2 Aralık 2020 tarihinde yayınlanmıştır.
Büyük velîlerden Aynülkudât Hemedânî Hazretleri buyuruyorlar ki :
Ey Azîz! Sen Kur`ân'ın bir zümreye veyâ yüz tâifeye yâhud yüz bin millete hitâb etdiğini zannedersin. Aksine onun her bir âyeti veyâ her bir harfi, bir şahsa hitâb eder. Hattâ bir şahsı başka, bir âlimi başka şekilde muhâtab alır.
Ey Azîz! Sen Ebû Cehl'in "Elhamdülillahi rabbi'l-âlemîn" âyetini işittiğini ve anladığını zannediyorsun. Halbuki o, Kur`ân'dan "Kul yâ eyyühe'l-kâfirûn" hitâbını işitti ve onun nasîbi yalnız bu oldu. "Elhamdülillahi rabbi'l-âlemîn" âyeti ise Muhammed aleyhisselâmın nasîbidir, bu âyeti O işitmişdir.
Eğer buna inanmıyorsan, Ömer'in şu sözüne kulak ver. Demişdir ki, "Peygamber aleyhisselâm ile Ebûbekir arasında geçen konuşmaların bazılarını duydum ve anladım. Bazen oldu ki konuşulanları duydum ama anlamadım. Öyle zamanlar da oldu ki ne duydum ne de anladım". Buna ne dersin? Ömer'den esirgendi mi? Hâşâ ve kellâ! Ondan esirgenmedi fakat süt emen çocuğa büryan kebabı vermezler, şerbetli tatlı yedirmezler zirâ küçük çocuk bunları hazmedemez, rahatsız olur. Ne zaman ki büyür, o vakit yiyecekler ve içecekler ona zarar vermez.
Kur`ân âyetlerinin hem zâhiri hem de yedi batna kadar bâtını vardır. Kur`ân'ın zâhir ma'nâsını bilenler vardır fakat bâtındaki ma'nâları bilen nerede? Yine buyrulmuşdur ki, "Kur`ân yedi harf üzere indirilmişdir, hepsi de şâfî ve kâfîdir". Kur`ân, güzelliğini Kur`ân ehline gösterdiğinde, onu yedi sûretde görürler ve gördükleri sûretlerin hepsi de tamâmen şeffafdır. Bu yüzden, "Kur`ân ehli, Allah ehlidir, Allah'ın has kullarıdır" denilmişdir. Kur`ân'ı okuyan, "وَعِنْدَهُٓ اُمُّ الْكِتَابِ ve indehû ümmü'l-kitâb" hakîkatine erişdiğinde, Kur`ân'ın ma'nâsına erişir. O vakit, Kur`ân'ın cemâl güneşi, onu öyle bir mahveder ki, artık ne Kur`ân, ne kârî, ne de kitâb kalır, hepsi okunan ve yazılan olur.
Abdullah ibn Abbas radıyallahu anh demişdir ki : "Eğer اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ âyetinin tefsîrini yapacak olsam, beni taşa tutarlardı". Ebû Hureyre radıyallahu anh da, şöyle demişdir : "Eğer اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ وَمِنَ الْاَرْضِ مِثْلَهُنَّۜ يَتَنَزَّلُ الْاَمْرُ بَيْنَهُنَّ âyetinin tefsîrini yapacak olsam, beni tekfîr ederlerdi". Yine Abdullah ibn Abbas radıyallahu anh şöyle demişdir : "Bir gece sabaha kadar Hazret-i Ali ile birlikde idim. Besmelenin 'bâ'sını şerh ediyordu. Kendimi onun yanında büyük bir deryânın yanında bir bardak mesâbesinde gördüm".
Deryânın sâkini değilsen, deryâdan ne alabilirsin? Elde etdiğin her şeyin bir haddi ve bir mikdârı vardır. Denizci, denizi nasıl tarîf ve tavsîf edebilir ve ondan ne kadar alabilir? Zâten aldığını da yine ona iâde eder, yani denize döker. Karanın denizden ne haberi olur? Halkdan öğrenilen her şey karaya, Allah'dan öğrenilen her şey de, "اَلرَّحْمٰنُۙ عَلَّمَ الْقُرْاٰنَۜ" sırrıyla denize âiddir. Bu denizin hudûdu yokdur ve "وَلَا يُح۪يطُونَ بِشَيْءٍ مِنْ عِلْمِه۪ٓ اِلَّا بِمَا شَٓاءَۚ" âyet-i kerîmesi mûcibince, hiç kimse Allah'ın ilminden O'nun dilediğinden başkasını kavrayamaz.