evliyâsı. Sûre-i Neml'e bakın Kur`ân'da. Süleyman Peygamber, Benî İsrâil peygamberidir, onun evliyâsı, velîsi olan Âsaf-ı Berhayâ tarfetü'l-aynda, yani göz açıp kapayıncaya kadar, üç aylık yoldan Sultan Belkıs'ın tahtını getirdi. Resûlullah, peygamberlerin peygamberidir, o öyle yapınca Hazret-i Ali'ye bunu çok mu göreceksin yani, Hazret-i Muhammed aleyhisselâmın "nûr-i vâhid" dediğine. Geçiyoruz. Şöyle bir îmânımız yakîne gelsin diye anlatdım, Kur`ân'dan size delîl verdim.

"Şey'enlillah". Hazret-i İmâm vermiş gene bir avuç altun olarak kendisine. Dedi ki, "Yâ İmâm, biz bunu böyle yapmayalım" dedi. "Ne yapalım?". "Ne okuyorsan, bana bunu talîm et, öğret, ben de okuyayım onu, altun olsun, böyle sana gelip el açmayayım". "Sûre-i Fâtiha" dedi.

Sûre-i Fâtiha neresidir bakayım. Seb'al-mesânî. Her gün okuyoruz namazda. "El-hamdü lillahi rabbi'l-âlemîn, er-rahmâni'r-rahîm, ilâ âhiri'l-âye, ve le'd-dâllîn". Yani Sûre-i Fâtiha bu işte. Dedi, "Ben onu biliyorum" dedi. "İşte onu okuyorum ben, öyle altın oluyor" dedi Hazret. Okudu bu. Bin defa okumuş. Kum gene kum. Geldi, "Yâ İmâm, okudum olmuyor" dedi. "Ali ağzı olması lâzım" dedi. 

Ağzını pâk eyle! Ağzını pâk eyle evvelâ. Ağzını pâk et, sonra gönlün pâk olur. Gönül pâk olursa, ağız pâk olur. Özünden gelirse, gözünden gelir. Gözünden gelirse, sözünden gelir. Binâenalâzâlik, pâk eyle. Vechini pâk eyle. Görmüyor musun? Asker taburla giderken kumandan dur diyor, koca bir ordu duruyor. Biz de insanız, biz de dur kelimesini biliyoruz, asker de dur ne demek onu anlıyor. Sen bağır bak dur diye duruyorlar mı? Gidiyorlar. Onun için rütbeli olmak lâzım Allah yanında. Acaba anlatabildik mi? Rütbeli olacaksın, rütben olmayınca olmaz. Rütbe lâzım evveliemirde. 

Yedin içdin filan, bununla iş bitmiyor. İnsanlığımızı bileceğiz evveliemirde. İşin başı muhabbet ve aşkdır. Kim kimi severse onunla beraber haşrolur. Bak tekrar ediyorum, sözümü yanlış anlama! Kim kimi severse o onunla beraber haşrolur. Resûlullah'ı sevenler, Ehl-i Beyt-i Mustafa'yı sevenler, onlarla haşrolurlar. Evliyâullahı, ulemâyı seven, ulemâ ile, veliyyullah ile haşrolur. Firavunları sevenler, Nemrudlara gönül verenler, o da onlarla haşrolur beraber. Haydi geçelim bu tarafa. Çünkü işin başı muhabbetle kurulmuşdur, aşkla kurulmuşdur, muhabbetle kurulmuşdur. 

Muhabbetden Muhammed oldu hâsıl
Muhammed'siz muhabbetden ne hâsıl

Allahu Zü'l-Celâl Hazretleri, "küntü kenzen mahfiyyâ, fe ahbebtü en u'rife fe halaktü'l-halk" diyor. Yani buyuruyor ki, "Ben gizli bir hazîneydim, bana kendimi bildirmek sevdirildi ve kainâtı halk etdim" diyor. Sebeb-i îcâdın kim olduğunu da ilân ediyor, "levlâke levlâk lemâ halaktü'l-eflâk, sen olmasaydın Muhammed", sallallahu aleyhi vesellem, Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin ve sahbihî ve sellim, "Habîbim Ahmed sen olmasaydın kâinâtı halk etmezdim" diyor Hazret-i Allah.

Efendiler! Muhammed kelimesini kullanmak câiz değildir, mutlakâ altına resûl kelimesini koymak lâzım. Peygamber'in sıfatını yani. Bazı huffâz-ı kirâmın, "Yâ Muhammed" diye okumaları filan, câiz olmaz. Peygamber'e birisi, "Yâ Muhammed" diye seslense, Ümmeti Muhammed'den birisi, amelleri habt olur. Düşün bak Allah'ın resûlüne olan muhabbetini, yarın yevm-i kıyâmetde, "Muhammed isimililer ayağa kalksın" denilecek. Herkesin dizbağı çözülecek, çökecek herkes o gün. "Muhammed isimliler ayağa kalksın". Muhammed isimliler ayağa kalkacaklar. "İsminizden ötürü sizi bağışladım Habîbim Muhammedime, cennetime girin" diyecek Allah. Hattâ bir hânede ismi Muhammed olan bir kimse bulunsa, ismi Muhammed olsa, günde yetmiş defa melâike gelir o binâyı tavâf eyler, ziyâret eder yani. 

Bir adamın vücûdunda zerre kadar, Resûlullah'ın cüz'ünden bir cüz bulunsun, bir adam da dünyânın en âsî adamı olsun, onun üzerine namaz kılsın, o âsî affolur. Cüz-i Muhammed üzerine namaz kıldı diye. Onun için İmâm-ı Şâfîi Hazretleri demiş ki, bunu söylemeden geçemeyeceğim, Seyyide Hâtun var, Resûlullah'ın sulbünden gelmiş olan Seyyide Hâtun, demiş ki kendisi, "Ben öldüğüm vakitde Seyyide benim üzerime namaz kılsın" demiş. Seyyide Hâtun. Kim bu? İmâm-ı Şâfîi. İmâm-ı Şâfîi kimdir, Kureyşî'dir. İmâmlardan, müctehidlerden, makâm-ı kutbiyyete vâsıl olmuş zâtdır. Makâm-ı kutbiyyete. Öyle bir zât. "Seyyide Hâtun üzerime namaz kılsın" demiş. Ve Seyyide Hâtun üzerine namaz kılmış. Sonra âlem-i manâda görmüşler. Kim görmüş? Benim gibi adamlar değil. Yani Allah'a tekarrüb etmiş, kerâmâtı, irfânı zâhir olan zevât görmüşler. Demişler ki, "Yâ İmâm, Allah sana ne muamele etdi?" demişler. İyi dinle! Demiş ki Hazret-i İmâm-ı Şâfîi rahimehullah, "Üzerime Seyyide Hâtun namaz kıldığı için Allah beni affetdi. Benim namazıma duran halkın yekûnü yüz yirmi bin küsur idi, benim yüzümden Allah yüz yirmi bin küsuru affetdi. Ama benim affım Seyyide Hâtun üzerime namaz kıldığı için oldu" diyor. 

Onun için kimde var Resûlullah'ın cüz'ü. Onun için iki türlü yol vardır bak. Birisi döl evlâdı, biri yol evlâdıdır. Sen yol evlâdısın. Belki sâdâtdan değilsin ama yol evlâdısın. Yani kadr u kıymetini bil, Muhammedîliğini anla! Onun için söylüyorum. Bu nimetleri sayıyorum sana. Onun için söylüyorum. Onun için Peygamber Efendimiz'e, bir adam Cenâb-ı Peygamber'in huzûrunda yüksek sesle bağırsa, ameli habt olunur onun. Allah diyor ki Sûre-i Hucurât'da, "Resûlullah'ın sesinden ziyâde sesinizi kaldırmayın" diyor, "amelleriniz habt olunur" diyor. Onun için bu kavim Mehmed koymuşlar. Neden? Çünkü bakarsın herif kötü bir sanata yâhud ahlâka mübtelâ olmuş olur. İsm-i nebî ile çağırmazlar Türkler, Mehmed derler. Onun için derler Mehmed, yoksa ağzı dönmüyor değil. 

Onun için müslümanlığının, mü'minliğinin, îmânının, Kur`ân'ının, Allah'ın, Peygamber'in, ashâbının, evliyâsının, ulemâsının bu Dîn-i İslâm'ın kadr u kıymetini  bilmezsen Allah elinden alır. Allah nimet verir, şükrünü edâ etmezsen, elinden alır. "Le in şekertüm le ezîdenneküm". Yalnız mücerred dünyâ metâı için değildir bu, îmânda da böyledir.

Hutbenin bundan sonraki kısmı maalesef kayda alınamamışdır.

"وَاللّٰهُ يَدْعُٓوا اِلٰى دَارِ السَّلَامِۜ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm".


Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 16 Mart 1979 (16 Rebîulâhir 1399) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön