5 Haziran 2023 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri yeri geldikçe hep anlatırlardı bu kıssayı. Daha önce bunu yayınlamışdım ama şimdi duâ faslında yeri geldi tekrar yazıyorum :
Bektâşî, ayağında ayakkabı yok, sırtında entârisi yok bir Bektâşî dervîşi, Mısır'da dolaşıyor. Hidiv zamânı. Bir de bakmış ki, saltanatlı bir araba geçiyor yoldan, böyle yaldızlı bir arabanın içinde bir adam oturmuş. Bir adama sokuldu, dedi, "Bu geçen hidiv mi, kendisi mi pâdişahın?". "Yok canım, hidiv değil, hidivin kullarından birisi" dedi o. Kul demek, köle manâsınadır. O vakit dedi, elini kaldırdı, "Yâ Rabbi, kula bak kula nasıl bakıyor, ben de senin kulunum, bana biraz bak" dedi, "şu hâlime bak" dedi Cenâb-ı Hakk'a.
Aradan bir müddet geçdi, bakdı bir gün siyâset meydânında kalabalık var orada filan, gitdi sokuldu oraya. Bakdı ki o adam. Yani hidiv düşmüş, hidivi düşürmüşler, devirmişler, o hidivin adamını yatırmışlar orada, tırnaklarını söküyorlar, derilerini kesiyorlar, tuz döküyorlar, "Efendin hazînelerini nereye gömdü, bize haber ver" diyorlar ona. Diyor, "Ben onun ekmeğini yedim, ben onun kuluyum, ben ona ihânet edemem, söyleyemem" diyor. Böyle onu görünce Bektâşî kaçdı oradan.
O akşam bir rüyâ gördü. Rüyâsında Allahu Sübhânehû ve Teâlâ buyurdu ki, "Kula bak, kulluk nasıl olur öğren, sonra gel de bana Allahlığı öğret" dedi Cenâb-ı Hakk. "Kula bak" diyor. O, pâdişahın kulu ya. Kul demek köle demek yani. "Kula bak" diyor, "kulluğu kuldan öğren de, sonra gel de Allahlığı öğret bana".