8 Mart 2015 tarihinde yayınlanmıştır.
Efendi Hazretlerinin bir Ramazan sohbetlerinde söz televizyondaki Ramazan eğlencelerinden açılınca buyurdular ki :
Yalnız Güllü Agop yok, Abdürrezzak Efendi, Hasan Efendi, Fahri Efendi, Şevki Efendi, Nâşit Bey, Kel Hasan Efendi, daha kimler kimler var. Bunlar yakın tarihde, daha evveliyâtı da var.
Abdürrrezzak Efendi sahneye çıkacak, Sultan Abdülhamid Han'ın karşısında oynayacak, demişler ki, "Maaşlar üç dört aydır çıkmıyor, Allah aşkına bir şey yap oyunda, çıksın şu maaşlar". "Peki" demiş. Ayağına bir çizme giymiş, çıkmış sahneye, yarım saat uğraşmış çizmeyi çıkarmak için, "Allah müstehakını versin" demiş, "memur maaşı gibi çıkmıyor" demiş. Sultan demiş, "Verin maaşları". Bir tabak da mecidiye göndermiş kendisine. Bakmış, demiş, "Burası pâdişah sarayı, zerdesiz pilav yenir mi?". Üzerine bir avuç da altun koydurmuş pâdişah.
Ondan sonra pâdişah demiş ki, "Getirmeyin bunu buraya" demiş, ceza vermiş. Evinde oturuyor filan. Evi Zincirlukuyu'da bizim tekkenin civârındaydı. Bir müddet sonra, tekrar istemiş sultan, harem ağası gitmiş, "Zât-ı şâhânenin emri var, irâde-i şâhâne var, gidip oynayacaksın sarayda" demiş. "Bak bana" demiş, "söyle pâdişahımıza, ben her şeyi söyleyebilirim oyun meydanında, gülmek istiyorlarsa, beni konuştursunlar, gülsünler. Ağlayacaklarsa, buradan dön köşeyi, Hâfız Sâmi'nin evi orada" demiş. "Götürün onu, bir Mevlûd okusun, ağlatsın pâdişahı" demiş.
Böyle hazır cevâb insanlar vardı. Bir Güllü Agop var şimdi yalnız, Ramazan'da bir Güllü Agop çıkıyor ortaya. Hay gülü patlasın. Herhalde Agop'un oğlu yapıyor bu işi. Bizde öyle insanlar var ki sultanı hoplatmışdır yani, böyle söz söylediği vakitde.
Sultan Hamid zamanında Kavuklu Hamdi ile Abdürrezzak oynuyor. "Aman Hamdicim" diyor, "dün gece sahur vaktinde, bir top sesi, bir güm, iki güm, üç güm,...,yüz güm, yüz bir güm!". Hal topuymuş yüz bir top. Sultan Hamid zamanında oluyor bu. "Yüz bir top atılmasın mı! Bu neye işâretdir" deyince, oyun arkadaşı laf bulamamış karşılığında. Arkasından, "güm güm güm güm meğerse ben top zannetdim, komşuda helva dövüyorlarmış" demiş. "Allah cezânı versin" demiş.
Buraya gelirlerdi, bu câmiye. Bütün artistler buradaydı. Burada şu kürsünün dibinde otururlardı. Hepsi, bütün Şehzâdebaşı'nın artistleri buradaydı Ramazan'da. Dümbüllü'sü, Tevfik'i, Nâşit Bey'i, Âsım Baba'sı filan hep buradaydı. İkindi namazına gelirler, ikindiden sonra vaaz dinlerler, otururlardı. Hepsi namaz kılarlardı. Hepsi namazlarını kılarlar, vaaz dinlerler, hoca dinlerler, şeyh dinlerler, tekkeye gelirler, zikrullaha girerlerdi.Efendi Hazretleri yukarıdaki sohbetinde, sanılanın aksine o devirdeki komedyenlerin abdestli-namazlı insanlar olduklarını, cemaate devam ettiklerini, bilhassa ramazân-ı şerîflerde muhakkak mukâbele dinlemek için selâtîn camilere geldiklerini beyân ediyorlar. Abdürrezzak Efendi de bunlardan biri olup üstelik aynı zamanda ehl-i tarîk imiş. Cemâleddin Server Revnakoğlu'nun beyânına göre, Tarîk-i Rıfâiyye'den Odabaşı Tekkesi Postnişîni Abdullah Vehbî Efendi'nin müntesiblerinden imiş. Cemâleddin Server Revnakoğlu şöyle anlatıyor :
Eski tulûat sahnelerinin meşhûr komiği Abdürrezzak (Abdi Efendi), Şeyh Ahmed Muhtar Efendi'nin babası, Odabaşı Tekkesi'nde şeyh olan Abdullah Vehbî Efendi'nin dervîşlerindendi. Vücûdu zikre yatkın olduğundan güzel de zikrederdi. Oyuna gitmediği günlerde mutlaka tekkeye gelir, emânet olur (şed kuşanır), hizmete soyunurdu. Hatta vefâtı, Şeyh Ahmed Muhtar Efendi'nin kucağında olmuşdu. Abdi Efendi bir yaz günü tekkenin kapısı eşiğine başını koymuş yatıyormuş. Orada ne yapıyorsun diye kendisine sormuşlar. "Aman Kapısı'nın paşmakçılığını yapıyorum. Erenlerin devleti bu. Hakk'a hamdolsun" demiş.Abdürrezzak Efendi ile ile ilgili en geniş malumatı Reşat Ekrem Koçu'nun İstanbul Ansiklopedisinde bulabilirsiniz. Tarık Buğra'nın "İbiş'in Rüyâsı" adlı romanı da Abdürrezzak Efendi hakkındadır.
Son zamanlarda Güzel Sanatlar Akademisi Şark Tezyînî Sanatlar Kısmında muallimlik eden, devrin meşhûr zâkirbaşılarından Beşiktaşlı Hattat Hacı Nûri Bey (Korman) merhûm, tıraş olmak için her vakit gittiği Berber Mustafa Efendi'nin Beşiktaş'daki dükkânında oturuyordu. Yanında çok sevdiği, tekke ve sahnelerden tanıdığı Abdi Efendi de vardı. Berber Mustafa Efendi, Abdi Efendi ve kendisi birlikte sohbet ediyorlardı. Daha ziyâde Abdi Efendi'yi dinliyorlardı. O'nun anlattıkları hepsine neş'e veriyordu. O sırada birbirini yederek yan yana yürüyen iki a'mâ dilenci (goygoycu), dükkânın kapısının önüne geldi. Yûnus'un "Dolap niçin inilersin" ilâhisini okuyorlardı. Yarım adım farkla öne çıkmış bulunan baş dilencinin elindeki zincire bağlı keşküle, Abdi Efendi bir miktar mangır (para) bırakırdı. Aynı zamanda kulağına eğilip gülerek, "Neden inleyecek a evlâdım, yağı tükenmişdir de onun için" dedi.Diğer bir nüktesini de Revnakoğlu şöyle naklediyor :
Abdi Efendi'nin can arkadaşı ve meşhûr ortaoyuncu Kanbur Mehmed Efendi de Rıfâî dervişlerinden imiş. Can yoldaşı bu iki sanatkâr birbirlerini pek severlermiş. Mehmed Efendi ölene kadar Abdi Efendi'nin yanından ayrılmamış ve yıllarca birlikte ortaoyunu oyanayıp seyircileri gülmekten yorgun düşürmüşler. Abdi Efendi son derece iri yapılı, gösterişli ve uzun boylu imiş. Mehmed Efendi de tam tersine ufacık-tefecik bir adammış. Yolda Mehmed Efendi ile berâber giderken Abdi Efendi latîfe olsun diye Mehmed Efendi'ye şöyle dermiş, "Ulan Mehmed! Seninle yan yana gelince on numara oluyoruz". Malum ya, eski yazıda "bir", düz bir çizgi, "sıfır" ise nokta ile gösterilir.