21 Ağustos 2020 tarihinde yayınlanmıştır.
Her mevcûd kendi diliyle Allah'a hamd eder. Bu dili herkes anlayamaz, bu dile herkes dikkat etmez. Keşif ehli, müşâhede ederek bu tesbîhi duyarken mü'min îmân ederek ve Allah'a itâatın gereği olarak onu kabûl eder. Allahu Teâlâ şöyle der, "تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهِنَّۜ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪ وَلٰكِنْ لَا تَفْقَهُونَ تَسْب۪يحَهُمْۜ اِنَّهُ كَانَ حَل۪يمًا غَفُورًا". Burada perde ve örtmek ma'nâsına gelen "el-Gafûr" ismi zikredilmişdir. Öte yandan Allahu Teâlâ cezâlandırmayı erteleyen ve hükmünü hemen infâz etmeyen bir isim zikretmişdir ki o da "el-Halîm"dir. Çünkü Allah kullarının bir kısmının keşif ve îmândan mahrûm olacaklarını bilir. Bunlar, fikirlerine köle olmuş akılcılar ile itibar ile yetinenlerdir. Bunlar, zâhirden bâtına geçip zâhiri bırakan kimselerdir. Böylelikle keşif sâhibi olmadıkları ve îmândan da mahrum oldukları için, zâhiri bırakarak batını ifâde ederler. Allah onların gözlerini varlıkları gerçekde bulundukları hâlde görmekden perdelemişdir. Bunlar, önlerini görmelerini sağlayacak nûru verecek olan îmânın kalblerine girmesinden mahrûm kalmışlardır.
Özü sözü doğru mü'minler, zâhiri bırakıp batına geçmezler! Zâhir ile birlikde batına, harf ile birlikde ma'nâya geçerler, harfden yüz çevirmezler. Böylelikle işleri iki gözle görürler, îmân nûruyla iki tarafı birden müşâhede ederler. Bu yüzden gördüklerini inkâr etmeleri mümkün olmadığı gibi yakînen bildiklerini de inkâr etmezler. Allah onlara mümkünlerin konuşmasını, daha doğru bir ifâdeyle, var olmalarından önce mümkünlerin konuşmalarını duyurmuşdur. Çünkü onlar bu esnâda sübûtî bir hayâtla canlı, sübûtî bir konuşmayla konuşan ve idrâk sahibidirler. Çünkü onlar, kendiliklerinde sübûtî şeylerdir. Varlık şeyliğini kabul etdiklerinde, onu bütün nitelik ve özellikleriyle birlikde kabul ederler. Onların nitelikleri kendilerinden başka değildir. O hâlde onlar varlık şeyliklerinde vücûdî bir hayâtla canlı, vücûdî bir konuşmayla konuşan ve idrak edendirler.
Allahu Teâlâ, bazı kullarının gözlerini, bu mümkünlere ve bütün mevcûdâta yayılan hayâtî konuşmayı ve idrâki görmekden perdelemişdir. Nitekim Allahu Teâlâ akıl ve fikir sâhiblerinin baş gözlerini de, bütün varlıklarda ve bütün mümkünlerde zikretdigimiz hâli idrâkden perdelemişdir. Keşif ve îmân sâhibleri ise, bu varlıklarda yokluk ve varlık hâllerinde gerçeğin bilgisine sâhibdir. Bunlardan hangisinin canlılığı zâhir olursa, "canlı" diye isimlendirilirken canlılığı gizli kalıp bütün gözlere görünmeyenler "cansız" diye isimlendirilmişdir. Böylelikle varlıklar perdelilere göre taksîm olunmuşken keşif ve îmân sâhiblerine göre taksîm olmamışdır. İhtisas ehli olan keşif ve müşâhde ehline müşâhedeleri bu bilgiyi vermişken, perdeliler bu bilgiden mahrûm kalmışdır. Bu yüzden müşâhede ehli "duyduk ve gördük" derken, perdeliler, "ne gördük ne duyduk" derler. Îmân ehli ise "îmân etdik ve tasdîk etdik" derler. Allah şöyle der, "وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪". Burada "şey" kelimesi, nekre olarak gelmişdir. Başka bir âyetde Allah, "اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يَسْجُدُ لَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ وَالنُّجُومُ وَالْجِبَالُ وَالشَّجَرُ وَالدَّوَٓابُّ وَكَث۪يرٌ مِنَ النَّاسِۜ" buyurur. Burada fikir ehli perdeliler ile müşâhede ve îmân sahibleri arasında ihtilaf konusu olan cansızlar, bitkiler ve hayvanlar zikredilmişdir. Allah, "Göklerde ve yerde olan hayvanlar Allah'a secde eder" buyurmuşdur. Başka bir ayetde "وَيُسَبِّحُ الرَّعْدُ بِحَمْدِه۪ وَالْمَلٰٓئِكَةُ مِنْ خ۪يفَتِه۪ۚ" buyurur. Başka bir âyetde, "وَلِلّٰهِ يَسْجُدُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ طَوْعًا وَكَرْهًا وَظِلَالُهُمْ بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِ" buyurur. Başka bir âyetde, "يَٓا اَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْۚ لَا يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمٰنُ وَجُنُودُهُۙ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ" buyurmuşdur. Başka bir âyetde, "عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ" buyurmuşdur. Yine bir başkâ âyetde Hüdhüd'ün Süleyman Peygamber'e şöyle dediği nakledilir : "Ben senin bilmediğini bilirim, sana Sebe'den sağlam bir bilgi getirdim. Onlara hükümdârlık eden, her şeye sâhib, büyük bir tahtı olan kadınla karşılaşdım. Onun ve kavminin Allah'a bırakıp güneşe taptıklarını gördüm". Allah'ın Hüdhüd'e marifetullah hakkında ihsân etdiği şu bilgiye bakınız!
Hazret-i Peygamber şöyle der, "Müezzinin sesinin ulaşdığı yere kadar yaş ve kuru ne varsa her şey onun lehine şâhidlik eder". Uhud dağı hakkında da "Bizi seven bizim de kendisini sevdiğimiz bir dağdır" buyurur. Başka bir hadîsde "Mekke’de bir taş bilirim, peygamber olarak gönderilmezden önce bana selâm verirdi" der. Hazret-i Peygamber'in avucundaki taşların Hakk'ı tesbîh etdigi sahîh rivâyetlerle nakledilmişdir. Peygamber'în kendisine minber yapılmazdan önce hutbe îrâd etmek üzere yaslandığı hurma kütüğünün, daha sonra ağladığı sahîh bir rivâyetle gelmişdir. Minber yapılınca, Hazret-i Peygamber o kütüğü bırakmış, kütük inlemiş, Hazret-i Peygamber minberinden inerek kütüğün yanına gelmiş ve onu okşamasıyla kütük sâkinleşmişdi. Zehirli koyun budunun da onunla konuşduğu sahîh bir rivâyetle nakledilmişdir. Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuşdur, "Kişi kırbacıyla konuşmadıkça ve ayakkabı bağı âilesinin evde yapdıklarını kendisine bildirmedikçe kıyâmet kopmaz".
Âyetdeki "men" lafzı belirsizdir ve herşeyi ihâta eder. Çünkü her şey canlıdır ve nâtıkdır. Bazı dilbilimciler, "men" edatının yalnız akıllı varlıklar için kullanılabileceğini iddiâ ederler. Herşey Allah'ı hamd ile tesbîh eder. Tesbîhi ve hamdi ancak kimi tesbîh etdiğini, kime hamd etdiğini bilen yapabilir. Öyleyse her kim ma'nâsına gelen "men" edatı, herşey için kullanılabilir. Çünkü herşey nasıl tesbîh ve hamd edeceğini bizzat Allah'dan öğrenir. Allahu Teâlâ, bizi bu gerçekleri görmek üzere müşâhde ve keşifden mahrûm kaldığımızda îmân ile rızıklandırsın. Allah, fikirlerine kölelik yapan akıl sâhibleri ile kalblerini mühürlediği îmânsızları bu gerçekleri görmekden perdelemişdir.
Herşeyin nâtık olduğunu ve Allah'ı tesbîh etdiğini bilen kimsenin alâmeti, herşeyden hayâ etmesidir. Böyle birisi, kendinden ve komşularından bile hayâ eder. Allahu Teâlâ şöyle buyurmuşdur, "يَوْمَ تَشْهَدُ عَلَيْهِمْ اَلْسِنَتُهُمْ وَاَيْد۪يهِمْ وَاَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ". Başka bir âyetde "اَلْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلٰٓى اَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَٓا اَيْد۪يهِمْ وَتَشْهَدُ اَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ" buyurur. Başka bir âyetde de Allah, bazı insanların derilerinin kendi aleyhlerine şâhidlik etmesi üzerine onların, "Niçin aleyhimize şâhidlik etdiniz?" diyeceklerini, derilerin ise, "Bizi, herşeyi konuşturan Allah konuşturdu" yani "Bu şâhidliği bize Allah yapdırdı" diyeceklerini beyân eder.