Kulak-Göz-Akıl - Hutbe - 2 Mayıs 1980

10 Temmuz 2020 tarihinde yayınlanmıştır.

Namaz

HUTBE

Kâlallahu te'âla fî kitâbihi'l-azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
قُلْ هُوَ الَّذ۪ٓي اَنْشَاَكُمْ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۜ قَل۪يلًا مَا تَشْكُرُونَ * قُلْ هُوَ الَّذ۪ي ذَرَاَكُمْ فِي الْاَرْضِ وَاِلَيْهِ تُحْشَرُونَ * وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ * قُلْ اِنَّمَا الْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِۖ وَاِنَّمَٓا اَنَا۬ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ
Kul hüvellezî enşeekum ve ce'ale lekümüs sem’a vel ebsâre vel ef’ideh, kalîlen mâ teşkürûn. Kul hüvellezî zeraeküm fil ardi ve ileyhi tuhşerûn. Ve yekûlune metâ hâzel va'dü in küntüm sâdıkîn. Kul innemel 'ilmü 'indallah, ve innemâ ene nezîrun mübîn.
Sadakallahü'l-azîm.

Okumuş olduğum âyât u beyyinât Sûre-i Mülk'de. Bu Sûre-i Mülk'ü ezberleyiniz. Ezberleyemeyen yüzünden okumasını öğrensin ve mümkünse her akşam okusun. Mümkün olmazsa haftada iki akşam okusun. İhmâl etmeyiniz. Cenâb-ı Hakk bu sûre-i celîlenin okunduğu yerden itibâren fersah fersah rahmetini ve bereketini inzâl eder. Bu sûre-i celîle, cümle evliyâullahın virdlerinde mukayyeddir. Cümle evliyâullah tarafından vird edinilmişdir. Esrârı gâyet de büyük.  

Mevtâlarınıza da bu sûre-i celîleyi okutunuz. Yani ölülerinize. Öldüğü vakit, kabre girerken, muhakkak Sûre-i Mülk'ü okutunuz. Zamânımızda hâfız efendiler, okumuyorlar, bazı aşr-ı Kur`ân okuyorlar. Hepsi Kur`^an-ı Mübîn'dir ama bu sûrede başka hassa vardır.

Hattâ Resûlullah, sallallahu teâlâ aleyhi vesellem, Efendimiz Hazretleri, ashâbı ile bir yeri teşrîf buyuruyorlarmış, bir yerde o akşam karar kılmışlar. Karar kıldıkları yer makbere imiş, yani kabristanmış, eski bir kabristanmış. Sahabeden birisi bu Sûre-i Mülk'ü o akşam tilâvet eylemiş, oranın da makbere olduğunu Cenâb-ı Peygamber'e söyleyince, Fahr-i risâlet sallallahu aleyhi vesellem, "Burdakilere bu sûre kâfî geldi" demiş. Onun için bunu ihmâl etmeyiniz. Geçiyoruz, bu kadar. Sırları pek fazla. Okuyanlar bu şerefe nâil olacaklar, bu sır kendilerine tecellî edecek ve bu tecelliyâta mazhar olacaklardır. İhmâl etmeyiniz. Sûre-i Mülk, unutma! Yani Tebâreke Sûresi. "Tebârekellezî bi yedihî'l mülk". Bu okuduğum âyet, bu sûreden.

Âyetler iki kısımdır. Birisi âyât-ı enfüsiyye, biri âyât-ı âfâkiyye. Yani bir dış âlemimiz bir iç âlemimiz yani vücûd âlemimiz. Burada Cenâb-ı Hakk Celle ve Tekaddes Hazretleri, bize kendi kitâbımızdan, vücûd kitâbımızdan beyân etmekde, bahs etmekde. Habîb-i Edîb'ine yani Cenâb-ı Fahr-i Risâlet'e, Resûl-i Ekrem'e, o kerîm olan nebiy-yi zîşâna, o mahbûba, "Söyle Habîbim, hüvellezî, o Allah ki, öyle bir kudrete mâlik ki o Allah, enşeeküm, sizi yokdan vâr etdi, inşâ etdi". 

Ne kadar mühim bir hâdise değil mi? Bir katre su parçasından insan halkolunuyor. Görünüşde bunu gâyet de basit görüyorsun bunu sen. Mühim hâdisât. Bir katre içerisinde bir ummân. İnsan, hâmil-i esrâr-ı ilâhî, âyet-i kübrâ. Bir katre içerisine bir ummân sığmış. Bu gördüğün kâinât, küçük âlem, sen büyük âlemsin. Zâhirde sen küçük görünüyorsun, bâtında büyüksün. Zâhirde bu âlem büyük görünüyor, senin yanında bu küçük. Arş sende, kürsî sende, cennet sende, cehennem sende, Rahmân sende, Şeytân sende. Hepsinin sende ayrı ayrı ecelliyâtı var. Onun için bir katre menîde bir umman gizli. Hâmil-i esrâr-ı ilâhî gizli. Onun için çok mühim. "Kul hüvellezî enşeeküm, söyle o Allah ki, sizi inşâ etdi". Neden? Bir katre menîden. "Hüvellezî yusavviruküm fi'l-erhâmi keyfe yeşâ". Ana rahminde, kudret fırçasıyla, hayız kanıyla yoğurdu, istediği şekle koydu. Aman ne kadar güzel yaratdı. Ne mütenâsib a'zâ verdi. Bir düşün. Bir kendini göz önüne getir şöyle.

İki türlü âyet var. Birisi dışarıya bak, kendini göremiyorsan eğer evvelâ. Bak, semâ nasıl ref' edilmiş, yükseltilmiş. Gök. Sen onu her gün görüyorsun da kıymet vermiyorsun. Çok mühim, semânın senin üzerinde binâ ve tavan olması. Yıldızlar senin semânı süslemekde, gökyüzünü süslemekde. Bunlar da mühim âyetler. Sen her gün görüyorsun bunları ama hiç kıymet vermiyorsun. Tayyare ilk çıkdığı vakit, gökyüzünde tayyara gürültüsü işitildi mi, hepimiz dışarıya çıkar tayyareye bakardık.  Sonra benimsedik, artık bakmıyoruz. Neden? Çünkü artık lâubâli olduk. Bunun gibi. Mühim şey, yıldızların gökde bulunması, dünyâdan milyonlarca kat büyük yıldızlar, hepsi mihveri etrâfında, Hakk'ı tesbîh ediyorlar, Allah'ı zikrediyorlar ve dönüyorlar. Birbirlerine çarpmıyorlar. Ecrâm-ı semâdan birini alacak olursak, içlerinden çıkaracak olursak eğer, gök kubbe yıkılır. Hepsi birbirine bağlı. Öyle hesaplanmış. Dakîkasıyla, anıyla berâber. 

Gör, deve nasıl halk olunmuş. Kur`ân-ı Kerîm şimdi söylüyor,  "اَفَلَا يَنْظُرُونَ اِلَى الْاِبِلِ كَيْفَ خُلِقَتْ۠ e fe lâ yenzurûne ile'l-ibili keyfe hulikat". Deve nasıl halk olunmuş görmüyor musun? İki ayaklı yürüyenler var, dört ayaklı yürüyenler var, kırk ayaklı yürüyenler var, hiç ayaksız yürüyenler var, yüz üstünde sürünüyor. Ne büyük âyet değil mi? Sen iki ayak üzerinde gidiyorsun. Yakın bir zamanda küffâr-ı hâkisâr mahşere elsiz, ayaksız, yüz üstünde sürünen mahlûklar gibi huzûra götürülecekler. Yakın bir zamanda. Çok uzak değil. Yakın, belki yakından daha yakın. Bekleme semânın yarılmasını, yıldızların dökülmesini, kabirlerin eşilmesini, denizlerin kaynamasını. 

Bir kimse öldüğü vakit kıyâmeti kopmuş demekdir. Elsiz-ayaksız olacaksın, yani sana verilen el ve ayak senden alınacak ve seni bir tahta üzerine bindirip götürecekler. O tahtayı da küçük görme. Beş yüz liraya bin liraya yapılan bir tabutu küçük görme. Onun içerisinde öyle ma'nevî yükler var ki! Ya onun içerisi yılanla-çıyanla dolu, seninle berâber gidiyor kabre, veyâhud cennât-ı âliyâtın miftâhı ve cennetin süsleri ve hûrîlerin mihirleri onunla berâber.
Kabre giden bir cenâzeye tabî olduğunuz vakit, bilmiş olunuz ki, o meyyit bağırmakda ve seslenmekde. Eğer o meyyitin sesini sen ve ben işitsek...İşitenler var. Onlar tahammül ederler. O makâma erişmişler, tahammül ederler. Sen ve ben işitsek meyyitin seslendiğini, bir daha yemek yemeyiz, bir daha gülemeyiz. Çünkü dünyâda insanlar en büyük vâiz ölümdür. Biz onu görüyoruz da ondan bir nasîhat almıyoruz, öğüt almıyoruz. Duysak bu şekilde, şöyle sesleniyor. 

Sen ve ben de yakın zamanda bunun üzerine bineceğiz. Biz de sesleneceğiz, aynı sözleri söyleyeceğiz. Şöyle sesleniyor. Ya "Eyne tezhebûne", manâsı "Beni nereye götürüyorsunuz! Götürmeyin beni!" diyor, yalvarıyor. Yâhud, "Aman hemen beni götürün yerime takdîm ediniz! Yollarda beni oyalamayın!" diyor. 

 "Beni nereye götürüyorsunuz!" diyenler, bunlar, hayatlarının kıymetini bilmemişler, ne âyât-ı âfâkiyyeyi ne âyât-ı enfüsiyyeyi okumuşlar, niçin vâr olduklarını bilmemişler, nereden geldiklerini, nereye gittiklerini, niçin geldiklerini, niçin gittiklerini düşünmemişler. Mücerred iki yere hizmeti hizmet bilmişler, yiyelim-içelim, cinsî münâsebetde bulunalım, tûl-i emeller besleyelim, hep hayalde hâlâ, şunu yapalım, bunu yapalım. Saçına sakalına ak düşmüş, Azrâil aleyhisselâm gelmiş, ona haber getirmiş, ölüm haberlerini getirmiş, göndermiş, hâlâ farkında değil. Dizi ağrıyor, gözü ağrıyor, kulağı ağrıyor, kalbi ağrıyor, başı ağrıyor, her türlü a'zâsından bir şikâyet var, bunların hepsi birer haberci, Melekü'l-mevt'in habercileri. Sakalına kır düşmüş, benim gibi kazıtmış, görmeyeyim akı diye. Ne kadar kaçsan sana yetişecek o. Saçına kır düşmüş, orayı boyamış, görmeyeyim akı diye. Halbuki ak haber veriyor, diyor ki bak, 

Sakalına baka bak
Kara idi oldu ak

Düşün bunları! Gideceksin, yolcusun yani. Hâlâ sen, havada dolaşıyorsun. Oyun peşinde geziyorsun. Nefsine tâbi olmuşsun, nefsinin mahkûmu olmuşsun. Nefsinin arzularını, şeytanın isteklerini yapıyorsun. Allah'a âsî olanların peşine düşmüşsün. Dünyâ menfaati için. Beş kuruş için, kırk para için. Hiç sana bir menfaati olmayacak belki onun manevî yükünü sırtına yükleneceksin. İşte "Eyne tezhebûn" diyenler bunlar. Bilmemişler, bulmamışlar, olmamışlar, niye geldiklerinin farkında değiller, yesinler, içsinler, yatsınlar. Ayol bunun için oldukdan sonra, hayvanlar da aynı şey için gelmişdir kâinâta, hayvandan farkı kalmaz insanın. Hani maneviyyât? Hani Allah sevgisi? Hani Resûlullah sallallahu teâlâ aleyhi veselleme muhabbet? Ondaki incelik, ondaki refah, ondaki saâdet, ondakji necât nerede sende? Hani nişânen? Hani üzerinde Muhammed nişânesi? Göster bana bir tânesini. 

Muhabbetden Muhammed oldu hâsıl 
Muhammedsiz muhabbetden ne hâsıl

Hani? Âsâr-ı muhabbetin nedir Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme? Namaz kılmıyorsun, "Niçin kılmıyorsun?" diye soruyorum sana. "Kalbim temiz" diyorsun. Resûller Resûlü, ayakları şişmiş namaz kılarken. Sûre-i Tâhâ'nın tefsîrine bakın. "Biz sana Kur`ân'ı meşakkat için indirmedik yâ Muhammed", sallallahu aleyhi vesellem. "Rabbime ben şükretmeyeyim mi?" diyor. "Yâ Rabbi sana ben şükretmeyeyim mi?. Doyamıyorum sana şükretmeye".

Hazret-i İlyâs aleyhisselâm ölürken ağlıyor, Melekü'l-mevt soruyor kendisine diyor ki, "Yâ İlyâs, sen bir nebiy-yi zîşânsın, ölümden mi korkarsın?". Hâşâ, biliyor neden ağladığını ama, bize duyurmak için konuşuyor. Diyor ki, "Rabbime ibâdete doyamadım, Rabbime kulluğa doyamadım ben, onun için ağlıyorum" diyor. 

Ne büyük nimet! Ne büyük saâdet! Ne büyük devlet! Vücûdda rûh, Rabbe kulluk ediyorsun. Hakk'a karşı alnını secdeye koyuyorsun. Abdiyyetle mabûdiyyet birleşiyor, tekarrüb var, mi'râc var secdede. Sen bunun kıymetini bilmezsen neye yaradı bu iş? Hiç bir şeye yaramaz, olmaz. İşte "Eyne tezhebûn" diyenler bunlar. Yani kadr u kıymetlerini bilmeyenler. 

Üç gün namaz kılmış, dördüncü gün, mü'minleri beğenmiyor. Bu da şeytanın tuzağına düşmüş, zavallının bir tânesi daha. Kimseyi hakîr görme. Kendi ayıbının bin tânesine vâkıf, muhâtabının ayıbının bir tânesine vâkıfsın. Kendi ayıplarını düşünürsen başkasının ayıbını göremezsin. Birinin ayıbını görmek kendini ondan yüksek görmekdir ki, "ene hayrun minh" diyen şeytandır. Sakın insan şeytanı olma. Unutmayın bunu! Bir kimsede bir kusur gördüğün vakit, bak, o kusurdan sende var mı, işlemiş misin o kusurdan? "Yok". Ona yakın bir kusur işledin mi acabâ? "O da yok Efendi". Güzel, peki yarın işlemeyeceğin ne malum. 

Gönülller açık ova gibidir. Allah'In tevfîki olmasa sen burada bulunmazsın. Sen câmiye kendin mi geldin zannediyorsun? O sana göre öyle. Allah istedi seni buraya. Allah seni kendisine muhâtâb gördü, lâyık gördü, Kur`ân'ını sana dinletdi, kendisine secde etdirdi. Nice insanlar var, kalbleri yanıyor, ibâdet edemiyorlar. Bir mâni' çıkıyor önüne, o mâni'i yenemiyor, o perdeyi yırtamıyor, gelemiyor ibâdete. Îmânı var, istiyor ibâdet etmek. Bu da benim sözümle değil, sen de buna şâhid olmuşsundur. Kaç tâne ahbâbın sana "Ben de istiyorum namaz kılmak ama bir türlü olmuyor" diyor sana. Bunlara sen şâhid oldun. 

İşte "Eyne tezhebûn" diyenler, "Beni nereye götürüyorsunuz!" diyenler, bunlar, niçin halk olunduklarını bilmemişler, aramamışlar, hayvanlar gibi yemiş-içmişler, tepişmişler, hep dünyâ metâını toplamışlar. Karınca gibi. Karınca toplar toplar toplar, bir sene toplar, kendi topladığını yemeden ölür. Sana büyük bir ibret ve âyet. Birçok insan, şeklen insan olup, hakîkatde karıncadır, yalnız toplamakla mükellef, yemekle değil. Toplar, toplar, helalden, haramdan, sonra yemeden ölür. 

Böyle başkalarının nimetine vâsıl olmak istiyor musun yoksa bizâtihî kendin Hakk'a vuslat mı istiyorsun? Sana hepsini dağıt demeyeceğim. Allah'ın takdîrini, Allah'ın mikdârını bildireceğim sana. Kırkda birini ver. Zekâtını sakın ihmâl etme. Allah cümlemizi gafletden îkâz buyursun. İşittiğimiz dersleri bize unutturmasın, taş üzerine yazı gibi yazsın Allah kalbimize. Su üstüne yazı gibi yazarsa çabuk gider, unutulur o.


Ey efendiler! Gençler! İhtiyarlar da vaktiyle genç idiler. Ey çocuklar! Vaktiyle ihtiyarlar da çocuk idi. Hepimiz bir zamanda, hani cemâziyelevvelimizi biliriz değil mi? Başkasının cemâziyelvveline bakma, kendi cemâziyelevveline bak, orda birleşiyorsun. Hepimiz menî idik babamızın belinde. Dâimâ bir mevkide bulunan Allahu Teâlâ'dır. Hep gelip geçiciyiz. Bunları düşünenler, bu âyetleri görenler için ne kadar güzel.

Evet, "Eyne tezhebûn" diyenler, Hakk'ı bilmemişler, bulmamışlar, niçin yaradıldıklarını düşünmemişler, düşünememişler, düşündürülmemişler. İbretsiz bir göze mâlik. Öğüt almayan bir kulağa sâhib. Allah'ı zikretmeyen bir ete mâlik. Dil, Allah'ı zikretmiyor. Bir gönül var, Hakk'ı sevmiyor, Hakk korkusu yok orada. Hakk korkusu olmayan gönül, Hakk sevgisi olmayan gönül, mandanın kalbinden hiç bir farkı yokdur onun. Kalb denildiği vakit, sen yalnız mücerred, bildiğin kozalak parçası şeklinde zâhir olan eti hatırlama. Bâtın kalbi vardır, bâtın gözü vardır. Basîret derler ona. İbretsiz gözü ne yapacaksın. Bunlar işte, "eyne tezhebûne/beni nereye götürüyorsunuz, götürmeyin!" diyorlar. Maldan-mülkden ayırdınız. Her şey de gözünün önünden alınacak perdesi. Hayâtında dost diye tanıdıkları, o anda düşman olduklarını görecek ama iş işden geçmişdir, kudreti yokdur. Çünkü o, onun malına, canına dostdu. O, ölür ölmez, o bayram yapıyor. Görecek ki dost zannetdiği düşman imiş. Yarın yevm-i kıyâmetde gırtlak gırtlağa gelecek. Huzûr-i Rabbü'l-âlemîn'de, mahşerde, Hâkim-i Mutlak önünde yani Allah huzûrunda.

"Aman götürmeyin beni yâhu, yapmayın, etmeyin!" filan. Kimse dinlemiyor, götürüyorlar. Onun için sen böyle ufak görme tabutu. Tabutu çok ufak görme öyle tahta parçası filan filan. İçinde çok yük var onun. Öyle ejderhalar var ki korkunç! "Beni nereye götürüyorsunuz!" diyenlerin tabutlarının içerisinde öyle ejderhalar var ki! Koca kobra yılanları var. Hayâtında kendiyle berâberdi, ayrı bir şey değildi. Bildiğin kobra yılanı değil. O da senin gibi benim gibi mahlûkdur. Ona kobra elbisesi giydirilmiş. İnsan sûretindeki kobralardan bahsediyorum ben, kobrasını yanında taşıyanlar. Daha neler var içerisinde. En ufak, birisiyle istihzâ etmiş, alay etmiş, arkasından gözünü oynatmış onu dahi oraya hesaplamış koymuşlar. O da başka bir şekle girmiş. Cenâb-ı Molla Câmi'nin söylediği gibi.

Heme akvâl ü ahvâl-i müddehar 
Rüveydâ-gerde ender rûz-i mahşer

Efendiler! Bütün sözler, işler, hepsi bir şekle girecek, hepsi bir şekil alacak, yevm-i kıyâmetde önümüze gelecekdir. Onları da burdan götüreceksin ahrete, tabutunla berâber. İster iyilik ister kemlik. 

Ama "Kaddimûnî" diyenler, varlıklarını bilmişler, niye vâr olduklarını ve Hakk'ın esrârına mâlik olduklarını, Allah ile olduklarını, Hakk için olduklarını, Hakk tarafından yaradıldıklarını, kulluğun nice sultânlık olduğunu anlamışlar. Allah'a kulluk bütün kâinâta sultân olmakdan çok daha büyükdür, idrâk edebilen için. Allah'a kulluk, cihâna sultân olmakdan çok yeğdir, anlayabilen için. Kulluklarını bilmişler ve Hakk rızâsını kazanmışlar, ahretlerini mamûr etmişler, Allah'ı râzı kılmışlar, Peygamber onlardan râzı olmuş ve mübârek cemâlini daha ölüm ânında göstermiş. O anda, "Gel benden yana" demiş, âgûşunu açmış. Bunlar da "Kaddimûnî" yani "Yollarda bizi eğlemeyin, ağır ağır götürmeyin, hemen götürün teslîm edin" diyenlerdir. Çünkü makbere içerisinde bazı zevât var ki bizâtihî Resûlullah'ın kucağına verilir, mezarcının kucağına değil, ahbâbın kucağına değil. Maneviyyâtda bizâtihî Resûlullah kucağına alır, karşılar. Hangisini istiyorsun? Bazı zevât var, pîri, tâbi olduğu pîri, şeyhi, mürşidi kucaklar onu, kabrine indirir. Bazısı var, ameli karşılar. Allah muhâfaza buyursun.

Şimdi bak sana yollar gösteriyoruz. Oku âyât-i âfâkiyyeyi. Semâ nasıl yükselmiş? Deve nasıl halk olunmuş? Denizler nasıl halk olunmuş? Gör, bak. Anlamıyorum dersen eyvâh!

Bu âlem kilk-i kudretle yazılmış bir kitâb-ı Hakk
Hakâret etme bir mûra Süleymân olmak istersen
Tefekkür et hayâl-i hâli bu gülzâr-ı vahdetde
Nesîm-i feyz ile mestân ü hayrân olmak istersen
Bak! Seni bir katre menîden halk etti. "Hüvellezî enşeeküm ve ce'ale lekümü's-sem'a". Evvelâ seni işitici kıldı. İşitmek ne kadar büyük nimet. Eğer işitmeseydin konuşamazdın. Dilsizlerin dili yok değil, sağır oldukları için konuşamazlar. Evvelâ işitmek ve ilme'l-yakîn, ona da işâret var. "Hüvellezî enşeeküm ve ce'ale lekümü's-sem'a", sizi işitici kıldı. "Ve'l-ebsâra", sonra görücü kıldı yani ayne'l-yakîn. Sonra, "Ve'l-ef'ide". İşittin, gördün ama tefekkürün yok, düşünmüyorsun. Öyle değil, bir de anlayıcı kıldı. Akıl verdi ya sana, düşünsene. Düşün, araştır. Bir saat kudretullahı düşünmek, tefekkür etmek, altmış sene yâhud yetmiş sene nâfile ibâdetden Allah'a daha sevgilidir. Nâfile ibâdet. Beş vakit farzın yerini hiç bir şey tutmaz. Bunu unutma! Kulluğun senin. Hiç böyle, "Vücûdum semiz, kalbim temiz" filan filan, hiç bir fayda vermez. Nâdim olursun. Yakın bir zamanda ellerini ısırırsın. "Niye kılmadım. Eyvâh niye kaçırdım namazımı" diye. "Niye orucumu tutmadım" diye parmaklarını ısırırsın, saçlarını yolarsın, sakallarını yolarsın. Yakın bir zamanda. "وَيَوْمَ يَعَضُّ ٱلظَّالِمُ عَلَىٰ يَدَيْهِ ve yevme ye'uddü'z-zâlimü 'alâ yedeyhi". Bak Kur`ân'da söylüyor Allahu Teâlâ. "Zâlimler o günde ellerini ısırırlar" diyor. "Filanca kimseyi niye kendime arkadaş edindim" diye, "Beni namazdan alıkoydu, ibâdetden alıkoydu, îmândan alıkoydu, içkiye götürdü, fışkıya götürdü, pisliğe götürdü. Allah yolu dururken, temiz bir hayat dururken, safâ dururken cefâya götürdü". Sûret-i safâda cefâ. İnsanları felâkete götüren, Allah'ı gadab etdiren, Peygamber'i gücendiren, melekleri iğrendiren, sulehâyı kendinden tiskindiren efâle götürdü. Ne işin var? 

Ezanlar okunuyor, bir gün gelir ezanlar okunur sen kâdir olamazsın ezana ittibâ etmeye, kudretin olmaz. Yani câmiye gidemezsin. Anla, sana hitâb ediyorum. Düşün, kafandan düşün, bul bunu. Yani kafamızdan düşünelim bunu. Bir gün ezanlar okunacak gene ama sende kudret olmayacak, namaza gitmeye, ittibâ etmeye. Ayıp yerlerin açılacak, örtemeyeceksin ayıp yerlerini. O kudret sana verilmeyecek. Bulunmayacak sende o kudret. Bugün sen bakma hoplayıp zıpladığına. Yakın bir zamanda. Yakın bir zamanda malına mülküne sâhib olamayacaksın. Hattâ korkarım ki, severek büyütdüklerin, beslediklerin seni hacir altına aldıracaklar, senin elinden malı alsınlar diye. Sevgililerin.

Dost, Allah Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri'dir. Dost, Hazret-i Muhammed Mustafâ'dır. Dost, Kur`an. Dost, müttekîler. Dost, muhsinler. Bunlar senin dostların. Seni Allah'a çağıranlar, seni Allah'a götürenler, senin dostun.


Ya âyât-ı âfâkiyye, yâhud âyât-ı enfüsiyye. Oku kendini işte evvelâ. Bak sana bir kaç tâne söyledik. Halbuki kendi vücûdunun kitâbını bir okumaya kalksan neler göreceksin vücûdunda. Ne âyetler var vücûdunda. "İkra' kitâbek", Allah sana kitâbını okutmadan sen kendi kitâbını bu âlemde okusan neler göreceksin. Çünkü okuyabilen için, seriyyeden süreyyâya kadar risâledir ve kitâbdır. Okuyabilen için. Okumayan için de, kütübhâneler dolu olsa, kitâblar her tarafdan etrâfını çevirse, okumayan için de bir faydası olmayacak. 

Yâ Rabbi bizi Habîbin Muhammed'den ayırma. Kıyâmet gününde, nedâmet ânında bizi Habîbinin sancağı altına cem' et. Bize adlinle değil, afvınla muâmele eyle. Ehl-i İslâm'ı şâd et. Ehl-i İslâm'ı ehl-i küfür üzerine gâlib eyle. Her ne kadar günahkâr ve âsî isek de, seni tevhîd eder, senin Habîbini tasdîk ederiz, cümle enbiyâya îmânımız, cümle kütüb-i semâviyyeye ikrârımız vardır. Bunun hürmetine bize merhametinle,  Rahmâniyyetinle tecellî eyle yâ Rabbi. Bizi zalemeye pâyimâl etme. İffet ve ırzımızı ayak altında bırakdırma. Mukaddesâtımızı kâfirin pis ayakları altında çiğnetme yâ Rabbi. Sana sığındık, sana güvendik, sana dayandık. Sensin yardımcımız. Gâlib ancak sensin yâ Râbbi.

Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.

Sâat-i vâhidedir ömr-i cihân
Sâati tâate sarf eyle hemân



Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 2 Mayıs 1980 (16 Cemâziyülâhir 1400) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön