Kur`ân'da Tekke Var mı?

16 Ağustos 2021 tarihinde yayınlanmıştır.

Tekke
"وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ velâ ratbin velâ yâbisin illâ fî kitâbîn mübîn" fehvâsınca, kâinatda ne varsa, Kur`ân'da vardır, ama bazısı ibâreyledir, bazısı işâretledir. Sûre-i Nûr'daki, "ف۪ي بُيُوتٍ اَذِنَ اللّٰهُ اَنْ تُرْفَعَ وَيُذْكَرَ ف۪يهَا اسْمُهُۙ يُسَبِّحُ لَهُ ف۪يهَا بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِۙ" âyet-i celîlesi dergâhlara, tekkelere işâretdir. Dikkat ederseniz âyetde "buyût" yani "evler" denilmişdir, mescidler denilmemişdir. Zâten vaktiyle tekkeler de ev gibiydi, içlerinde ev gibi yaşanıyordu. Hatta pek çok tekke evden dönüşdürülmüşdür. Şeyh Efendiler evlerini tekke yapardı. Tekkede mukîm olan zevâta ehl-i tekke yani tekke halkı deniyordu. Tıpkı ev halkına ehl-i beyt dendiği gibi. Âyetde bu evlerde gece gündüz zikir yapıldığı beyân edilmekdedir. Eskiden tekkeler böyleydi, dervîşler zikrullaha dâim idiler. Sabah ayrı usûl, akşam ayrı usûl yaparlardı. Geceleri  de zikir yaparlar, gece namazları kılarlar, sabahlara kadar zikir ve tesbîhât ile meşgûl olurlardı.

Bir sonraki âyet de çok manidardır. Zîrâ o da tekke ehlini tarif etmekdedir. "رِجَالٌۙ لَا تُلْه۪يهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَاِقَامِ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءِ الزَّكٰوةِۙ يَخَافُونَ يَوْمًا تَتَقَلَّبُ ف۪يهِ الْقُلُوبُ وَالْاَبْصَارُۙ". Cenâb-ı Hakk bu insanları, "kendilerini zikrullahdan hiç bir şeyin alıkoyamayacağı er kişiler" olarak tarif etmekdedir. Ne kadar dikkat çekici bir tarif değil mi?

Bir de bunlardan önceki âyet-i kerîmeye bakalım. "Allahu nûru's-semâvati ve'l-ard" diye başlayan o âyet Nûr Âyeti diye meşhûr olmuşdur, uzunca bir âyetdir ve öyle câlib-i dikkat bir âyetdir ki hakkında müstakil tefsîrler bile yazılmışdır. Cenâb-ı Hakk bu âyetde, kendisini yerin göğün nûru olarak tarif etmiş, kendi nûrunun misâlini de enfes bir kandil-lamba-ışık teşbîhiyle beyân etmişdir. Sonraki âyetde zikredilen evler yani tekkeler, dergâhlar, işte bu nûrun lemeân etdiği yerlerdir. Onun için âyetin başında, "fî buyûtin/o evlerde" denilmiş, o nûrun bu yerlerde bulunduğu beyân edilmişdir. İşte bir dönemin tekkeleri böyleydi, nûrânî evlerdi, nûrdan evlerdi. Oralara gidenler hep nûr alırdı, nûrlanırdı, gide gide nûr olurdu.

Dikkat buyurun, Cenâb-ı Hakk Kitâb-ı Kerîminde, "يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِق۪ينَ yâ eyyühellezîne âmenu't-tekullâhe ve kûnû me'as-sâdıkîn" buyuruyor. Yani "Ey müminler! Allah'dan korkun ve sâdıklarla berâber olun" diyor. İşte tekkelerin, dergâhların, hankâhların sırr-ı hikmeti de budur. Yani halkı sâlihlerle buluşdurmak, görüşdürmek ve böylece onları sâlihlerin ahlâkı ile ahlâklandırmak, onların edebi ile edeblendirmekdir. Nitekim tekkeler, bütün islâm beldelerinde asırlarca bu vazîfeyi icrâ etmişler, bu hizmeti görmüşlerdir. Bugün de adı tekke olmasa da aynı hizmeti gören her yer tekke hükmündedir.

Hâlık'ı zikreylemek derd ehlinin dermânıdır
Hâlık'ı fikreylemek sıdk ehlinin îmânıdır
Söz budur ancak hemân lâzım değil gayrı kelâm
Hakk Te'âlâ sevgisi 'âşıkların burhânıdır
Listeye geri dön