Kur`ân-ı Kerîm'i tilâvet edenlerin riâyet etmeleri gereken edeblerin çoğuna dinleyenlerin de riâyet etmeleri gerekir zîrâ kelâmullaha hürmet bunu îcâb ettirir. Eskiden müslümanlar arasında Kur`ân'a en çok hürmet edenler Türkler imiş. Vaktiyle Türkler, Kur`ân'ın hem zâhirine hem de bâtınına hürmet ederlermiş. Yani Kur`ân'ın hem ahkâmına riâyet ederler hem de elfâzına, yazısına, kağıdına, cildine ve özellikle de okunuşuna çok ehemmiyet verirlermiş. Hattâ Kur`ân okunurken kemâl-i edeble dinlemek Türklerin alâmet-i fârikası hâline gelmiş. Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri, Hicaz'da tanıştığı oranın ileri gelenlerinden bir zâtın Türkler hakkında söylediklerini bize ders olsun diye anlatırlardı. O zât Efendi Hazretlerine demiş ki, "Biliyorsunuz buraya dünyânın dört bir tarafından her milletden yüz binlerce hacı gelir. Biz bunca hacı arasında Türkleri hemen ayırd ederiz". Efendi Hazretleri, "Nasıl ayırd ediyorsunuz?" diye sorunca, o zât, "Biz Türkleri Kur`ân'ı dinleyişlerinden anlarız. Çünkü başka hiç bir millet Kur`ân'ı Türkler kadar hürmetle ve edeble dinlemez" demiş. Efendi Hazretleri, Kur`ân-ı Kerîm okunurken edebe son derece riâyet edilmesini sıkı sıkı tenbîh ederler ve Kur`ân okunurken konuşulmasını da katiyyen tasvîb etmezlerdi ve buyururlardı ki :
Kur`ân-ı Kerîm okunurken konuşulmaz. İnsanın çok mühim bir işi olup da mutlakâ konuşması lâzım gelirse, söyleyeceğini arkadaşının kulağına fısıldayarak bir-iki kelime ile söylemeli, har-har-har, dır-dır-dır konuşmamalı. Düşün ki, devletin reisi gelmiş, konuşma yapıyor, sen de oradasın ve mühim de bir işin var. O konuşurken sen konuşabilir misin? Konuşamazsın değil mi? O konuşurken senin susup dinlemen edeb iktizâsıdır. Halbuki devlet reisi de olsa o da nihâyet bir insandır, bizim cinsimizdendir. Böyle olduğu halde onun huzûrunda konuşmak edebsizlik ve hürmetsizlik olunca, Allah'ın kelâmı okunurken konuşulur mu hiç?!