Elif-Lâm,-Mîm. Zâlikel kitâbü lâ raybe fîh, hüden lil müttakîn. Ellezîne yü'minûne bil gaybi ve yukîmûnes salâte ve mimmâ razaknâhum yünfikûn.
Sadakallahü'l-azîm.
Diz çökmek kudretine mâlik olmayan, rahat otursun yani hutbeyi rahat dinlesin.
Allah'ı tevhîd etmek nimetine erenler, Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vessselâma ümmet olmaklık devletine erenler, gönülleri ve yüzleri nûr-i Kur`ân ile münevver olan, sadırları nûr-i îmân ile muattar olan, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olanlar!
Geçen haftaki hutbemizde aynı âyetden bir mikdar, nasîbimiz kadar bahsetmişdik. Yine aynı âyetden konuşacağız. Vereceğimiz ve söyleyeceğimiz ma'nâ-yı Kur`âniyye, âyetlerin ma'nâ-yı münîfi, bizim sözümüzle bitmiş değil. Hakâik-i Kur`âniyyeyi söylemeye dil, anlamaya gönül gerekdir. Allah'a olan ittikân yani korkun ne ise, Kur`ân-ı Kerîm'den o derece nasîbini alırsın. Hakk'dan korkmayanlar, Allah'ı tanımayanlar, Allah'ı bilmeyenler lâyıkıyla îmân nimetine ermeyenler Kur`ân'dan lezzet duyamazlar ve hiç bir haber de alamazlar.
Okuduğum âyetde, "الٓمٓۚ Elif-Lâm-Mîm", Allah ile Resûlullah arasında bir şifre. Ulemâ-yı benâm hazretleri şöyle ma'nâ vermişler. Allah tarafından Cibrîl-i Emîn Nâmûs-i Ekber vâsıtasıyla Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâma nâzil olan, "ذٰلِكَ الْكِتَابُ zâlike'l-kitâb", bu kitâb ki, Kur`ân-ı Azîm, ilâ yevmi'l-kıyâme, ne bir harfini ne bir kelimesini, düşmanlar tağyîr edemeyecekler. Çünkü Kur`ân'ın hıfzını Allah Celle Hazretleri üzerine almışdır. Kur`ân'ın hâfızı Allah'dır.
Tevrat'ın hıfzını Allah kullara verdi, tahrîf etdiler, ahkâmını değiştirdiler, tebdîl etdiler, dînlerinde reform yapdılar. Sonra Allah İncil'i inzâl etdi. İncil sâhibleri de kendi indlerinden yazdılar, İncil diye halka yutturmaya kalkdılar, sahtekârlık yapdılar, ahkâmını değiştirdiler, ibâdetlerin şekillerini tağyîr etdiler. Allah onun da ahkâmını nesh etdi, kaldırdı, Kur`ân-ı Mübîn'i verdi. Yani yüz suhuf, dört kitâb ki, Zebûr, Tevrat, İncil ve Kur`ân, cümlesi Kur`ân'da cem oldu. Hâlis ve muhlis Allah'ın kitâbı, içerisinde ne bir harf fazla, ne bir harf eksik, ne bir nokta fazla, ne bir nokta eksik. Böylece Allah bunun hıfzını üzerine aldı, Kur`an-ı Kerîm'in hıfzını ve bugüne kadar elimize tahrifden masûn olarak geldi. Her asırda belki yirmi otuz milyon Kur`ân-ı Kerîm'i hıfz eyleyen hâfızlar var. Çünkü Kur`ân'ın bir mucizesi de budur ki, hiç bir dîn sâliki kendi kitâbını ezberleyememişdir. Yani bir hıristiyan papazı İncil'i ezberleyememişdir, ezberlenmez. Bir haham Tevrat'ı ezberleyemez. Fakat dört yaşında dört aylık on dört günlük iken derse başlayan bir çocuk, zekâsı sâyesinde, Allah'ın lutfu ve keremiyle, bir buçuk senede Kur`ân'ı ezberler. Hattâ bir ayda ezberleyen de vardır. Bir ayda ezberleyen de vardır. Fakat onu söylemeyeceğim çünkü onlar yektâ akıllar ve hıfzlardır, onları söylemeyeceğim. Bir on sekiz ayda Kur`ân-ı Kerîm ezberlenir. Ve dünyâ yüzünde her asırda elli milyona yakın hâfız-ı Kur`ân vardır. Allah Kur`ân'ın hıfzını üzerine aldığı için. "ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَۚۛ ف۪يهِۚۛ zâlike'l-kitâbü lâ raybe fîh", bu kitâbda şek ve şübhe yokdur. Hakk'ın kitâbıdır, Allah'ın kelâmıdır.
Dünyâda en büyük zikir, Kur`ân-ı Kerîm'i tilâvet etmekdir, Kur`ân'ı okumakdır. Tabii okuyup kalmamakdır. Kur`ân-ı Kerîm'in âyetlerinin ma'nâsını anlayarak, kendi hayâtını, dünyâ ve âhiret saâdetini, ona uyarak temindir ve Hakk rızâsını bulmakdır, nihâyeti Hakk ile vuslatdır. Hattâ bir adam Kur`ân-ı Kerîm'i okusa gelse ve dese ki, "Ben Allah'la konuşdum" diye yemîn etse, "Allah'la konuşdum" dese, yemîn etse, yemîninde yalancı değildir. Muhakkak Allah ile konuşmuşdur. Öyle bir Kitâb-ı Mübîn'e sâhibiz. Allah bunu bize ikrâm etmiş.
Misâl olarak bir ip farz edelim, bir ucu Allah'ın yed-i kudretinde, bir ucu kullara verilmişdir. Her kim ki o ipe tutunursa, ki Allah Kur`ân'da böyle misâl veriyor, "وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعًا وَلَا تَفَرَّقُواۖ va'tesimû bi hablillahi cemîan velâ teferrekû", kim ki o ipe tutunursa, Kur`ân ipine, muhakkak rızâ-yı Rahmân'a varır, nârdan kurtulur, hem dünyâda hem âhiretde. Kur`ân'a tâbi olmayanlar hem dünyâda başları belâda, hem âhiretde hüsrandadırlar. Ona tutunan kimse, muhakkak Allah rızâsına erer, dünyâ ve âhiret azâbından kurtulur, ölümün şiddet ve dehşetini duymaz, kabrin vahşetini görmez, mahşerde rezîl ve sefîl olmaz, nârdan âzâd olur, cennete dâhil olur, rızâya ve rıdvâna erişir, Allah'ın cemâlini görür, Allah ile buluşur. Yani "ف۪ي مَقْعَدِ صِدْقٍ عِنْدَ مَل۪يكٍ مُقْتَدِرٍ fî mak'adi sıdkin 'inde melîkin muktedir"e erişir.
İşte Cenâb-ı Hakk diyor, "هُدًى لِلْمُتَّق۪ينَۙ hüden lil müttakîn", işte bu Kur`ân-ı Mübîn müttakîlere hidâyet eder. Kalbinde ne kadar Hakk korkusu varsa, Allah korkusu, Allah muhabbeti, o kadar Kur`ân'dan anlayabilirsin. Kur`ân sana o kadar söyler. Tercümesine bak, tefsîrine bak. Öyle bir cild tercümeyle Kur`ân'ı anlayamazsın. Cenâb-ı Hakk murâd ederse anlatır, ona sözümüz yok. Otuz cild olarak da Kur`ân-ı Kerîm'in tefsîrleri vardır, gene bir şey söylemez. Okursun, anlarsın, bir şey söylemez. Beş yüz cild de tefsîri var Kur`ân'ın, bin cild de var tefsîri, Kurtuba'da. Yani İspanya müslümanların elindeyken.
İspanya vaktiyle bizim idi, İspanya müslümanlarındı, sonra aralarına fitne girdi, aralarına nizâ girdi, sultanlar birbirleriyle döğüşürken kâfir geldi ve hepsini ordan çıkardı, kesdi, asdı, mahv etdi, atdı. Tevhîdi bozma sakın hâ! Kur`ân-ı Kerîm ipine sarıldığın vakit, "وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ va'tesimû bi hablillah", tek başına değil, umûmî olarak sarılalım ki Allah rızâsına erelim.
"هُدًى لِلْمُتَّق۪ينَۙ hüden lil müttakîn". Şimdi misâlini verelim. İslâm'ın en büyük düşmanlarından olan birisi de Ömer ibn Hattâb'dı. İsmi işte burda yazılı. İslâmından evvel, Efendimizin en büyük düşmanı ve Kur`ân'ın ve müslümanların en büyük düşmanıydı. Yani Hazret-i Ömer dediğimiz zât.
İyi dinle, kulağını benden yana ver. Bu sözümü isbât edeceğim, sonra derse geçeceğiz.
Hattâ kölesi müslüman olmuşdu, her gün gelirdi, zevk için döverdi onu. Niye müslüman oldun diye. Niye Allah var dedin. Niye Allah diyorsun. Niye Hakk diyorsun. Onun için döverdi her gün. Keyfî döverdi.
Günlerde bir gün Mekke-i Mükerreme'de sanâdîd-i Kureyş yani Kureyş reisleri toplanmışlar, aralarında karar veremdiler, dediler ki, "Muhammed'i öldürmeyince" sallallahu aleyhi vesellem, estağfirullah, "bizim kavmimiz arasında tat ve şevk yokdur, ille onu öldürmemiz lâzımdır ki bu fitne kalksın. Bizim putlarımızı yalanlattırdı ve menfaatimize mâni oldu". Çünkü putlara taptırıyorlar, halkı istismar ediyorlardı. Kabe-i Muazzama'ya üç yüz altmış put koymuşlardı. Ka`be'nin içerisine.
Onlar Ka`be'nin içine koymuşlardı, biz kalbimize koyduk, vücûd beytullahına koyduk putları. Allah'dan başka kalbinde ne varsa senin putundur o, mü'min! Onları çıkaracaksın dışarıya. Kalbin yalnız Allah'a mahsûs olacak. Allah sevgisine, Allah muhabbetine, Allah aşkına, Allah şevkine, Allah korkusuna. Kalbini temizle! İçindeki Kabe'yi temizle yani senin Kabe'n burada. Dünyânın Kabe'si Mekke-i Mükerreme'de, Kabetullah, senin vücûd âleminin Kabe'si de, yani senin beytullahın, kalbindir ki Allah'ın mirâtıdır. Kalbini tathîr etmezsen mirâtdan nûr ve şevk alamazsın.
Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ide Hakk
Pâdişâh konmaz sarâya hâne mamûr olmadan
Bir hâne temiz olmayınca oraya sultân yâhud reisicumhur yâhud bir emir gelmez, büyük adam gelmez oraya. İnsan böyle olunca, kalb kirli olunca, Allah o kalbe gelir mi? Semâvâta arda sığmayan Allah kalbe tecellî etdi. Kendi öyle buyurdu hadîs-i kudsîde, "Ben semâya, arda sığmadım fakat kırık kalblerdeyim" diyor Hazret-i Allah Celle Celâluhû Hazretleri. Her yere kahr u galebesi, o ayrı. Seriyyeden süreyyâya kadar, bilmediğimiz âlemlere kadar.
Kalbinde Hakk'dan gayrı ne varsa çıkar kalbinden, at dışarıya. Hiç sana bir faydası olmaz. Yüz tâne diploman olsa, rütben en yüce rütbe olsa, kabrin dışında kalacakdır, seninle dost olmayacakdır, seninle kabre girmeyecekdir. Ancak güzel amellerin, güzel işlerin seninle beraber kabre girecekdir. Dostların da girmezler kabre, en sevdiklerin, âşık oldukların, seni sevenler. Hattâ seni sevenler, sana âşık olanlar, seni görmeden duramayanlar, öldüğün gün, senin bulunduğun odaya giremeyeceklerdir, korkarlar senden gece, senin odandan. Düşün! Kalbini tathîr et. Kalb temiz olmayınca Hakk oraya tecellî etmez.
Ömrünü bedavaya geçirme hiç, boşuna. Hepsi yalan. Geldin gidiyorsun, bir ağaç dibine oturdun biraz dinleniyorsun. Bir yolcusun, bir yerden geldin, bir yere gidiyorsun, bir ağacın gölgesinde oturuyorsun. Bu ağaç gölgesi de, bazen kırk sene, bazen elli sene, bazen altmış sene, haydi bilemedin yüz sene. Pek ender yüz seneye çıkanlar, ağaç gölgesinde oturanlar. Gördüğün bu âlem de, bu da rüyâ. İster zengin ister fakîr, ister kâfir ister mü'min, rüyâ. Herkes uykuda, "fe izâ mâtû intebehû", öldüğün gün uyanacaksın. Rüyâ görüyorsun şimdi. Yazlığın, kışlığın, husûsî araban, evin, barkın, çoluğun, çocuğun, torunun, kadının, kızın, hepsi rüyâ başdan aşağı. Yakın bir zamanda seni uyandıracaklar.
Ey fakîr! Ey îmânlı fakîr! Hiç bir şeyim yok diye üzülen, üzülme sakın hâ! Öyle bir sultânsın ki, çünkü Allah'a kul, Muhammed'e ümmet olmuşsun. Uyandıracaklar seni, saâdetde, refahda ve cennetde olduğunu göreceksin. Meğerse gördüğün rüyâymış, sıkıntıymış gördüklerin, sıkıntılı bir rüyâymış.
Ey Allah'a inanmayan! Ey Peygamber'i inkâr eden! Ey kıyâmet gününü tekzîb eden! Ölümü inkâr edemezsin. Bunları inkâr edersin de ölümü inkâr edemezsin. Seni de uyandıracaklar, "kalk bakalım" diyecekler. Bir de uyanacaksın ki köprü altında bir serseri gibi, ne mal var ne mülk, ne rütbe var ne kasa, ne kese, ne araba, ne husûsî araba. Meğerse serseriymişsin bir rüyâ görüyormuşsun, zenginlik rüyâsı görüyormuşsun. Bunun gibi yani.
"فَاعْتَبِرُوا يَٓا اُو۬لِي الْاَبْصَارِ fa'tebirû yâ uli'l-ebsâr", ey göz sâhibleri, ey kalb sâhibleri, sözlerimi terâziye vurunuz. Doğrudan doğruya hak konuşuyoruz sizle, hak konuşuyoruz. Hayat bundan başka bir şey değil. Onun için ne kazanacaksan burda kazanacaksın, âhiretin tarlası burası. Geçiyoruz.
Kureyşin ileri gelenleri Kabe'de toplanmış ve karar verdiler, Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin katline. İyi dinle! Çok mühim konuşduğum kıssa. Hocaefendi hazretlerinden çok dinlemişsinizdir. Bu kıssayı iyi dinleyin benden.
Ömer ibn Hattâb oraya gelince, dediler ki, "Hah, bu işi yapsa yapsa Ömer yapar". Ömer'in taassubundan, cesâretinden, cehâletinden istifâde edecekler. "Nedir aradığınız?" dedi. "Muhammed'i sen öldürürsün, içimizde en kahraman sensin. Hepimiz buna iştirâk etdik ve aynı fikir üzerinde sâbitiz, senden bunu bekliyoruz biz" deyince, Ömer dönemedi sözden. Yani erkekliğine yediremedi. Çünkü hamiyyet-i câhiliyye vardı kendisinde. "Peki" dedi ve kılıcını aldı.
Ey ehl-i îmân! Müslümanlar öyle sıkıntılı bir vaziyetde ki, kendileriyle alışveriş kesilmiş, Mekke'nin ücrâ bir köşesinde gizli olarak ibâdet yapıyorlar, Peygamber'in başında. Otuz dokuz kişiler. Ne su veriyorlar ne ekmek mü'minlere. Neden? Allah dedikleri için. Kabahatları bu. Allah dedikleri için.
Bugün serbest Allah diyorsan hürriyetine bağlısın, vatanına, milletine, orduna, o sâyede serbest olarak Allah diyorsun. Kâfir gelirse Allah dedirmez. Onun için tevhîd-i islâmı bozmayacağız, birbirimizi seveceğiz, kalblerde bulunan kinleri, kırıklıkları atacağız. Ancak dîn, îmân, vatan, millet, bunları düşünerek, Allah rızâsını düşünerek.
Ömer ibn Hattâb mecbûren bu vazîfeyi üzerine aldı ve yola çıkdı. Yolda bir zâta rast geldi. Olacak ya işte. Her şey, zamâne, zemîne bağlıdır. Her şeyin vakti, zamânı vardır. "Böyle hışımla nereye gidiyorsun yâ Ömer" dedi. "Muhammed'i öldürmeye" dedi. "Onun vücûdunu kaldıracağız". Allah'ın rahmetini kaldırmak istiyorlar. Allah diyor ki, "Ben seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdim", "وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ vemâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn". "Kavmimizi birbirine düşüren, putlarımızı yalanlayan, köleleri bizle beraber tutan, Muhammed'i kaldırmaya gidiyorum" dedi. "Üzerine çok ağır bir yük almışsın, bu işi sen yapamazsın" dedi Ömer'e o zât. "Sen de mi müslümansın?". "Sen benim müslüman olup olmadığıma ne bakıyorsun, senin kızkardeşin de müslüman" dedi. "Kim?" dedi, "Kardeşin, kızkardeşin. O îmâna senden evvel geldi yâ Ömer" dedi. Yalan söylüyorsun!", "Yalan söylemiyorum" dedi, "Git eve, kardeşinin islâm olduğunu göreceksin". "Nasıl anlarım?". "Bir hayvan kes, o kesdiğin hayvandan sen müşrik olduğun için o yemeyecek, mü'minler müşriklerin kesdiğini yemezler, yemeyecek, ondan anla müslüman olduğunu" dedi. Dedi, "Eğer yalan çıkarsa?", "Yalan çıkarsa, boynum kıldan ince" dedi. Ayrıldılar. Ömer yolunu değiştirdi, kardeşinin evine geldi. İyi dinle!
Âyet nâzil olmuş, Sûre-i Tâhâ. Resûlullah Efendimiz nâzil olan âyetleri ashâbına ta'lîm ediyor, gizli olarak mü'minlere gönderiyor, orda gizli olarak Kur`ân'ı ta'lîm ediyorlar. Hoca gelmiş, Sûre-i Tâhâ'yı ta'lîm ederken Ömer geldi, kapıyı vurunca, hemen hocayı kaldırdılar dolaba sakladılar, kitlediler. İçeri girdi, "karnım aç benim" dedi. Orda bir oğlak vardı onu kesdi, kardeşine "Pişir bunu yiyeceğiz" dedi. Kardeşi pişirdi, önüne koydu, "buyur" dedi. "Sen de gel ye" dedi. "Enişten de ben de yiyemeyiz", "Neden?", "Karnımız tok", "Hayır, yiyeceksiniz" dedi. "Bir lokma alın", "Hiç alamayız" dedi kardeşi, îmân kudretiyle.
Halbuki insanlar sıkıntıya kaldığı vakit, bazı haramlar mubah olabilir. Meselâ düşman elinde, Allah muhâfza buyursuni, esîr kalmışsın, düşman da senin mü'min olduğunu biliyor, sana eziyet ve cefâ olmak üzere domuz eti koyuyor senin önüne, başka bir şey koymuyor. Ölmeyecek kadar yenir. Fazlası değil, ölmeyecek kadar. Allah müsâade ediyor. Fakat öyle îmân var ki, Hazret-i Ömer'in kızkardeşinde, "Yiyemeyiz" diyor. Ölümle karşılaşdılar muhakkak.
"Anladım" dedi. Eniştesine bir tokat atdı, pehlivan Hazret-i Ömer, eniştesi devrildi bir tarafa. "Anladım siz müslüman olmuşsunuz, evvelâ sizi keseyim, sonra Muhammed'i öldüreyim". Kızkardeşine de bir tokat atdı, yere yıkdı, çekdi kılıcı, tam kızkardeşinin gırtlağına bıçağı basacak, kızkardeşi ne yapabilir? Müslüman ne der son nefesde, soruyorum? Allah der müslüman. Kur`ân okur müslüman. Lâilâheillallah der müslüman. Derhal talîm etdiği âyeti okumaya başladı. "طٰهٰۜ مَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ لِتَشْقٰىۙ اِلَّا تَذْكِرَةً لِمَنْ يَخْشٰىۙ تَنْز۪يلًا مِمَّنْ خَلَقَ الْاَرْضَ وَالسَّمٰوَاتِ الْعُلٰىۜ اَلرَّحْمٰنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوٰى Tâ-Hâ, mâ enzelnâ 'aleyke'l-Kur`âne li teşkâ. İll^atezkiraten li men yahşâ. Tenzîlen mimmen halaka'l-arda ve's-semâvâti'l-'ulâ. Er-rahmânu 'ale'l-'arşi'stevâ" deyince, Ömer'in eli titremeye başladı. Çünkü şimdi anlıyor Kur`ân'ı. Neden? Kalbi açıldı. Çünkü bir gün evvel, Resûlullah Bârigâh-ı ehadiyyete el açmış, "Yâ Rabbi çok sıkıldım, ya Ebu Cehl'e ya Ömer'e, îmân nasîb kıl ki bana yardım edeler" dedi. Duâ müstecâb olmuşdu, Ömer Kur`ân'ı anlamaya başladı. Ve diyor ki kardeşine, "Bu okuduğun senin Kur`ân mı?", "Evet, Kur`ân", "Ben Kur`ân'ı çok dinledim, böyle değildi". O vakit anlamıyordu. Kapanmış, perde kapanmış, kalb mühürlenmiş idi. "Oku", okudu, eli ayağı titredi ve bıçağı düşürdü. "Kaldırın beni" dedi, "beni Muhammed'e götürün, ben islâm olacağım" dedi. Fesübhânallah! Şimdi ne oldu bak. Kalb müttakî olunca Kur`ân'ı anlıyor. İttikâ gelmeyince, hidâyet olmayınca, anlamasına imkân yok. Hazret-i Ömer diyor ki, "Çok dinledim Kur`ân'ı, böyle söylemiyordu" diyor. "Şimdi başka türlü bana cevâb verdi". Duâ müstecâb olmuşdu.
Onun için, kulağını benden yana ver, hısım-akrabandan, kendi milletinden-devletinden, onlar hakkında da istiğfâr et. Ey müslüman! Onların hidâyeti için Allah'a duâ eyle. Azgın birisi var değil mi, kendi hısım akrabandan, onun için istiğfâr et, onun niyetine Cenâb-ı Allah'a. Ona sükûn gelir, onun suç perdesi yırtılır, günâhı, hatâyı, isyânı, nisyânı çirkin görmeye başlar. Ve duâ et dâimâ, dâimâ duâda bulun, bedduâ etmeyeceksin, lanet okumayacaksın, yok! Çünkü Resûlullah "rahmeten lil âlemin"dir. Mübârek dişini kırdıkları vakit, korkdu ki Allah'dan azâb gelir diye, "Allahümmehdî kavmî innehüm lâ ya'lemûn, Yâ Rabbi kavmime hidâyet et, onlar bilmiyorlar" dedi Hazret-i Peygamber. "Yâ Rabbi bunları dünyâ yüzünden kaldır" deseydi Allah duâsını kabûl eder dünyâda hiç bir kâfir bırakmazdı.
Onun için mü'minler dâimâ "rahmeten lil âlemîn"in ümmeti olmak münâsebetiyle merhametli olacaklar. Her yerde, maddî, manevi, dille, elle, her yerde merhametli olacak mü'min. Îmânın alâmeti merhametdir, rahmetdir. Allah'ın Rahmân ve Rahîm sıfatlarının tecelliyâtıdır ve Resûlullah'ın "rahmeten lil âlemin" sıfatının tecellîyâtıdır. Merhametsiz bir kalbde îmân olmaz.
"Haydi beraber gidelim". Gizli yollardan geçerek, Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin bulunduğu binâya doğru gelirken, Hazret-i Hamza, Esedi'r-Resûl, Allah Resûlünün arslanı olan Hamza, İmâm Ali Esedullah, Allah'ın arslanı, Hazret-i Hamza Resûlullah'ın arslanı, nöbetde oydu, dediler ki, "Ömer geliyor", Hazret-i Hamza dedi ki, "Onun cevâbını ben veririm" dedi, bir şey olursa, "Gelsin bakalım". Efendimiz buyurdu ki, sallallahu aleyhi vesellem, "Bırakın, şimdi Cebrâil bana nâzil oldu, Ömer îmâna geliyor. Diz çökdü, Peygamberimizin ayaklarına kapandı, "Yâ Resûlallah bana îmânı telkîn et" dedi.
Bir kelime, bir kelime. Ey mü'min! Ey muvahhid! Ey âşık-ı sâdık! Bir kelime cehennemin yedi kapısını kitliyor. Nedir bu? "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûlüh". Gene cennetin sekiz kapısını feth ü küşâd ediyor. Nedir bu? "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûlüh", "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah".
"Yâ Resûlallah, burada oturacak mıyız?" dedi, kalkdı ayağa. "Yani kâfirlerden korkacak mıyız? Yani burda gizli namaz mı kılacağız? Haydi, beraber gidelim Kabetullah'a" dedi. "Ben kaçıncıyım?" dedi. "Kırkıncısın Yâ Ömer". Kırklar onunla tamam oldu. Üçler, yediler, kırklar vardır evliyâullahın taksîmâtında. Kırklar onunla tamam oldu. Çıkdılar, Ömer önden yürüyordu, ashâb-ı kirâm arkasından. Kabetullah'a doğru yürüdüler. Ebû Cehil'e müjde etdiler, "Müjde! Müjde! Ömer bütün müslümanları yakalamış, Muhammed'i de beraber getiriyor buraya" dediler. Zekî kâfir, "Ömer önde mi arkada mı?" dedi. "Önde mi geliyor arkada mı?". "Önde geliyor" dediler, "Eyvâh! Onu da kaybetdik dedi". Ondan sonra geldi Ömer ibn Hattâb, islâmını ilân etdi, radıyallahu anh oldu o vakit.
Çünkü islâm, iyi dinle, kulağını benden yana ver, mühim şey şimdi, islâm, mâ-sebakı, geçmişi temizler. Tövbe de, tövbe etmek de geçmişdeki günahları temizler. Bir mü'min günahkâr, günahkâr sonra tövbe etdi, yani "Tövbe Yâ Rabbi" demek ma'nâsına değil, kötülükleri terk etdi, terk etmeğe cezm ü kasd etdi ve pişman oldu, onun bu tövbesi, evvelki günahlarını temizler. Onun için hemen tövbeye sarıl ve tövbe et. Ve Allah'a sarıl, Allah yolunda bulun, bütün mâ-sebakın temizlenecek. Çünkü iki cihan fahri, kâle'n-nebiyyü sallallahu aleyhi vesellem, "et-tâibü mine'z-zenbi ke men lâ zenbe leh, günaha tövbe eden, günahı işlememiş gibidir" diyor Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem. Tövbe günahları, îmân etmek de küfrü temizler.
Geldi, seslendi, "Kimin karısı dul, çocuğu yetîm kalmak istiyorsa, gelsin, ilişsin bakalım" dedi. İlk defa izhâr-ı islâm olundu Kabetullah'da.
Bundan ne anlaşıldı şimdi? Hidâyet gelince insan Kur`ân'ı anlayabilir, Resûlullah'ı o vakit duyar, Muhammed kokusunu o vakit hisseder. Îmân olmayınca, ittikâ olmayınca, kokudan mahrûm olur. Çünkü zükam olmuşdur, burnu nezledir, nezleli adam koku alamaz, îmân lezzetini duyamaz. Manevî nezleden bahsediyorum. Onun için Allah ne diyor okuduğum âyetde, "هُدًى لِلْمُتَّق۪ينَۙ hüden lil müttakîn", Allah müttakîlere hidâyet eder. Evvelâ Allah korkusu. Bir iş yapacak mısın, düşün, bunda Allah rızâsı var mıdır yok mudur? Allah'a karşı bir isyansa, onu yapma, terk eyle, Allah'dan kork. Allah'a makbûl ise o işi icrâ et. Velev ki bu iş zerre kadar olsun. Ey müslüman! Zerre kadar günah olsun, zerre kadar sevâb olsun, zerre kadar günah işleyen, tövbe etmezse, işlediği günahın cezâsını görecek, zerre kadar hayır işleyen de hayrının mükâfâtını bulacakdır. Esteîzübillah. "فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُۜ وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ fe men ya'mel miskâle zerratin hayran yerah, ve men ya'mel miskâle zerratin şerran yerah". Allah Kitâb-ı Kerîminde böyle buyurmuşdur. Kıyâmet gününe kadar cârîdir ve bâkîdir. Ondan sonraki âlemde de gene cârî ve bâkîdir.
Her ne iş yaparsan, Hakk rızâsını ara ve Hakk'ın seninle beraber olduğunu, senin yapdığın işlere vâkıf olduğunu, seni gördüğünü, seni işittiğini yakînen bil. Her ne kadar Allah'ı görmüyorsan da Allah'ın seni gördüğünün farkına var. Unutma bunu sakın ha! İki şeyi unutursan helâk olursun, birisi Allah'ı, birisi ölümünü.
Yine bir kıssa daha anlatayım size de keseceğim dersi. Büyük mürşidlerden bir zâtın yanında bir genç talebesi varmış, ona karşı Hazret'in muhabbeti ziyâdeymiş. Fakat bazı kötü gözlü kişiler, kötü düşünceliler, kötü kalbliler vardır. İnsan neyse karşısındakini öyle bilir, hırsız adam karşısındakini hırsız bilir, nâmussuz adam karşısındakini nâmussuz bilir. Gözüne nasıl gözlük takarsan kâinâtı öyle görürsün. Gözünde pislik olan kâinâtı pislik içinde görür. Gözünü temizle. Bazı kötü düşünceler peydâ olmuş. Sonra günlerde bir gün hoca, mürşid-i azîz, Hazret-i Cüneyd-i Bağdâdî, Seyyidü't-Tâife, talebelerine demiş ki, "Ey âşıkân" demiş ihvânına, söylemiyor, böyle düşünüyorsunuz kalbinizden diye, kendi düşüncelerini kendilerine çürüttürerek yapması lâzım geliyor, "gidin, kimsenin görmediği yerde, birer tavuk kesip bana getirin" demiş. Gitmişler, herkes birer tavuk kesmiş, getirmişler Hazret-i Şeyh'e. O delikanlı da elinde tavukla gelmiş, kesememiş tavuğu, diri. "Size emretdim ben, nutuk haklamak şartdır, niye kesmedin tavuğunu?". "Ama Efendim şart koşdun, kimsenin görmediği yerde diye buyurdun" demiş. "Ben nereye gitdimse Allah'ın beni gördüğünü gördüm, onun için kesemedim" demiş. Dönmüş talebelere demiş ki, "İşte bu yavruyu bunun için seviyorum".
Her nerede olursan ol, Allah seni görmekde ve seninle beraberdir. Bunu unutma. İki şeyi unutursan, tekrar ediyorum, helâke mahkûm olursun, birisi Allah'ı unutmak, birisi ölümü unutmakdır.
Yâ Rabbi! Bizi seni unutanlardan eyleme. Dâimâ senin ismin dilimizde, aşkın, muhabbetin, korkun gönlümüzde olsun. Bizi mü'min getirdin, mü'min yaşatdın, mü'min öldür. Bize esâret zilletini tattırma, düşman sillesini bize tattırma yâ Rabbi. Azîz vatanımızı ve vatanımızı koruyanları koru. İnsanlığa, İslâmiyete, Kur`ân'a ve insanlığa hâdim olanları iki cihanda azîz et ve onları "ve yensurakallahu nasran azîzâ" sırrına mazhar kıl. Ehl-i islâmı mahrûm etme. Düşmanları bize güldürme yâ Rabbi.
Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.
Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 19 Şubat 1982 (24 Rebîulâhir 1402) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.