19 Nisan 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Şimdi bir moda var. Herkes bu modaya uymuş, ikide birde ya bir âyet, ya bir hadîs paylaşıyor sosyal medya üzerinden yâhud whatsapp gibi uygulamalardan filan. Bakıyorsun adamın ilmi yok, irfânı yok hatta açsa Kur`ân-ı Kerîm'i doğru dürüst okuyamaz belki ama sanki bir hoca, üstâd edâsıyla hiç durmadan bu işi yapıyor. Nedir bu ukalâlığın sebebi? Nedir bu vaaz u nasîhat merâkı? Nedir bu riyâkârlık?
Ulu orta, yerli yersiz, âyet yâhud hadîs paylaşanlara sormak lâzım. Yâhu sen bu işden anlıyor musun? Kur`ân'a, Hadîs'e vâkıf mısın? O âyetin nüzûl sebebi nedir, kime hitâb etmekdedir bunları biliyor musun? Peygamberimiz o sözünü, kime, niçin, ne vakit, ne maksadla söylemişdir, bunları biliyor musun?
Âyet-i kerîmelerin sebeb-i nüzûlü olduğu gibi, hadîs-i şerîflerin de sebeb-i vürûdu vardır. Bu sebebler bilinmeden rastgele âyet, hadîs okunursa, kafalar karmakarışık olur. Çünkü birbirine zıd gibi görünen pek çok âyet ve hadîs vardır. Tenâkuz gibi görünen bu zıdlıkların bir takım sebebleri ve hikmetleri vardır. Yeri gelir, "لَكُمْ د۪ينُكُمْ وَلِيَ د۪ينِ leküm dînüküm ve liye dîn" âyeti geçerli olur, yeri gelir, cihâd emriyle amel edilir. Yine meselâ gündüz yapılması gereken bir şeyi gece yapmak mahzurlu olabilir. Bu yüzden bazen sözün gece mi gündüz mü söylendiği önem kazanır. Yine kış ile yaz arasında fark vardır, kışın yapılan bir şey yazın, yazın yapılan bir şey kışın yapılmaz. Yine şahıslara göre değişen şeyler vardır. Meselâ belli bir şahsa söylenen söz, yalnız o kişiyi alâkadar edebilir, başkasını alâkadar etmeyebilir. Umûma söylenen sözle, belli bir kişiye, ya da belli bir topluluğa söylenen söz aynı kefeye konabilir mi? Daha bunun gibi pek çok sebebden hadîslerin manâ ve medlûlleri bizim zannetdiğimizden farklı olabilir. İşte bu yüzden, İmam-ı A'zam Ebû Hanîfe Hazretleri diyor ki, "Kim hadîsin lafzını taleb eder de manâsını, medlûlünü taleb etmezse, emekleri zâyi olur ve bu ona vebâl olur".
Bir de tercüme meselesi var. Kur`ân ve Hadîs Arapça olduğu için, bunların Türkçe'ye tercümesini son derece titizlikle yapmak îcâb eder. Ali'nin Veli'nin sözü değil bunlar, Allah'ın, Peygamber'in sözü. Üstelik Arapça çok zengin bir dil, uçsuz bucaksız bir deryâ, bizim dilimize benzemiyor.
Şimdi size basit bir misâl vereceğim. Bakınız Arapçada kaç türlü gelmek var :
أتى: Yakın bir yerden gelmek
قدم: Uzak bir yerden gelmek
أقبل: Gayret ederek gelmek
حضر: Davete icâbet ederek gelmek
زار: Ziyâret maksadıyla gelmek
طرق: Geceleyin gelmek
ورد: Azık almak için gelmek
وفد: Bir topluluk içerisinde gelmek
Bunun gibi pek çok misâl verebiliriz. Yani Türkçemizde tek bir kelimeyle karşılanan ama Arapçada beş hattâ on türlü ifâde edilen kelimeler sayılamayacak kadar çokdur. Maksadım Arapçanın zenginliğini göstermek değil. Arapçayı iyi bilmeyen bir kimsenin Kur`ân'dan yâhud Hadîs'den dem vurmasının ne gibi vahîm netîceler doğuracağını göstermek. Mâdem ki Kur`ân Arapça'dır, hadîsler Arapçadır ve o devrin insanlarına hitâb eder, öyleyse Arapçayı çok iyi bilmeden, mecâzını, istiâresini, belâgatını, fesâhatini düşünmeden yapılan tercümeler çok tehlikelidir. Hatta bu da yetmez, Arabın örfünü, âdetini de bilmek gerekir.
Büyük âlimlerimizden Elmalılı Hamdi Yazır diyor ki, "Kur'ân'dan bahsetmek isteyenler onu hiç olmazsa harekesiz olarak yüzünden okumayı bilmelidir. Maamafih öyle kimseler görüyoruz ki Kur'ân'ı harekesiz olarak şöyle dursun harekesiyle bile dürüst okuyamadığı halde onun ahkâm ve ma'ânisinden ictihâda kalkışıyor".
Bakınız Hüccetü'l-İslâm İmâm-ı Gazâlî Hazretleri bu husûsda ne buyuruyor :
Uygun olmayan yollarla dîne yardım etmeye çalışanların dîne verdiği zarar, dîne açıkça saldıranların verdiği zarardan daha büyükdür.
Bir de temsil ve temessül meselesi var ki fakîre göre en mühim mesele de bu. Herkes kendisine şunu sormalı, "Acaba ben İslâm'ı, Kur`ân'ı, Peygamber'i temsîl etmeye lâyık mıyım? Allah'ın âyetlerini okumaya, Peygamber'in sözlerini dillendirmeye, bunları sağda solda anlatmaya, insanlara duyurmaya liyâkatim, salâhiyyetim var mı benim?". Ne olursa olsun, insan önce temsîl edeceği şeyin hakîkatine sâhib olmalı, onunla temessül etmeli ki o şeyi temsîle lâyık olsun. Temessülsüz temsîl, mürâîlikdir, hattâ münâfıklıkdır.
Eylesen tûtîye ta'lîm-i edâ-yı kelimât
Sözü insan olur ammâ özü insân olmaz