15 Mart 2020 tarihinde yayınlanmıştır.
Şerî'at-ı mutahharanın evâmir ve nevâhi i'tibâriyle başlıca iki kısmı vardır. Evâmirden maksad bilcümle farâiz ve nevâfil olduğu gibi nevâhî dahi Cenâb-ı Hakk'ın haram buyurmuş olduğu kavil ve fiilden ibâretdir. Resûl-i Ekrem Efendimiz, "El-îmân nısfân fe nısfun fi's-sabr ve nısfun fi'ş-şükr" buyurmuşlardır. Yani îmân-ı kâmil iki nısfdır. Bunlardan birisi irtikâb-ı menâhîden imtinâ ma'nâsına olan sabırda ve diğeri ise imtisâl-i evâmir ve itâat-ı ilâhîden ibâret olan şükürdedir. Malûm ola ki, hadîs-i şerîfde menâhîden imtinâ, evâmire imtisâlden mukaddem zikir buyrulmuş olduğu iki nükteye işâretdir. Bunlardan birisi def-i mefsedetin celb-i maslahatdan mukaddem bulunduğu, ikincisi ise, ibâdât u tâatın kâffesini îfâ ve icrâ eylemek kuvve-i beşerin hâricinde ve ictinâb-ı menâhî ise her bir ferdin imkânı dâhilinde bulunduğundan fevâidinin daha şumullü olduğudur. Hatta diyebilirim ki, âlem-i islâm için mutasavver olan teâlî ve terakkînin en mühim sebebi terk-i meâsidir. Meâsîden müberrâ ve terk-i meâsî sevâbından muarrâ bulunan melâike-i kirâmın makâm-ı tabiîlerinden terakkî edemedikleri dahi bu ma'nâyı müeyyiddir. Elhâsıl, menhiyyât ve muharremâtdan tevakkî ve ictinâbın, terâkkiyât-ı ma'neviyyeye hâdim olduğu kadar menâfi-i maddiyye ve fevâid-i cismâniyyesi dahi nazar-ı itibardan dûr tutulmamalıdır. Menhiyyâtın insanların mal ve canına, şeref ve şânına îrâs ettiği zarar ve ziyânın kâbil-i telâfi olmadığı ashâb-ı basîretin malum ve müsellemidir. Mevlâm Hazretleri bâsıramızı müşâhede-i Hakk'dan ve sâmi'amızı istimâ'-ı hakîkatden mahrûm buyurmasın, ÂmînLisâna âşinâ olmayanlar için şöyle izâh edelim :
Şerîatın iki kısmı vardır. Biri emirler, diğeri yasaklar. Emirlerden maksad, farz olsun nâfile olsun bütün ibâdetler, tâatler, yasaklardan maksad da sözlü olsun filli olsun bütün haramlardır. Peygamberimiz, "Îmânın bir yarısı sabır, diğer yarısı şükürdür" buyurmuşlardır. Sabır, yasaklardan kaçınmaya, şükür de emirlere uymaya işâretdir. Hadîs-i şerîfde sabrın önce zikredilmesinin iki hikmeti vardır. Birincisi, zararı uzaklaştırmanın, faydayı elde etmekden daha öncelikli olmasına, ikincisi de ibâdetlerin tamâmını yerine getirmenin insan tâkatinin üstünde olmasına ama yasakların tamâmından kaçınmanın herkes için mümkün olmasına işâretdir. Kötülükden kaçınmak o kadar önemlidir ki, İslâm âlemi için ilerlemenin ve yükselmenin şartı, öncelikle kötülüğü terketmekdir de diyebiliriz. Günâh işlemeye hiç istidadı olmayan, bütün kötülüklerden ârî olan meleklerin manevi ilerlemeden mahrûm olmaları yani hep aynı mertebede kalmaları da bu gerçeği teyid eder. Kısacası, yasaklardan ve haramlardan kaçınmak, manen ilerlemeye yaradığı gibi maddî ve bedenî bakımdan da bir çok faydalar sağlar. Allah'ın yasak ettiği şeyler, insanların hem malına hem canına, hem de şerefine ve itibarına zarar verir. Üstelik bu zararların telafisi de yokdur. Aklı ve basîreti olan bunu görür ve kabûl eder. Allah, kalb gözümüzü Hakk'ı müşâhede etmekden, kulağımızı da hakîkati işitmekden mahrûm etmesin. Âmîn.Hazret'in bu irşâdı günümüzün insanına da şifâ olacak mâhiyetdedir. Zîrâ günümüzde en çok düşülen hatâlardan biri, tövbeyi ihmâl edip ibâdet etmek, kötülüğü terketmeden iyilik yapmakdır. Bugünün müslümanı sırayı şaşırmışdır. Meselâ haram yemeği bırakmadan hacca ya da umreye giden bir alay adam vardır. Gıybeti, dedikoduyu, iftirayı terketmeden zikir çekenler, Kuran okuyanlar da bir hayli fazladır. Halbuki, abdestsiz namaz olmadığı gibi, tövbesiz ibâdet de makbûl değildir. Haramdan kazanılmış parayla yapılan haccın da, böyle bir paradan verilen sadakanın da bir faydası olmaz. Önce, harâmı, günâhı, menhiyyâtı terketmek gerekir. Doktorun yapma dediği şeyleri yapmaya, yeme dediği şeylere yemeye devâm eden bir hastanın şifâ beklemesi ne kadar ahmakça ise, Allah'ın men ettiği şeyleri yapmaya devâm edenlerin de, ne kadar ibâdet ederlerse etsinler, Allah'dan bir hayır beklemeleri de o kadar ahmakçadır.