Kıyâmet Alâmetleri - Niyâzî Mısrî Hazretleri

22 Haziran 2022 tarihinde yayınlanmıştır.

Yecüc Mecüc
Büyük mürşidlerimizden Niyâzî Mısrî Hazretleri, "Eşrâtu's-Sâ'at" adlı risâlesinde, kıyâmet alâmetlerinden bazılarının enfüsî îzâhını yapmışlardır. Hazret-i Şeyh, Arapça olarak kaleme aldığı "Mevâidü'l İrfân" adındaki eserinde de bu konuya yer vermişlerdir. Biz bu yazıda her iki eserdeki beyânâtı bir araya getirdik. Umarız faydalı olur.

EŞRÂTU'S-SÂ'AT

Elhamdülillahi Rabbi'l-âlemin, ve's-salâtü ve's-selâmu 'alâ hayra halkihî Muhammedin ve âlihi't-tayyibîne't-tâhirîne ecma'în.

Ey tâlib-i esrâr-ı ilâhî!

Bil ve âgâh ol ki, âlem-i âfâkda her ne var ise, âlem-i enfüsde dahî vardır. Hazret-i Sultânu'l-kevneyn ve Resûlu's-sekaleyn Efendimiz, âfâkda eşrât-i sâ'ati beyân etmişlerdir. Bunun âlem-i insânda dahî bilinmesi lâzımdır. Bize bilinmesi lâzım olan da, kendi vücûdumuzda olanıdır. Yoksa âfâkda olacağı intizârdan bir şey hâsıl olmaz.

Hazret-i Resûl-i Ekrem, "Her peygamber ümmetini Deccal ile korkutmuşdur" meâlindeki hadis-i şerîfleri ile Deccal'in enfüsî olduğuna işâret etmişdir. Zîrâ peygamberler, meşhûr olan Deccal'in kendi zamanlarında zuhûr etmeyeceğini bilirlerdi. Öyle ise, niçin ümmetlerini Deccal ile korkuturlardı? Onların kizb ve cehlden muarrâ ve müberrâ olduklarına zerre ve şemme îmânı olan şübhe  getirmez.

Ma'lûm olsun ki;

Benî Asfar'ın zuhûrundan murâd, insânda olan sıfat-ı behîmiyyenin zuhûr etmesidir. Zîrâ insânda evvel halk olan bu sıfatlardır.

Ye'cûc ve Me'cûc'un çıkmasından murâd, insânda olan sıfat-ı zemîme ve efkâr-ı fâsidenin külliyet ile zuhûr ve hücûmudur.

Deccal'den murâd, insânda olan akl-ı me'âşın sıfat-ı rubûbiyyet ile kibr ve isti'lâsı ve taleb-i uluvv ile zuhûrudur.

Hazret-i Îsâ'nın yere inmesinden murâd, akl-ı me'âdın nûr-i yakîn ile zuhûrudur.

Hazret-i Îsâ'nın Deccal'i katletmesinden murâd, Deccal'in hükmünü ibtâlden ibâretdir. Nitekim, Şeyh Sadrüddin Konevî buyurdular ki, "Deccal, dünyânın hakîkati mazharıdır. Onun içindir ki, sağ gözü kördür. Ya'nî Hakk'ı görmez. Ve Hazret-i İsâ aleyhisselam, hakîkat-i âhiretin mazharıdır ki, onun zuhûru vakti, fecrin tulu'u zamanıdır. Çünki akl-ı me'âd zuhûr eder, akl-ı me'âş ölür."

Hazret-i Mehdî'nin çıkmasından murâd, akl-i küll ve rûh-i a'zamın zuhûrudur. O rûh, havâssa nefh olunur, herkese nefh olunmaz. "Ve nefahtü min rûhî" âyeti bu rûha işâretdir. Bu rûhu mürşid-i kâmil, Allah'dan halîfe olup tâlibe nefh eder. Buna "Mâye-i Muhammediyye" derler.

Dâbbetü'l-ard'dan murâd, nefs-i levvâmenin zuhûrudur. Bir elinde Mûsâ'nın asâsı, bir elinde Süleymân'ın mührü olup, asâ ile mü'minlerin yüzün sıvazlayıp cennet ehli idüğü zâhir olup ve mührü kâfir yüzüne değdirüp kâfir olduğunu meydâna çıkarır. Kâfir olduğu şudur ki, nefs-i levvâmenin bir yüzü nefs-i mülhimeye ve bir yüzü nefs-i emmâreye karşıdır. Sa'îd veyâ şakî olmaya isti'dâdı vardır. Nefs-i mülhimeye tâbi' olursa sa'îd olduğu zâhir olur ve salah-ı hâli yüzünden nişân verir. Eğer nefs-i emmâreye tâbi' olursa şakî olduğu meydâna çıkar ve fesâd-i hâli yüzünden nişân verir.

Günün mağribden doğması, rûhun bedenden müfârekatına işâretdir. Zîrâ cisme te'alluk etdiği vakit doğmuş idi. Te'alluku kesildiği vakit yine mağribden doğar. Bu sözleri duymak için kişinin tabî'at-i esâfilînden semâvât-i melekûta vülûc etmesi gerekir. Bu vülûc içinde de iki kere doğması gerekir. Birinci doğuş anasından, ikinci doğuş da kendi kendisindendir. Nitekim Hazret-i Îsâ, "Men lem yûledu merreteyni len yelice melekûtü's-semâvâti ve'l-ard" buyurmuşdur yani iki kerre doğmayan cevâhir-i eşyâyı anlayamaz, nefsini ve Hakk'ı dahî tanıyamaz.

Bu eşrât-i enfüsîyi ancak ehl-i sülûk olanlar anlar ve bilir. Avâm-ı nâs, bundan bî-haberdirler. "Ülâike kel en'âmu bel hüm edall" onların şânındadır. Rumûz-i enbiyâ ve evliyâyı anlamak insân-ı kâmil işidir. Onların sözünü duyan dünyâ ve âhiretde onların yoldaşıdır. Duymayan nâ-şeydir ve's-selâm.
MEVÂİDÜ'L İRFÂN'DA KIYÂMET ALÂMETLERİ

Bil ki, büyük âlemde bulunan her şey küçük âlem olan insanda da vardır. Zîrâ âlem, büyük olmakla berâber, insânî hakîkat üzerine yaradılmışdır. Bunların manevi büyüklük ve küçüklüklerindeki farkları, sûretdeki farklarının tersinedir. Allah'ın Resûlü, büyük âlemin kıyâmet alâmetlerini söylediğine göre, elbette insân ferdlerinde de melekût, ceberût ve lâhût âlemine sülûk edenler için kıyâmet alâmetleri olacakdır. İnsânın ilmen ve zevken bilmesi lâzım gelen alâmetler vardır ki sâlik bunların hepsinden geçmedikçe büyük kıyâmete eremez, cennete giremez, Hakk'ı da göremez. Böyle olursa ne yazık!

Bunu bildinse bil ki;

Asfar Oğulları'nın ortaya çıkması, hayvânî sıfatların çıkmasından ibaretdir. Çünkü insan âleminde sâlikin ilk defa yolunu kesen eşkiyâlar bunlardır.

Ye'cûc-Me'cûc'un çıkması, eziyet veren yedi kötü sıfatın belirmesinden ibâretdir.

Deccal'in çıkması, dev ve şeytan sıfatlarının çıkmasından ibaretdir ki bunlar riyâset, rubûbiyyet, hîle ve hud'adır. Bunlar dünyâ sevgisinden ileri gelir. Bundan dolayı insanın sağ gözü kör olur, âhireti hiç görmez.

Dabbetu'l-Ard'ın çıkması, kalbde Nefs-i Levvamenin zuhûrundan ibaretdir. Yani sâlikin kalbinde cennetlere bir pencere açılır ve kendisinde Allah'a bir meyl belirir.

Îsâ aleyhisselamın inmesi, akl-ı me'âdın, yakin nûruyla meydana çıkması, insanın dünyâya meyletmekden vazgeçerek âhirete yönelmesinden ibâretdir. O çıkınca Deccal öldürülür. Çünkü yakîn nûrunun zuhûruyla cehâlet karanlığı gider.

Mehdî'nin çıkması, tam fenâ ile akl-ı küllün ve rûh-i a'zamın çıkmasından ibaretdir. O'nun hükümranlık çağında mezhebler birleşir  ve O'nun zamanında yer yüzünde aslâ kâfir kalmaz.

Güneşin batıdan doğması, hakîkat güneşinin, ârifin hâfî sırrının matla'ından doğmasıdır. Diğer bir görüşe göre de güneşin battığı yerden doğması, rûhun bedenden ayrılması demekdir. Çünkü insandaki hayvânî rûh, dünyâdaki güneş durumundadır. Bedene girince orada batmışdır. Bedenden ayrılınca battığı yerden doğmuş olur.

Tövbe kapısının kapanması, insanın ömrünün sonuna geldiğine işaretdir. Bu kapının genişliğinin yetmiş senelik mesâfe olmasına gelince; bu kapı, güneş battığı yerden doğuncaya kadar kapanmaz. Yani bu kapı, insan ömrü kadar genişdir. Ömür bitip güneş battığı yerden doğunca yani rûh bedenden ayrılınca bu kapı kapanmış olur. Bu husûsa Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâm Efendimizin şu hadîslerinde işâret vardır: "Ümmetimin ömürlerinin çoğu altmış ilâ yetmiş arasındadır" ve "Allah, kulunun tövbesini, can boğaza gelmemiş oldukça kabûl eder" Tövbe kapısının genişliğinin zikredilip, uzunluğunun söylenmemesi de şu sebepten genişliğin dâimâ uzunlukdan az olmasıdır.

Allah'ın haber verdiği üzere insanın iki eceli vardır. Biri sonlu eceldir ki dünyâdaki ömür süresidir. Diğeri ise sonsuz eceldir ki bu da uhrevî ömrüdür. Bil ki, sen bu alâmetleri geçip büyük kıyâmetde durmadıkça, cennete girip açıkça Hakk'ı görmedikçe önce dediğimiz gibi bin kere de dünyâya gelsen ve her gelişinde bin sene yaşasan, yine cennete girip Hakk'ı şifâhen göremezsin. Allah bizi ve sizi Kıyâmet-i Kübrâya, Müşâhede-i Uzmâya ve kurbiyyete erişenlerden eylesin. Âmîn.
Listeye geri dön