Kulak Göz ve İdrâk - Hutbe - 23 Mayıs 1980

24 Kasım 2023 tarihinde yayınlanmıştır.

İstikamet
 
HUTBE

Kâlallahu Te'âla fî Kitâbihi'l-Azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
قُلْ هُوَ الَّذ۪ٓي اَنْشَاَكُمْ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۜ قَل۪يلًا مَا تَشْكُرُونَ * قُلْ هُوَ الَّذ۪ي ذَرَاَكُمْ فِي الْاَرْضِ وَاِلَيْهِ تُحْشَرُونَ * وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Kul hüvellezî enşeekum ve ce'ale lekümü's-sem'a ve'l-ebsâra ve'l-ef'ideh, kalîlen mâ teşkürûn. Kul hüvellezî zeraeküm fi'l-ardi ve ileyhi tuhşerûn. Ve yekûlune metâ hâze'l-va'dü in küntüm sâdıkîn.
Sadakallahü'l-azîm.

Allahu Zü'l-Celâl ve Tekaddes Hazretlerini dilleriyle tevhîd eden, O'nun vahdâniyyetine, birliğine, kudret ve kuvvetine kalbiyle inanan ve kalbiyle tasdîk eden, cümle enbiyânın risâletini tasdîk eyleyip, cümle enbiyâlar serdârı Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâm, rahmeten-lil-âlemîn, sebeb-i hilkat-i Âdem, sebeb-i îcâd-ı âlem, ins ü cin peygamberi, gökde ve İncil'de Ahmed, yerde Muhammed ismiyle tesmiye olunan sallallahu aleyhi vesellem ve kıyâmet gününde Mahmûd ismiyle yâd edilecek olan nebîler serveri, sevgili peygamberimiz, Allah'ın sevgilisi, mahbûb-ı rabbânî Hazret-i Muhammed'i herşeyinden ziyâde seven, canından, malından, rütbesinden, kasasından, kesesinden, evlâdından ziyâde severek îmânını kemâline erdirenler!

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi, canından, malından, kasandan, kesenden evlâdından, nefsinden ziyâde sevmedikçe îmânın kemâle ermez. İşin başı bundadır.

Muhabbetle olmuşdur Muhammed hâsıl
Muhammed'siz muhabbetden ne hâsıl

İşin başı aşk ile başlamış, muhabbetle başlamış, muhabbetden Muhammed zuhûra gelmişdir, sallallahu aleyhi vesellem. Îmânını kemâle erdirmek istersen, bu âlemde, cennât-ı âliyâta dâhil, mazhar-ı zât olmak dilersen, Zât-ı Âlî'ye yücelmek istiyorsan, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz Hazretlerini herşeyinden ziyâde severek bu sermâyeyi edin. Bundan daha yüce bir sermâye yokdur, dünyâ ve âhiretin miftâhı bundadır. Hazret-i Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâmı sevmekdedir. 

Sevmek ve sevmemek insanların irâdesinde değil. Yani kalbin meyli insanların irâdesinde olmaz. Allah sevdirirse, sever, sevdirmezse, sevmez. Fakat sen Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin ehl-i beytini, ashâbını, ensârını, evliyâsını sev ki muhabbet tohumunu kalbine ekmiş olasın. Bu tohum yakın bir zamanda dal budak salacak, güllerini ve goncalarını sana sunacakdır. Nigâh-ı iltifât-ı Muhammediyyeye nâil olanlar, iki cihânda sultân olmuşlardır. Resûlullah'dan yüz çevirenler, onlar, ebter olmuş, kurumuşlardır.  İşin başı, Fahr-ı Cihân'ı, Mahbûb-ı Rahmân'ı yani Allah'ın sevgilisini sevmekledir. 

Bu Ümmet-i Muhammed'in başına gelen felâketlerin, mağlûbiyyetlerin başı budur. Çünkü herşey aşk ile olur. Aşk olmazsa olmaz. Denizleri aşdıran, dağları deldiren, madenlere erdiren, göklere çıkaran hep aşkdır, muhabbetdir. Bu muhabbeti Resûlullah'a verirsen, Allah seni her hâlde âlî kılacakdır. Ümmet-i Muhammed'in muhabbeti Peygamber'den kesilince, Allah onları budamışdır ve zillete çevirmişdir hayatlarını. İslâm âlîdir. İslâm'a hürmet eden, İslâm'ın ahkâmına riâyet eden, İslâm ile âmil olanlar azîz olurlar. Bunun da başı, Allah ve Resûlünü sevmekdir ki bâhusûs Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellemin kapısından girmeyince Allah kulunu sevmez. 

Onun için Kitâb-ı Kerîminde gene habîb-i edîbine hitâb ederek, bizleri Allah irşâd buyurur, sevgili kullarını. Nidâ-i kerâmet ile hitâb etdiği kullarını irşâd buyurur. "yâ eyyühellezîne âmenû". Bu sırra mazhar olmuşsun. Allah'ın bu hitâb-ı kerâmâtına, yüce hitâbına ermişsin. Sana "mü'min" diyor Allah. "Kul in küntüm tuhibbûnallahe fettebiûnî yuhbibkümullah". "Söyle habîbim Ahmed, resûlüm yâ Muhammed", sallallahu aleyhi vesellem, "kullarıma söyle eğer beni seviyorlarsa, muhakkak benim habîbim Muhammedime, ona ilticâ etsinler, ona tâbi olsunlar. Bâb-ı Muhammediyyetden girsinler ki benim sevgimi, benim muhabbetimi kazansınlar, benim zâtıma, sıfatımıa esmâma ersinler. 

Esmâdan sıfata, sıfatdan zâta gidilir. Esmâdan kalma müsemmâya gel. Dersini ilerlet. Dünyâda ne olursa olsun, iki günü bir eden kimse, masiyet müstesnâ, günah yani Allah'a isyân, iki günü bir eden kimse, muhakkak zarardadır. Muhakkak her gün Cenâb-ı Hakk'a yani makbereye doğru gitmekdesin. Âhiretin ilk istasyonu, dünyanın son menzili olan kabre doğru gitmekdesin. Öyleyse her gün Cenâb-ı Hakk'a biraz daha kulluğunu ve ibâdetini ve tâatını çoğalt, muhabbetini çoğalt ki yakın bir zamanda elinden mâl ü menâlin alıncak, rütben sırtından sıyrılacak, sevgili yavruların ve sana âşık olan zevcen, onlar, seni evde bırakmaya korkacaklar ve senin öldüğün odaya girmeyecek. Bu günü düşün. Ve Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin bâbından, bâb-ı Muhammediyyetden içeri gir. O da sırât-ı müstakîm olan Allah'a giden yoldur ki Dîn-i İslâm'dır ve başda da Cenâb-ı Peygamber'e muhabbetdir, aşkdır yani Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme. 

Müjde şu kimselere ki Hazret-i Fahr-i Risâlet'e âşık oldular, muhabbet etdiler. Zîrâ kim kimi severse, yarın kıyâmet gününde, Allah onu onunla haşreder. Hani biliyorsun ya, anlatmışdım sizlere, söylemişdim, gene söyleyeyim. Bir gün Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin huzûruna gelen bir a'râbî, Arab şehirli medenî, a'râbî köylüye derler, köylü Araba a'râbî denir, bir a'râbî huzûra geldi girdi. Evet sultânlar sultânının, Allah'ın mahbûbunun, Muhammed aleyhisselâmın, Ahmed aleyhisselâmın huzûruna girdi. Dedi ki, "Yâ Resûlallah, mete's-sâa, kıyâmet ne vakit kopar?". Resûlullah Efendimiz, a'râbînin suâline cevâb vermedi ve namaza durdular. İki rekat namaz kıldıkdan sonra döndü "eyne sâilü, soru soran kimdi? Bana soru sordu birisi" buyurdular. O a'râbî ayağa kalkdı ve dedi ki, "Yâ Resullah, ben sordum. Kıyâmet ne vakit kopacak diye sordum. Bunun endîşesindeyim". Resûlullah Efendimiz buyurdu ki, sallallahu aleyhi vesellem...

İyi dinle! Sana büyük ibret var, ders var bunda. Bayram yapacaksın. Eğer anlıyorsan, vereceğim müjdeyle bayram yapacaksın. 

Efendimiz buyurdu ki, sallallahu aleyhi vesellem, "Kıyâmet bir emr-i mühimdir, olacakdır". 

Öyle değil mi? Doğan ölür. Doğmasaydı ölmezdi. Bir cenâze gidiyordu, birisi sordu, "Kimdir?", "Filanca" dediler. "Neden öldü?" dedi. Hangi hastalıkdan demek istiyor yani.  "Neden öldü?" deyince, bir ârif-i billah varmış cenâzede, döndü, "Doğduğundan öldü" dedi. Doğum illetinden öldü. Doğan ölür. Toplanan dağılır. Serveti mi topluyorsun, dağılacak. Buraya mı toplandık, dağılacağız. Bu binâ yapıldı mı, yıkılcak. Ama ne vakit? Allah'ın murâd etdiği vakitde. 

Onun için Fahr-ı Risâlet, "O bir emr-i mühimdir, kıyâmetin ne vakit kopacağı ve Allah'a âiddir. Sen ne yapacaksın o sâati öğrenip de? Sana lâzım olan, kıyâmet günü için sen ne hazırladın?"

Hazır eyle metâ'ın yüklet cemelin

Eşyân nerede, eşyân? Ne eşyâ hazırladın kıyâmet günü için? Uzun bir yol var. Ebû Zer'e öyle diyor Peygamberimiz, "Korkunç geçitler var, akabeler var yâ Ebâ Zer. Gemiyi tecdîd et" diyor "gemini tecdîd et, oralardan geçeceksin" diyor. 

"Ne hazırladın o gün için?". A'râbîye sordu. A'râbî boynunu bükdü ve şu cevâbı verdi. Allah Allah fesübhânallah! "Yâ Resûlallah, benim böyle uzun uzun namazlarım ve oruçlarım yokdur, ben beş vakit namaz kılarım". 

Malûm ya iş beş vakit namazla da bitmiyor. Nâfileyle Allah'a kurbiyyet hâsıl olur, nevâfille ibâdet. Beş vakit kılacaksın bir de nevâfil kılacaksın. Nâfileyle Allah'a kurbiyyet olur, nevâfille Allah kula, kul Allah'a öyle yaklaşır ki kulun söylediği söz Hakk olur, gördüğü göz Hakk olur, işittiği kulak Hakk olur, yürüdüğü ayak Hakk olur. Nevâfille olur bu iş. Bu, aşkın numûnesi, Allah'a olan muhabbetinin bir semeresidir, Cenâb-ı Hakk'a takdîmidir. Değil ki o beş vakit namazı terkeylemek, ya oruç tutmamak. Öyle şey yok. Yani bu aşk eseri kimde varsa, Resûlullah'ın gitdiği yoldan gidecek, Resûlullah'ın boyasıyla boyanacak, şemme-i Muhammedîyi duyacak. Yani Muhammed kokusunu. Bunu gönlünde bulacak, kalbinde bulacak. Hâriçde arama. 

Hani birisi dedi ki, şeyhine, mürşidine, hocasına, üstâdına, "Peygamberimizi rüyâda nasıl görebilirim? Bana bir tarîf etsene. Bir usûlü yok mu bunun?" dedi. O Hazret ona cevâb verdi, "Niye rüyâda istiyorsun? Bîdâr iken görmeyi iste. Bu âlemde gör Resûlullah'ı". Cemâlullah ayân olmuş, senin gözlerin kör, sen görmüyorsun, ne yapalım yani. Sen görmezsen o şey yok demek değildir ki. 

Enbiyâlar serveri, sâhibi'l-Kur`ân ve sâhibi'l-mi'râc olan, "fe kâne kâbe kavseyn" sırrı zuhûr eyleyen, rahmeten-lil-âlemîn olan Peygamberimiz, o a'râbîye dedi ki, "Ne hazırladın?". O a'râbî boynunu bükdü, dedi, "Yâ Resûlallah, bende böyle bir hazırlık yok. Ben beş vakit namaz kılıyorum, senede bir ay oruç tutarım Ramazan'da. Param olursa sadaka veririm. Gece namazlarım yok, yani uzun uzun kılmıyorum ben. Ama bir âdetim var ki, bunu nasıl ifâde edeyim". Gözünden yaşlar aşağı akdı. "Yâ Resûlallah, Allah'ı ve seni severim". "Çok uzun ibâdetlerim yok. Beş vakit namaz kılıyorum. Senede bir ay oruç. Param olursa zekat ve sadaka veriyorum. Ömrümde bir defa da haccetdim. Fakat Allah'a kasem ederim ki Yâ Resûlallah, Allah ve Resûlünü yani seni severim" deyince, Cenâb-ı Peygamber ona şu müjdeyi verdi. 

Ey ehl-i îmân! Ey ehl-i saâdet! Ey insan olarak yaradılmak lutuna erenler! Ey Hazret-i Muhammed'e ümmet olanlar! Ey Kur`ân-ı Kerîminde Allah'ın, "yâ eyyühellezîne âmenû" hitâbına mazhar olanlar! Sizlere söylüyorum.   

Resûlullah şöyle söyledi, "Ey a'râbî, kişi sevdiği ile beraberdir". Bir daha söylüyoruz. "Kişi sevdiği ile beraberdir. Sen de benimle berabersin".

Efendiler! Resûlullah söylüyor bunu a'râbîye, "Mâdem beni seviyorsun, kişi sevdiğiyle beraberdir, mâdem ki sen Allah ve Resûlünü seviyorsun, sen de benimle berabersin". Ashâb-ı kirâm hazerâtı diyor ki, o gün biz bayram yapdık. Bu söze can verecek olan âşıklar vardır. Çünkü hep düşünüyorduk ki Fahr-ı Risâlet'in makâmı âhiretde âlî olur, biz O'nun makâmına erişemeyiz. Anladık ki işin başı muhabbetledir". 

Muhabbet etdin mi kim kimi seviyor onunla beraber olacak, hiç üzülme, merâk etme. Resûlullah'ı seviyorsan o ölüm ânında ki âşıklar için ölüm bâbında vuslat-ı cemâl vardır.  Ölüm korkulacak bir şey değildir. Âşıklar için vuslat-ı cemâl vardır. Ölüm bâbında vuslat-ı cemâl vardır. Ölüm ânında âşıklar için, Resûlullah âşıkları için, vuslat-ı cemâl vardır. Ama kâfire ve münâfıka, nereden geldim nereye gidiyorum, niçin geldim niçin gidiyorum, Hazret-i Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâm kimmiş, Kur`ân neymiş, âhiret neymiş, mîzân neymiş, kitâb neymiş, cennet neymiş, cehennem neymiş diyenler, onlar ağlasınlar. Ağlayamazlarsa, "Niye ağlayamıyoruz?" diye ağlasınlar. Çünkü ölüm ânında, müjdeci melekler gelir. Allah'ın kitâbından. Esteîzübillah. "اِنَّ الَّذ۪ينَ قَالُوا رَبُّنَا اللّٰهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَاَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّت۪ي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ innellezîne kâlû rabbünâllahu sümme'stekâmû tetenezzelü aleyhimü'l-melâiketü ellâ tehâfû velâ tahzenû ve ebşirû bi'l-cenneti'llletî küntüm tû'adûn". Sadakallahü'l-azîm. Sûre-i Fussilet. "اِنَّ الَّذ۪ينَ قَالُوا رَبُّنَا اللّٰهُ innellezîne kâlû rabbünâllah".Şu kimseler ki, şu azîz kimseler, şu kudsî kimseler, Allah'ın bu nimetine erenler, Rabbimiz Allah dediler. Lisân ile ikrâr kalb ile tasdîk etdiler. "ثُمَّ اسْتَقَامُوا sümme'stekâmû". Sonra istikâmetde bulundular. 

İstikâmetin başı nedir? Muhabbet-i Muhammediyyedir. Sonra yedi a'zânın zâhirini ve bâtınını Allah'ın menhiyyâtından korumakdır. Bunlardan en ehemm-i mühimmi, en ehemm-i mühimmi, okuduğum âyetde, "قُلْ هُوَ الَّذ۪ٓي اَنْشَاَكُمْ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ kul hüvellezî enşeeküm ve ce'ale lekümü's-sem'a". Kulağı korumakdır evvelâ, kulağı. Kulak.

Kulak ki öğüt almaya her dinlediğinden
Akıt ana kurşunu hemen deliğinden
Bir göz ki olmaya anın nazarında
Ol düşmanıdır sâhibinin baş üzerinde
Bir el ki anın olmaya hayr ü hasenâtı
Verilmez ona cennet ilinin derecâtı

Bir ayak ki mescid yolunu bilmiyor, onu kes mescid kapısına as ki öğrensin o mescidin yolunu. Allah'a gitmeyen a'zâ, seni Hakk'dan men' eden a'zâ senin düşmanındır. 

Bunları ıslâh et, kendine mutî' kıl, itâat etdir. Nefs-i emmârene uyma, nefsinin sıfatlarını değiştirerek insan ol. Hakk'ı kendinde bul, gökde arama. Allah'ın kahr u galebesi her tarafa şumüllüdür, her yerde Allah hâzır ve nâzırdır. Ama bilmiş ol ki göklere sığmayan Allah mü'minin kabindedir. O kalbi tathîr et, temizle ki Hakk oraya tecellî eyleye. Kirli eve gelen girmez. Velev ki insan dahi olsa. Yani böyle lalettayin bir adam da gelse evi kirli gördü mü içeri girmez. Nerede ki Allahu Zü'l-Celâl Hazretleri. Senin kalbinde Hakk düşmanları varsa, Allah'ın sevmediği sıfatları topladınsa eğer, kînin, adâvetin, buğzun, sum'an, ucubun, riyân, şehvetin, gadabın, mala hırs, rütbeye hırs varsa eğer, Hakk'ın sevmediği sıfatlardır, bunları ıslâh eyle. Bunları ıslâh et. Şehvet lâzımdır, ehline. Âilene hazırlan şehvet için.Gadab lâzımdır, düşmanına karşı, hudûd hâricinde. Mü'min kardeşine gadab olmaz. Mü'minler mü'minlere zilletli, kâfire izzertli olması lâzımdır. 

Bir daha söylüyoruz. Kulağını benden yana ver! 

Bak kulak. "قُلْ هُوَ الَّذ۪ٓي اَنْشَاَكُمْ kul hüvellezî enşeeküm", O Allah ki sizi yokdan var etdi, yani bir katre menîden halk etdi, ana rahminde hayız kanıyla yoğurdu, kudret fırçasıyla tersim etdi,  istediği şekle koydu. Hayvan da olabilirdik. 

Hani biliyorsun ya, bir kelb bir velîye sordu, "Aramızdaki fark nedir yâ veliyallah?" dedi. Kelb. Lisân-ı hâl ile mi lisân-ı kâl ile mi, orasını bilmiyorum. Sen ârif ol da öğren onu. 

Adama köpek de konuşur, kedi de konuşur, duvar da konuşur. Oturduğun yer sana bağırıyor, "Ey üzerimde oturan! Benim üzerimde nice oturanlar, bu âlemden gelip geçdiler" diyor. Bana da hutbe sesleniyor, "Senin gibi hatibleri ben çok eskitdim" diyor. Mihrâb da imama öyle söylüyor. Söylüyor ama duyana. Görene, köre ne! Görene, köre ne! Gözsüzlere pinhân imiş. Sen göremezsin, ben göremem. Aç gözünü, kalb gözünü, basîretini de neler göreceksin bak. İşte o Kur`ân eczâhânesinde, Allah Resûlünün reçetesinde, Hazret-i Muhammed'i sevmekle. 

"Kişi sevdiği ile beraberdir. Ey a'râbî, sen de benimle berabersin". Bu söze can verecek olan âşıklar vardır. Ashâb-ı kirâm diyorlar ki, "O günkü kadar bayram yapdığımız, sevindiğimiz birgün olmadı. Zîrâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin makâmı elbet ki âlîdir". 

Hakk'dan sonra en büyük varlık Hazret-i Muhammed Mustafâ'dır. Ve nûrullahdan, Allah'ın nûrundan halk olunmuşdur. "Ve halaka âdeme alâ sûretihî", Âdem dahi Hazret-i Muhammed'in sûreti üzere halk olunup, cemî mahlûkât Hazret-i Muhammed'in sıfatı üzerine halk olunmuşdur. Oradaki "hi" zamiri, Hazret-i Peygamber'e âiddir, sallallahu aleyhi veselleme. Cümle mahlûkât-ı ilâhî Muhammed aleyhisselâm üzerine halk olunmuşdur. Maymundan gelme değiliz. Maymun çocuklarına bir şey demiyoruz. Maymun da insandan gelme ve içimizde çok maymun var. Zâhiren insan bâtınen maymun. İçimizde çok domuz var. Zâhiren insan, hakîkatde domuz. İçimizde çok kobra yılanı var. Zâhiren insan, bâtınen kobra yılanı. 

Soruyor o veliyullaha, "Yâ veliyyallah, aramızdaki fark nedir?". Kim soruyor? Kelb soruyor. Hazret buyurdu ki, "Canım var". "Benim de var" dedi kelb.

İyi dinle! Kulakdan alırsın ne alırsan. Kulakdan aldığınla ebediyyen yaşayacaksın. Kulakdan aldığınla ebediyyen öleceksin. Kulakdan alınan zehir, insanı ebediyyen mahveder. Kulakdan alınan şifâ, insanı ebediyyete götürür. "fî mak'adi sıdkın inde melîkin muktedir"e eriştirir. Onun için kulağını benden yana ver. Kulağından gaflet pamuğunu çıkarması için Allah'a yalvar. Kalb kulağını aç. Kalb gözünü aç. Baş gözleri görmeyip kalb gözü görenler, baş gözü görenleri çok geçmişlerdir. Ama baş gözün görsün, hem de kalbin görsün. 

Bu da, Hazret-i Muhammed aleyhisselâmın sünneti ve getirdiği Kitâb-ı Celîl olan Kur`ân-ı Mübîn'e ittibâ ve O'nun yolundan yürümekle, O'nun sünnetine riâyetle, O'nun velîsine, O'nun ulemâsına, O'nun ashâbına, O'nun ensârına, O'nun ehl-i beytine, O'nun akrabâsına muhabbetle, O'nu sevenleri sevmekle. Kim Muhammed Mustafâ'yı seviyor, onu seveceksin. Vâcib! Farz-ı ayn! Resûlullah'ı seveni, Resûlullah'a îmân edeni seveceksin. Birbirimizi sevmedikçe îmân etmiş olmayız. Birbirimizi sevmedikçe! O, "Muhammedü'r-Resûlullah" diyor, sen de diyorsun, vuruyorsun kardeşini. Olmaz! Pamağından kan çıkdı mı Mezheb-i Hanefî'de abdest bozuluyor, adamı katlediyorsun, îmân abdestin gidiyor, haberin olmuyor. Sözle katlediyorsun.

"Gözüm var" dedi Hazret-i Velî, "Benim de gözüm var" dedi köpek. "Benim aklım var". "Bana göre benim de aklım var" dedi. "Sende kan varsa, bende de kan var. Sende damar varsa, bende de damar var. Aramızdaki fark nedir yâ veliyyallah?" dedi. Hazret-i Velî "Düşündüm" diyor böyle. Dedi ki kelb, "Sen bu soruya cevâb veremeyeceksin ey veliyyallah, Allah dostu. Ben sana cevâb vereyim. Allah beni konuşturuyor şimdi".

Bazen taş adamı irşâd eder. Bazı adamı kelb irşâd eder. Âlim irşâd edemez, kelb irşâd eder. Bazısını ölüm irşâd eder. Ölüm vâizinden irşâd olmayan hiç bir şeyden irşâd olmaz. Ölüm büyük bir vâizdir. Hani cenâzeyi getiriyorlar ya, musallâya koyuyorlar, nasıl vâiz efendi kürsüye çıkıyorsa, vefât eden zât  da vâiz gibi kürsü-i musallâya çıkar, halka vaaz eder. Dinleyene, duyana, görene!

"Ben söyleyeyim yâ veliyyallah. Aramızdaki fark şu. Allah bana köpek elbisesi giydirdi, sana insan kürkü giydirdi. İnsan kürkü giydin sen, senin rûhun insan bineğine bindi, benimki köpek bineğine bindi dedi. Veliyullah, "Şaşırdım" diyor. Bir çok velîler diyorlar ki, "Biz bir takım irşâdı hayvanlardan aldık" diyorlar. Meselâ bir veliyyullah diyor ki, "Kedi beni irşâd etdi" diyor. Kedi kapına gelir, kovarsın, gene gelir, gene kovarsın, gene gelir, gene kovarsın, gene gelir. Ben de Hakk kapısına böyle gitdim" diyor. "Kovuldum, gene gitdim, kovuldum, gene gitdim, en sonunda kabûl etdiler" diyor. "Aşıklar meclisine beni kabûl etdiler nihâyetinde. Kediden öğrendim bunu" diyor. İnsan bir defada darılır gider, gelmez. Hayvan geliyor işte. Neler var, neler var ama görene, kör ne!

"Hüvellezî", O Allah ki, sizi halk etdi, yokdan var etdi. Plansız, numûnesiz halk etdi. Sonra kalkmış da münkir, ölü kemiklerini almış ufalıyor böyle üflüyor sonra, "Bunlar mı dirilecek?" diyor. Ahmak herif! Senin planın, modelin yokken seni halk edenin, seni sonra ikinci defa halk etmesi daha kolay olabilir. Yani insan aklıyla düşünse bir adam bunu, bırak Allah kudretini. Hiç modelsiz seni halk etmiş, ikinci sefer zor mu olacak halk etmek seni yani. Ne olmuş yani. Öyle kuvvetli ki O, bir mikrobun içerisine milyarları doldurmuş, bir buğday tânesine, yüz milyon okka buğday koymuş O Allah. Denizden balık çıkarıyorsun da, tuzlu sudan, tuzsuz yiyemiyorsun. Tek gözle bakıyorsun, bir tâne görüyorsun, iki gözle bakıyorsun, gene bir tâne görüyorsun. Halbuki tek gözle bir gören iki gözle iki tâne görmesi lâzım gelir. Düşünsene! Vücûd kitâbını okusana, kendi vücûdunun kitâbını, baksana neler halk olmuş, neler vermiş Allah sana. Halâ "Fakîrim" diyorsun. Ne fakîri! Bir kolunu beş bin liraya vermezsin. Bir parmağını bin liraya satmazsın. Bir gözünü yüz bin liraya verir misin, akıllıysan eğer. Ya kulağını. Ya ayağını. Sana Allah kıç vermiş, pantolona kıyamıyorsun, câmiye temiz pantolonla gelmeye, ütüsü bozulacak diye. Huzûr-ı ilâhiyyeye. Her yerde Allah huzûrundasın. Yani ibâdullâha karşı, mü'min kardeşlerine karşı temiz giyinmiyorsun. Pantolonun ütüsü bozulacak diye. Ayakkabı verene teşekkür ediyorsun, ama o ayakkabıyı giymek için ayağı verene şükrün yok mu? 

Bak ne diyor Cenâb-ı Hakk. "قُلْ هُوَ الَّذ۪ٓي اَنْشَاَكُمْ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ kul hüvellezî enşeeküm ve ce'ale lekümü's-sem'a". Evvelâ işitmek. Dilsiz olan çocuklar dilsiz değildir, sağırdır, duymadığı için konuşamaz. Evvelâ işitmek, ilme'l-yakîn. Sonra görmek. İnsanların hassâsiyetini en geç kaybeden uzvu da kulakdır. Onun için kabirde telkin verirler. Vücûd oynamasa dahi, kulak işitmekdedir. En geç hassasını kaybeden a'zâ kulakdır. Onun için imam efendi geçer kabrin başına, "üzkuru'l-ahdellezî harecte aleyhi mine'd-dünyâ".

Eeeeey! Hikâye diye dinleme! Yakında buna muhâtab olacaksın yani. "üzkuru'l-ahdellezî harecte aleyhi mine'd-dünyâ". Hani biliyorsun ya, bir zât geçiyormuş, büyüklerden, Hakk'a karîb olanlardan bir tânesi, talebeleriyle. İmam efendi de benim gibiymiş, telkin veriyormuş meyyite. Gülmüş Hazret-i Şeyh. Sormuşlar kendisine, "Niye güldünüz? Bu gülünecek bir şey değil" demişler. "Ölü" demiş imamı göstermiş, "ölü diriye telkin veriyor" demiş. Meğerse aşağıdaki âşık-ı billah, vâsıl-ı ilallahmış. "üzkuru'l-ahdellezî harecte aleyhi mine'd-dünyâ". "Ben çokdan çıkdım" diyor o aşağıdaki, imam efendiye cevâb veriyor. "Dünyâdan ben çokdan çıkdım. Ölmeden evvel öldüm. Ölmeden evvel öldüm de oldum. Bu mertebeyi buldum" diyor. 

Hani melekler gelmişler sormuşlar gene bir velîye, "Rabbin kimdir, dînin nedir, peygamberin kim?" diye. Yakalarına sarılmış. "Nereden geliyorsunuz, makâmınız neresidir?" demiş o veliyye. Kadın hem bu. Ama erkek kadınlardan. 

Erkeklik bıyıkla sakalla değil. Allah'ın ibâdetinden, Allah'ın muhabbetinden, Allah korkusundan seni bir şey men etmiyorsa, bil ki sen erkeksin. Yoksa boşuna. Eğer uzv-ı mahsûs ile erkeklik olsa, eşek birinciliği alır. Allah diyor ki, "جَالٌۙ لَا تُلْه۪يهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ  ricâlün lâ tülhîhim ticâretün velâ bey'un an zikrillah". Ben erkek diye ona derim ki, onu hiç kimse benim ibâdetimden, tâatımdan, muhabbetimden men edemez. Benim yoluma, benim uğruma, benim için, habîbim için, Kur`ân'ım için, İslâm'ım için semenderler gibi nâra girer, ateşe girer diyor.

Sordu o kadın, veliyye kadın. Kimdi o biliyor musun? Rabia-i Adeviyye radıyallahu anhâ. Meleklere sordu, "Nereden geliyorsunuz?". Dediler, "Yedinci kat semâdan geliyoruz". Onların makâmları oradaymış, suâl meleklerinin. "Nasıl olur efendim bu kadar?". Senin için nasıl olur, Allah için "nasıl olur?" diye sorulmaz. Senin kısa, kâsır aklın onu taratmaz, Allah'ın kudretini. Benim kâsır aklım Allah'ın kudretini tartamaz. "Nasıl?" diye Allah'a sorulmaz. "Nereden geliyorsunuz?" demiş. Demişler ki, "Yedinci kat semâdan geliyoruz". Sen yedi kat semâdan geldin Allah'ı unutmadın da, ben şimdi geldim buraya, Allah'ı unutdum mu zannetdin" demiş. Melekler şaşırmışlar. Bu kadar kâfî.

"قُلْ هُوَ الَّذ۪ٓي اَنْشَاَكُمْ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ kul hüvellezî enşeeküm ve ce'ale lekümü's-sem'a". Kulağını iyi aç ve iyi şeyleri doldur kulağından içeriye. Allah'ın âyetlerini dinle, ondaki esrârı bul, ondaki zevki anla. Yoksa böyle lüzûmsuz lafları, Hakk düşmanlarının kelâmlarını kulağına doldurma, dinleme onları, kulağın sağır olsun onlara. Hakk'a kulağın açık olsun. Hakk'dan gayrına sağır olsun. Gözün Hakk'a karşı görsün, başkalarını görme. Kendini de gör. Kendini bilen Hakk'ı bilir. 

Benim verdiğim manâlâr efendiler, deryâdan bir katre şemsden bir zerredir

"قَل۪يلًا مَا تَشْكُرُونَ kalîlen mâ teşkurûn, pek cüzî şükredersiniz Allah'a, pek cüzî".
Bir nimetine şükretme imkân ihtimâl yokdur. Meselâ bir nefesde iki defa şükür vermek lâzımdır, birinde veririz, birinde veremeyiz. Âciziz çünkü. Nefesi alırken veririz, verirken olmaz. Ya alırken vereceksin ya verirken vereceksin, Allah'a şükredeceksin. 

Ama biliniz ki hangi nimete şükredersen Allah o nimeti ziyâde kılar. Şükürsüz nimetler insanın elinden çıkar. "فَاذْكُرُون۪ٓي اَذْكُرْكُمْ fezkürûnî ezkurküm, beni zikredin ki ben sizi zikredeyim". "لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَاَز۪يدَنَّكُمْ le in şekertüm, eğer şükrederseniz, le ezîdenneküm, size ziyâde kılarım". "اِنْ تَنْصُرُوا اللّٰهَ يَنْصُرْكُمْ in tensurullahe yensuruküm, benim dînime yardım ederseniz, ben size yardım ederim" diyor Cenâb-ı Allah Celle ve Tekaddes Hazretleri. 

Receb ayındasın, bazı günler oruç tutmaya çalış. Beş vakit namazını sakın, sakın hâ, sakın hâ, tekrar ediyorum, efendiler tekrar tekrar söylüyorum size, sakın namazlarınızı terketmeyiniz. Cemaate, mümkün değilse, bulunduğun yerde. İvazsız, garazsız, riyâsız Hakk'a secde edin, kıyâm edin. Bir gün gelecek kıyâma kâdir olamazsın, rükûya kâdir olamazsın, secdeye kâdir olamazsın, tesbîhe kâdir olamazsın. Gene o gün güneş doğacakdır, ezanlar okunacak fakat sen duyamayacaksın. Kâinât çarşıya gelecek dükkanlarını açacak, sen gelemeyeceksin. Kâinât para kazanacak, sen kazanamayacaksın. Senin amelinle başbaşa götürüp amel sandığına koyacaklar. Yakın bir zamanda.

Ey gençler! Gençliğinize güvenmeyin! Biz de gençdik sizin gibi. Görmüyor musun, meyva daha hamken düşüyor ağaçdan aşağıya. O sana ders vermedi mi? Sakadatçı dükkanlarına git göreceksin kuzu başı daha fazladır, yaşlı koyundan daha ziyâdedir. Bunlar sana ibret olsun. Gör bunları gör, Hakk yolundan yürü, Muhammed aleyhisselâma koş, Allah'a koş. Allah'ın rahmetine, mağfiretine koş. "وَسَارِعُٓوا اِلٰى مَغْفِرَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ ve sâriû ilâ mağfiratin min rabbiküm". Her gece melâike sesleniyor, her gece, duydun mu? "Tövbe eden yok mu tövbesini kabûl edelim". "Allah'ın cennetini isteyen yok mu cennetini bahşedelim". Ölüm ânında da öyle, gelecek melâike, sözü yarıda bırakmışdık, diyecek ki, "Ey mü'min, korkma, bırakdıklarına mahzûn olma". Bütün kâinât seninmiş. Vallâhi Hakk'ın verdiği nimetin yanında hiç mesâbesindedir. Sana namazın bir şeyini söyleyeceğim bak. Sabah namazının sünneti için Cenâb-ı Peygamber diyor ki, sabah namazının sünneti için mücerred, bak, "Dünyâ ve mâfîhâdan, dünyâda ne varsa içindekilerle beraber, ziynetleriyle, malı mülküyle beraber, iki rekat sabah namazı ondan hayırlıdır" diyor Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellem. Bunu bırakcak mısın yani bu nimeti? Bir daha söylüyorum, belki kavrayamadık. Sabah namazının sünneti için Peygamber diyor ki, sallallahu aleyhi vesellem, Resûl-i Kibriyâ, "Dünyâ ve mâfîhâ yani dünyâ ve içinde bulunan nimetler, onlardan sabaha namazı Allah'a daha sevgilidir". Onu ganîmet biliniz. Sizin için daha hayırlıdır. Allah'a daha sevgilidir. 

İşte ölüm ânında gelecek o melek sana, "Korkma bırakdıklarına". Cihân seninmiş, korkma! "Onlar için üzülme, bırakdığın şeylere". "Nedir, bak gör". Bir de bakacaksın ki, ey âşık-ı sâdık, ey Muhammed'i sevenler, âşık-ı Resûlullah olanlar, müjde size, Resûlullah'ın cemâlini göreceksin. Sana âgûşunu açmış, "Gel benden yana" diyor. Bu kadar. Ölüm acısı diye bir şey yok. Cennetin derecâtı gösterilecek. Herkesin istidâdı, kader-i istidâdına göre. Sen anla gerisini. Cennet isteyene cennet var, mağfiret isteyene mağfiret var, nârdan kurtulmak isteyene nârdan kurtulmak var, cemâle koşmak isteyenlere cemâl vardır, ölüm bâbında. Ama kâfire hasret ve nedâmetdir, Allah muhâfaza buyursun. 

Her gece bağırıyor melek, "Tövbe eden yok mu tövbesini kabûl edelim". "Cennet isteyen yok mu cennet bahşolunsun". "Cemâl isteyen yok mu dîdâr-ı ilâhîye vâsıl olunsun, mazhar-ı zât olunsun". Her gece. Duydunsa ne mutlu, duymadınsa duymaya çalış. 

Yâ Rabbi, şu günde buraya toplandık, bir çok sözler söyledik, bunların tesirini halkeyle. Sen tesirini halk etmezsen, biz bunları anlayamazsak, duyamazsak, yapamayız Yâ Rabbi. Anlat bize, bunların zevkini, lezzetini ver, duyur, tattır, işittir, göster ve tattır Yâ Rabbi. Ve cemâatimin kâffesini nârından âzâd eyle, mazhar-ı zât eyle, vâsıl-ı dîdâr eyle Yâ Rabbi, cümlemizi.

www.muzafferozak.com
 
Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 23 Mayıs 1980 (8 Receb 1400) târihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön