6 Ocak 2018 tarihinde yayınlanmıştır.
Vaktiyle bir hoca varmış, ne zaman bir fırsat bulsa mahfele çıkar hâfızlanır, ya da minbere çıkar vâizlenirmiş. Civardaki avcılar hocanın medhini duymuşlar ve bazı müşküllerini halletmek için toplanıp hocayı ziyârete gelmişler. Demişler ki :
Hoca! Biz bir bölük avcıyız. Dağlarda ormanlara dolaşırız, gece-gündüz işimiz-gücümüz hep avdır. Bazıları bize diyorlar ki, "Zavallı hayvanları boş yere öldürmek câiz değildir, vahşî de olsa günâhsız hayvanları vurup öldürmek günâhdır". Bu hususda sen ne buyurursun?
Hoca avcılara şu cevâbı vermiş :
Size öyle diyenler düpedüz câhildir ve Hakk teâlânın kelâmından gâfildir. Allah Celle Kur'ân-ı Kerîm'inde buyuruyor ki : "Evlâ leke fe evlâ sümme evlâ leke fe evlâ" yani "Avlan yine avlan, avlan yine avlan" Ammâ bazı âlimlerimiz Kur`an yedi kıraat üzere olduğundan "Evlâ leke fe evlâ"yı, "Evlileri avlamayın, yavrularına yiyecek için avlananlara ilişmeyin" diye îzâh etmişlerdir fakat en doğru olan ma'nâ "Hangisi olursa olsun avlanın"dır.
Avcılar bunu duyunca çok sevinmişler ve hocaya duâ edip şöyle demişler :
Hay Allah senden râzı olsun hocam. Allah ne murâdın varsa versin. Büyük bir müşkülümüzü hallettin. Bir müşkülümüz daha var, onu da halledersen sana minnettâr oluruz. Etleri helâl olanlar hayvanların yanında etleri harâm olanları da avlayabilir miyiz? Ne dersin?
Hoca kendine gâyet emîn bir tavırla cevap vermiş :
Allah teâlâ Kur`ân'da buyurur ki, "Tilki izen kerratun hâsiratün" yani "tilki eziyet verici ve ziyânkârdır" öyleyse avlanmasında bir mahzûr yokdur.
Avcılar, hocadan bu cevâbı da alınca zevkden dört köşe olmuşlar ve hocaya teşekkür kabîlinden bir teklifde bulunmuşlar :
Hocam! Sen bizim çok büyük derdlerimizi hallettin, içimizi rahatlattın. Şimde sen de bizimle gel, birlikte gidip tilkiler, geyikler avlayalım. Tilkilerin kürklerini, geyiklerin etlerini sana hediye edelim ki bu da bizim sana bir teşekkürümüz olsun.
Hoca demiş ki :
Gelirdim ama hem âcil hem de çok mühim bir işim var. Şu elimdeki mushafda birkaç yanlış buldum, onları hemen düzeltmem lâzım, eğer beklerseniz, o işi hallettikten sonra sizinle seve seve gelirim.
Avcılar, "Hocam ne olacak, biz senin işini bitirmeni bekleriz. Hattâ sen kerem edip bize de o yanlışları söyler, doğrularını da iyice belletirsen çok memnûn oluruz. Bakarsın yarın öbür gün bize de lâzım olur, aklımızda bulunsun" deyince hoca Kur`ân'da rastladığı yanlışları şöyle sıralamış :
Bir yerde "İz nâdâ rabbüke Mûsâ" denmiş. Mûsâ nâdân değildir, dânâdır. Onu dânâ yapmak gerekir. Yine bir yerde : "Harra Mûsâ" vâki' olmuş. Mûsâ peygamberin eşeği yok ki, eşek Îsâ peygamberin olması lâzım. Onu da, "Harra Îsâ" yapmak lâzım. Birkaç yerde de "Saffen saffen" "Dekkan dekkan" diye aynı kelime tekrar yazılmış onların da mükerrer olanlarını kaldırmak lâzım.
Çü bilmez hadd ü resm-i dîni cuhhâl
Mezemmetdir ne kim ta'rîf ederler
Sanırlar ehl-i fazla izzet etdik
Ne bilsinler yavuz tahfîf ederler
Bunların ilmi cehl ü tâ'ati şirk
Cehâletden neler te'lîf ederler
Eline düşücek suhuf-i ilâhî
Salâhın zu'm edüp tashîh ederler
Hurûfîdir bunlar her kande ekser
Ki Kur`ân harfini tahrîf ederler
Bugün maalesef bu gibi hocalar her tarafı sarmış durumdadır. Bunların bir kısmı İslâmî ilimleri usûlüne göre tahsîl etmemiş cühelâ tâifesi olup hep kulakdan dolma bilgilerle konuşan ya da yazan bir takım zavallılardır. Sûre-i Bakara'daki "وَمِنْهُمْ أُمِّيُّونَ لاَ يَعْلَمُونَ الْكِتَابَ إِلاَّ أَمَانِيَّ وَإِنْ هُمْ إِلاَّ يَظُنُّونَ Ve minhüm ümmiyyûne lâ ya’lemûnel kitâbe illâ emâniyye ve in hüm illâ yezunnûn" âyet-i kerîmesi bunlar hakkındadır.
Bir de bunlardan daha beterleri var ki bunlar ilâhiyât fakültelerinde okumuş, dînî ilimlerde ihtisas yapmış hattâ oralarda akademisyen olmuş, doçent olmuş profesör olmuş kimselerdir. Bu zavallılar, büyük İslâm âlimlerinin eserlerini okuyup ilim sâhibi olacakları yerde onların eserlerini ve görüşlerini küçümsemişler ve Kur`ân'ı kendi dar kafalarına göre tefsîr ederek yani kitâbullahı âdetâ yeniden yazarak kendilerine göre bir dîn uydurmuşlardır. Sûre-i Bakara'daki " فَوَيْلٌ لِّلَّذِينَ يَكْتُبُونَ الْكِتَابَ بِأَيْدِيهِمْ ثُمَّ يَقُولُونَ هَذَا مِنْ عِندِ اللّهِ لِيَشْتَرُواْ بِهِ ثَمَناً قَلِيلاً فَوَيْلٌ لَّهُم مِّمَّا كَتَبَتْ أَيْدِيهِمْ وَوَيْلٌ لَّهُمْ مِّمَّا يَكْسِبُونَ Fe veylün lillezîne yektubûnel kitâbe bi eydîhim sümme yekûlûne hâzâ min indillâhi li yeşterû bihî semenen kalîlâ, fe veylün lehüm mimmâ ketebet eydîhim ve veylün lehüm mimmâ yeksibûn" âyet-i kerîmesi de bunlar hakkındadır.
Peki insan bu kadar câhil olur da nasıl bu kadar kendinden emîn olabilir ve rezîl olacağını hiç hesâb etmeden her konuda ahkam kesebilir? Şundan emîn olunuz ki bu gibi echeller, tek başlarına durduk yerde bu cesâreti bulamazlar. Gerek halkın cehâleti, gerek etraflarına toplanan hikâyedeki câhil avcılar misâli bir takım nâdânların tezâhürâtı bunlara öyle büyük bir cesâret veriyor ki çok koyu bir cehâlet karanlığının içinde yüzüyor olmalarına rağmen kürsü ve minberlerden inmiyorlar, radyo ve televizyonlardan çıkmıyorlar, gazetelerdeki köşelerinden vazgeçmiyorlar, her gün her saat her konuda diledikleri gibi ahkâm kesiyor, onları ağzı açık hayran hayran dinleyenleri ifsâd ediyor, akâidini bozuyor, doğruyu eğri, eğriyi doğru gösteriyor ve büyük bir felâkete sürüklüyorlar. En acısı da bütün bunları İslâm adına, Kur`ân adına yaptıklarını iddiâ ediyorlar.
Cenâb-ı Hakk bu gibi câhillerin şerrinden cümle ümmet-i Muhammed'i muhâfaza eylesin. Âmîn.