Kral Kızı Kıssası

1 Şubat 2025 tarihinde yayınlanmıştır.

İlim
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri yeri geldikçe hep anlatırlardı bu ibretli kıssayı :
Hoca demiş ki, âlim adam, Bir molla efendi, elli sene okutmuş, tedrîsât yapdırmış filan, "Yâhu, bu gusül abdesti nereden çıkdı" demiş. Ondan dolayı îmânsız vefât etmiş. Akıl yürütmüş yani fikir. Burada mezarı duruyor, hocanın mezarı, içinde kral kızı yatıyor. Ayvansaray'da duruyor. 

Bir molla efendi harbe iştirâk etmiş. O vakitler harb çıkdığı vakitde, mecbûrî götürmüyorlar askere, askerlik yok, Yeniçeri zamanında. Kapukulu askeri var, eyâlet askeri var filan. Fakat bu arada dervîşler de yâhud ordu şeyhi çıkıyor pâdişah irâde ediyor, meşâyihden birisi ordu şeyhi olur, mürîdlerini alır. Ondan gayrı da diğer tekkelerde bulunan meşâyih-i kirâm hazerâtı, isterse harbe iştirâk eder, dervîşleriyle beraber. Gönüllü. Ve bunlar harbi kızıştırırlar, harbin ön safında durur dervîşler. Kızıştırırlar, tevhîdle mevhîdle filan. Moral veriyor yani askere. Bu molla efendi de demiş, "Ben de gideyim harbe", yani ferâizi ifâ edeyim demiş. Molla efendinin ismi Süleyman'mış. Gitmiş, esir düşmüş. Avusturya'ya. Müslüman Türk esîrlerini topluyorlar, "Sanatın ne senin?" diye soruyorlar, aşçıyı şuraya veriyorlar, boyacıyı şuraya veriyorlar, oduncu şuraya, marangoz şuraya filan. Sıra buna gelmiş, "Ben hocayım" demiş. "Ne demek hoca?". "Yani ben müslümanların dîn adamıyım".  "Aaa, sana ne vazîfe verelim biz. Domuz güt" demişler. "Senin başka sanatın yok, domuz güt. Hem hakâret olur islâma hem de senin başka vazîfen yok". "Peki" demiş. 
Domuzun ne kabahati var. Etini yemeyiz, Allah haram kılmış ama hayvanın ne kabahati var. Aramızdaki fark, Allah ona domuz elbisesi giydirmiş, bize insan elbisesi giydirmiş. Aradaki fark bu, başka bir fark yok. Evet, nakkaş öyle yapmış, bana insan elbisesi ona domuz elbisesi giydirmiş. Birine veliyyullah elbisesi, birine köpek elbisesi giydiriyor Allah. Esir düşmüş, onu domuz çobanı yapmışlar. İşte ne yapsın, yanında Kur`ân-ı Kerîm varmış, onu çıkarır, hayvanları tarlaya bırakırmış, domuzları. Domuzlar ayrık otu yerler güzel. Pis bir hayvandır domuz, lağımdan bir necâset mecâset de yiyebilir yani. Fakat temiz olsun diye kralın domuzlarını bu hocaya vermişler gütsün diye. Hoca zekî adam, dar görüşlü değil, "Ben domuz gütmem" dememiş.
Kur`ân okurmuş her gün. Bir gün kralın kızı atın üstünde, yanında nedîmesi geçmişler oradan, o duymamış kralın kızının geçdiğini, ava çıkmışlar, avlanıyorlarmış, yüksek sesle okuyor. Kız bir kulak vermiş böyle. 
Kur`ân-ı Kerîm'i hiç bilmeyen kimse Kur`ân'ı işitsin, ona başka türlü bir tesîr yapar Kur`ân-ı Kerîm. Gayr-ı irâdî durur. İki şeyde olur bu. Biri Kur`ân, biri Muhammed ismi, sallallahu aleyhi vesellem. Yani "Muhammed" diye seslendin mi, bir ecnebi memleketde meselâ gidelim Amerika'da yâhud hiç müslüman olmayan bir memleketde, bir bağıralım "Muhammed" diye, bir dönecekler bakacaklardır mutlakâ. Nazar-ı dikkati celbeder. Allah'ın mahbûbu olduğu için, o esmânın tesîri vardır. Kur`ân da kelâmullah olduğu için, Kur`ân okunduğu vakit, gayr-ı irâdî insana bir tesîr yapar. Dinlemiş filan böyle, biaz durmuş. Sesi de güzelmiş, muhrik bir sadâya mâlikmiş. Yani yakıcı bir sadâya. Dinlemiş kız, sonra atı mahmuzlamış gitmişler. 
O gece bir rüyâ görmüş o hanım sultân. Kıyâmet kopmuş, halk mahşere dolmuş, bir ayak bin bir ayak üstüne. Gâyet cesîm bir kürsü üstüne beyaz elbiseli bir zât-ı muhterem oturmuş, ona gidip yalvarıyorlar, "Şefâat!" diye, o kime şefâat ederse, Allahu Teâlâ onu cehennemden kurtarıyor. Atmıyor nâra yani, o kurtuluyor. Bu da gitmiş araya karışmış, "Beni de kurtarın" demiş. Demiş ki, "Sen benim dînimden değilsin ki, seni nasıl kurtarayım" demiş. O demiş ki, "Sen kimsin, senin dînin nedir?". "Benim dînim islâm dînidir, ben de Îsâ Peygamber'den sonra gelen, en son gelen peygamber Muhammed Mustafâ'yım" demiş. "Ben hiç işitmedim" demiş, "ben hıristiyan memleketinde büyüdüm ve yetişdim, hiç işitmedim senin ismini, bilseydim, senin ismini işitseydim, ben sana îmân ederdim". "Süleyman var" demiş, "domuz çobanı, ona git. O sana benim dînimi, beni sana öğretir" demiş. 
Sabahleyin kalkmış, korkuyla kalkmış tabii. Mahşer meselesi çok enteresan. Ashâb-ı kirâmdan çok kimse kıyâmetin kopduğunu görmüşdür rüyâsında, akşamdan siyah sakalla yatmış, sabahleyin bembeyaz  olmuş sakalları. Bir gecede. O, o kadar şiddetli, korkunç bir şey. Cenâb-ı Allah seksen üç yerde Kur`ân'da kıyâmetin şiddetinden bahseder. Bir çok adam meselâ rüyâ görür, o korkuyla bakarsın saçı sakalı ağarıverir. Yâhud gamla. Bir acı haber gelir adama, bakarsın derhal tıt tıt tıt tıt, saçı bembeyaz oluverir adamın. 
Ateş düşmüş kızın gönlüne. Ertesi günü, atlamış gelmiş, bulmuş Süleyman'ı. Konuşmuş onunla. Hocaefendi öğrenmiş biraz o lisânı. "Bana dînini öğret" demiş. "Ben böyle böyle bir rüyâ gördüm, Resûlullah beni sana gönderdi". Demiş, "Bana da aynı emri verdi" demiş, "gelecek diye söyledi" demiş. O da görmüş rüyâsında. Ve ona talîm etmiş islâm dînini, Peygamberimizi öğretmiş, şemâilini, sîretini, ağyârını mâni efrâdını câmi. Yani ilmin zâhirini, bâtınını. Ulûmun evvelini âhirini halletmiş bir insanmış Süleyman Baba, kıza öğretmiş bunların hepsini. Hergün geliyor gizli gizli, Süleyman'dan ders alıyormuş. Teferrüce çıkıyoruz diye. Gezintiye çıkıyoruz diye. 
Ve bir gece rüyâda Cenâb-ı Peygamber'i görmüş. Kızı evlendirmeye kalkmışlar, evlenme zamanı gelmiş. Efendimiz'i görmüş, demiş, "Yâ Resûlallah, ben artık kâfire varamam, beni al oraya" demiş kız. Efendimiz de, "Peki" demiş, "Seni bu tarafa alalım" demiş. Ertesi günü o hanım sultan sevinerek gelmiş. İsmini Fâtıma koyalım. Demiş, "Böyle böyle ben âhirete gidiyorum. Bugün son günüm" demiş, "ben akşam Resûlullah'ı gördüm". Ve kız demiş ki, "Ben bir vasiyetnâme yazacağım, babam vasiyetnâmeyi okuduğu vakitde seni âzâd edecek, öyle yazacağım içerisine. Sen kurtul, evine git, beni duâdan unutma". Yazmış. "Ama" demiş, "sen hemen gitme, kırk gün buralarda dolaş, oyalan. Kırkıncı günü benim kabrimi aç. Çünkü kırk gün bizim üzerimize İncil okurlar" demiş, "papazlar gelirler" demiş. "Kırk gün geçdikden sonra onlar çekilirler, ben kabirde yalnız kalırım. Benim kabrimi gel aç. Bizi huliyyâtla gömerler, yani elmaslarımızla, altunlarımızla gömerler" demiş, "sen onların hepsini al, benim nâmıma islâm diyârında bir câmi yapdır, hayır hasenât yapdır" demiş, "sen de ondan mütena''im ol filan" demiş. "Allah aşkına böyle yap" demiş. 
Kız vefât etmiş. Oooo, mâtem ilân etmişler. Kırk gün İnciller okunmuş, kiliselerde âyinler yapılmış, rûhunun istirâhati için. Kırkıncı günü gene Üç Horan kilisesinde âyin yapmışlar filan. Ve vâsiyetnâme kralın eline geçmiş, okumuş. "Baba" diyor, "eğer benim rûhumun istirâhatini istiyorsan, islâm esirlerinden yüz kişi, onları memleketine gönder, insâniyyete hizmet sayılır bu, benim rûhum âhiretde istirâhat eder. Yüz kişi benim nâmıma islâmlardan gönder" diyor. Onun içerisinde Süleyman da var, onu da koymuş, "Domu zçobanı Süleyman'ı da gönder" demiş. 
Ve kral göndermiş onu, âzâd etmiş yani. Ama gitmemiş Süleyman, kalmış. Ve kırkıncı günü gecesi gitmiş, kızın kabrini açmış. Bir de ne görsün! İstanbul'da ders okuduğu hocası yani elli sene halka ders okutan, vaaz eden, nasîhat eden, insanları hayra çağıran bir adam, orada yatıyor kabrin içerisinde. Görünce hoca, dışarı fırlamış kabirden. Avusturya'da, Viyana'da. Üzerini kapamış hoca, oradan gelmiş İstanbul'a. Doğru, Eyüp'e gitmiş. Eyüp'de oturuyorlarmış, İslâmbey Mahallesinde. "Hocamın kabrini bana gösterin" demiş. Ayvansaray'da. Hâlâ orada duruyor. Yâ Vedûd'un karşı tarafındadır. "Nerede kabri?", göstermişler, "Burada" demişler. Oraya gitmiş hoca gece, kabri açmış. Kız orada yatıyor, elmaslarıyla, altunlarıyla. 
Çünkü bu kabristanlara insanları gömüyorlar, îmânsızları oradan alırlar başka yerlere naklederler. Onlardan îmânlı olanları buraya naklederler. Antreparantez, bir adam varmış, hep istiyormuş Medîne'de ölsün, "Medîne'ye gitsem, Medîne'de ölsem, civâr-ı Peygamberîde bulunsam, orada gömülsem" filan, hep kafası buna işliyor. Bir veliyyullah varmış, onun bilmiyor velî olduğunu, ona demiş, "Senin bir düşüncen var kafanda". Âh sen bilmezsin, senelerden beri ben Allah'a duâ ediyorum". "Nedir?". "Ben Medîne'ye gideyim, orada öleyim". Demiş, "Evlâdım, Medîne'de ölmeğe çalışma" demiş. "Ya ne olacak?". "Medîne'ye lâyık olmağa çalış" demiş. Kendine kabir hazırlama, sen kendini kabre hazırla. Bir delik bulurlar adamı sokarlar içeri. "Canım nasıl olur, Peygamber'e komşu olsam iyi değil mi?" deyince, böyle gözüne elini bir sürmüş, bir de bakmış, Medîne'de ölüyorlar, oraya lâyık olmayanları başka şehirlere atıyorlar, Medîne'nin hâricinde ölüp de Medîne'ye lâyık olanları oraya götürüyorlarmış, civâr-ı Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâma. "Civâr-ı Mustafâ'da iskân et" diye duâ ediyoruz ya, işte o manâya.

Elmasları toplamış kızın üzerinden gelmiş hoca, bulmuş hocasının karısını, dedi, "Benim hocam namaz kılmaz mıydı?", "Kılardı", "Oruç tutmaz mıydı?", "Tutardı. Her şeyi yapardı, Kur`ân okurdu, Delâil okurdu". "Okurdu ama ne gibi günahı vardı?" demiş, "yani yapdığı mühim bir kabahati vardı hocamın, neydi o?". Demiş ki karısı, "Yalnız bir şey vardı, bu yıkanmak nereden çıkdı, yani mecbûr olmasaydık yıkanmağa. Bir küfe elmanın içinden bir tek elma çamura düşse küfenin hepsini mi yıkayalım, çamura düşen elmayı mı? Öyle söylerdi hoca. Niye küfedeki bütün elmaları yıkayalım, ne lüzûm var. Yalnız bir tâne çamura düşdü elma, onu yıka, tamam kâfî. Bunu derdi filan". "Haaa anladım" demiş "işte bunu dediği için Cenâb-ı Hakk onun îmânını ona, onun küfrünü ona vermiş". 

Neden anlatdık bunu? Zerre kadar hayır insanları yüceltir, yükseltir. Allah bahâ Allahı değil, bahâne Allahıdır. Zerre kadar şer de insanı bakarsın hiç kıymet vermezsin sen, o kıymet vermediğin şer, adamı nâra götürür, adamın çenesini îmânsız kapatır. Allahümme lâ tuhricnâ, âmîn deyin, Allahümme lâ tuhricnâ mine'd-dünyâ illâ ma'a'ş-şehâdeti ve'l-îmân. 

Efendi Hazretleri bir başka sefer, bu kıssayı anlatırken şöyle buyurdular :

Allah hacıya, hocaya, şeyhe filan bakmaz. Nice kerâmetli şeyhler son nefesde îmânsız göçmüşlerdir. Nice ulemâ, cildler dolusu kitâbı yazmışlar, yazdırmışlar, okutmuşlar, son nefesde îmânsız göçmüşlerdir. Ufak bir şeyden. Ufak bir şeyden. Meselâ hiç kıymet vermediğ bir günah, bir adamın îmânsız ölmesine sebeb olabilir. Ufak bir günah. Ufak, ufak böyle, hiç kıymet vermezsin.  

www.muzafferozak.com

Listeye geri dön