Ve men a’rada an zikrî fe inne lehû ma'îşeten dankâ, ve nahşuruhû yevmel kıyâmeti a’mâ. Kâle rabbi lime haşertenî a’mâ ve kad küntü basîrâ.
Sadakallahü'l-azîm.
Dilleriyle Allahı tevhîd eden, gönülleriyle Allah'ı seven ve O'nun Resûlü bulunan, bütün peygamberlerin seyyidi, efendisi, imâmı, sebeb-i hilkat-i âlem, sebeb-i hikmet-i Âdem, "levlâke levlâk lemâ halaktü'l-eflâk" kelâmının muhâtabı, "vemâ erselnâke illâ rahmete'l-lil-âlemîn" âyetinin muhâtabı olan Muhammed aleyhissalâtü vesselâmı, sevgili peygamberimizi, Allah'ın sevgilisini, mahbûb-i ilâhî olan Muhammed aleyhissalâtü vesselâmı, Allah'ın sevgilisini, sevgili peygamberimizi her şeyinden ziyâde severek îmânını kemâle erdiren, kıyâmet gününe inanan, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, celâlinden korkan, cemâline âşık olan, âşık u sâdıklar!
Birkaç haftadan beri, Sûre-i Tâhâ'daki bulunan bu azîm âyât u beyyinâtdan ilmimizin yetdiği kadar, dilimizin döndüğü kadar, sizlere bir şeyler söylemeye gayret etdik. Herkes de nasîbi kadar bu âyetden nûrlandı. Şimdi gene aynı âyet üzerinde konuşacağız. Gene Allah'ın bize bildirdiği ve öğretdiği kadar, sizin de nasîbiniz kadar, bu âyetden hisseler alacağız, ahret yolculuğumuzu bununla tayîn edeceğiz ve bu âyetleri önümüze önder olarak, nûr olarak alacağız ki, Hakk'ın rızâsına erelim, cennetine girelim, cemâlini görelim.
"وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي فَاِنَّ لَهُ مَع۪يشَةً ضَنْكً Ve men a’rada an zikrî fe inne lehû ma'îşeten dankâ". Her kim ki bizim zikrimizden yüz çevirirse. Ulemâ-yı benâm hazerâtı, zikr-i ilâhîye bir çok ma'nâlar vermişler. Yine zikirlerin en yücesi "ve le zikrullahi ekber", namaz. O namaz ki dînin direği, îmânın alâmet-i fârikası, Resûlullah'ın gözü nûru, mü'minin mi'râcı. Bu ma'nâyı da vermişler. Ama Kur`ân-ı Kerîm denildiği vakit, Allah'ın bin emri, bin neyhi yani bin emr etdiği, bin men etdiği şeyler de, yaş ve kuru, küçük ve büyük, ne olmuş, ne olacaksa hepsi Kur`ân-ı Kerîm'de mevcûddur. Her kim ki Kur`ân'dan yüz çevirirse, Kur, ân-ı Mübîn'den. Aynı zamanda canlı Kur`ân olan Hazret-i Habîb-i Ekrem Muhammed Mustafâ sallallahu teâlâ aleyhi vesellemden yüz çevirirse.
Bundan evvelki haftalarda söylemişdim, esâsında kul, bunlardan yüz çevirmez. Allah kuldan yüz çevirir. Geçen hafta bir şey söyledim, bilmem kalbinize hakketiniz mi?
Allah serveti sevdiğine de sevmediğine de verir. Yani dünyâ metâını, malını. İyi dinle! Allah dünyâ metâını sevdiğine de sevmediğine de düşmanına da dostuna da verir. Allah, Rabbü'l-âlemîndir, Rabbü'l-müslimîn değildir. Dünyâya kimi getirdiyse, bu âlem-i şuhûda, hepsinin rızkını vermişdir, birinin rızkını kesmemişdir. Zerreden en büyük mahlûka kadar, habbeden kubbeye kadar, zîrûh mahlûkâtın hepsinin rızkı Allah'ın üzerindedir. Daha kulu yaratmadan evvelâ rızkını tayîn eder Allah, sonra kulu yaratır.
Hattâ şöyle bir misâl var da söylemeden geçmeyelim. Îsâ rûhullah, malûm ya, işittik ve Kur`ân da buna nâtık, duyduk âlimlerden, emvâtı, ölüleri diriltir idi, Îsâ aleyhisselam.
Her peygamberin bir mucizâtı var yâhud birkaç mucizâtı var. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemde cümle peygamberlerin mucizesi cem olmuşdur. Bir daha söylüyorum. Peygamberlerin her birimnde bir mucizât vardır, birkaç mucizât vardır. Ammâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemde, cümle peygamberlere verilen mucizât-ı kevniyye, mucizât-ı ilmiyye, mucizât-ı vücûdiyye, Hazret-i Muhammed Mustafâ'da cem olmuşdur. Sallallahu aleyhi vesellem. Hazret-i Mûsâ'da, kelîmullahlık vardır, Peygamberimiz kelîmullahdır. İbrâhim aleyhisselâm da, halîlullahdır, Allah'ın dostudur, Resûlullah halîlullahdır. Hazret-i Nûh neciyyullahdır, Resûlullah da neciyyullahdır. Nasıl ki Nûh'un gemisine bir adam yani Nûh'un zamânında, garkda, Nûh'un gemisine ilticâ etdi, canını garkdan kurtardı ise, Hazret-i Muhammed'in getirdiği, Allah tarafından getirdiği Dîn-i İslâm bir gemi gibidir, Nûh'un gemisi gibi, oraya kim tutunursa, kendisini helâkdan kurtarır. âdem'de safiyye vardır, Resûlullah Efendimiz'de de vardır. Mucize-i kevniyye, mucize-i ilmiyye, mucize-i vücûdiyyenin kâffesi, hangi peygamberden e zuhûr etdiyse, Resûlullah'da bunların kâffesi cem olmuş, toplanmışdır, Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellemde.
Peygamberini iyi bil! Ehl-i kitâb ile dövüşümüz, ehl-i kitâb ile mücâdelemiz, Allah mücâdelesi değildir, Peygamber mücâdelesidir. Onlar da Allah diyorlar.
Rabbü'l-âlemîn Celle Celâluhû Hazretleri, münkirine de, mü'minine de, yalancısına da, doğrucusuna da, sahtekârına da, nâmûslusuna da rızkını verir. Allah hiç kimsenin rızkını kesmez. Hepsinin rızkını bol bol vermişdir. Bize Kur`ân'da şöyle emir vermişdir. "فَمَن شَاء فَلْيُؤْمِن وَمَن شَاء فَلْيَكْفُرْ fe men şâe fe'l-yü'min ve men şâe fe'l-yekfür", dileyen kâfir olsun dileyen mü'min. Bak işte, sana akıl verdim, izân verdim, kulak verdim, el verdim, ayak verdim, dil verdim, gönül verdim, fuâd verdim, peygamberler gönderdim, hayrını şerrini ayırıyorsun. Ağzına götüreceğin lokmayı burnuna sokmuyorsun, ağzına götürüyorsun değil mi? Kime tâbi olacağını kendin yakînen bilmelisin. Îmânını kendin tayîn etmelisin. Ammâ esâsında, esrâr-ı ilâhîden, bir adam Kur`ân'dan yüz çevirmez, Kur`ân ondan yüz çevirir. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemden o kimse yüz çevirmez, Resûlullah ondan yüz çevirir. Acaba anlatabildim mi?
Allah malı mülkü istediğine vermiş, fakat îmânı, hidâyeti, îmânı ve hidâyeti sevdiklerine vermişdir. Kimi sevdiyse, îmân tacını onun başına koymuş, kalbine îmân nûrunu yakmışdır. Onun için senin câmiye gelmen, senin elinde olan bir hâdise değildir. Bundan evvel sana bunun misâllerini ben çok verdim. Çağırmışlardır, gelmişsindir. Sen geldim zannedersin, senin zannındır o. Sevmediğini huzûruna kabûl etmez, almaz. Ammâ ne vakit ki hidâyete mazhar olur, Allah dersen cevâbını verir, "ne istiyorsun kulum?" der. Çünkü Rahmân'dır.
Onun için Cenâb-ı Hakk Celle ve Tekaddes Hazretleri, malı mülkü sevdiğine de sevmediğine de verir. Zengin olmak, mal sâhibi olmak, Allah'a, Cenâb-ı Hakk'a karşı bir perde değildir bu. Ne vakit ki senin sâhib olduğun mal seni felâkete, musîbete götürürse o vakit perdedir. Zenginlik de peygamberlikle cem olmuşdur. Süleyman Peygamber hem pâdişahdır, hem de peygamberdir. Yani onun zenginliği, sultanlığı peygamberliğine bir halel getirmemişdir. Onun için dünyâ metrâı ve malı, Hakk yoluna sarf olunduğu vakit, Allah için, o malın ne demek olduğunu anladığın vakit.
Bir defa mal senin değil, Allah'ın. Zenginlere hitâb ediyorum. Kâinâtda hiç kimsenin bir şeyi yokdur, hepsi Allah'ındır evveliemirde.Zengine kasayı vermiş, o da ne olacağı malûm değildir. Hiç Allah'dan başka bir şeye dayanamazsın. Dayandığın vakit, dayandığın duvar yıkılır. Akşam zengin olan sabah fakîr olabilir. Akşam kâfir olan sabahleyin mü'min olabilir. Sabah mü'min akşam kâfir olabilir. Dâimâ kalbin titremeli, Cenâb-ı Hakk'dan sırat-ı müstakîm üzerinde kalmayı, hidâyetde dâim olmayı Allah'dan istemelisin. Her gün kalbler kapanıp açılıyor. Açık bir ova gibi, here tarafdan rüzgar esiyor içerisine. Kasa, Hakk tarafından sana verilmiş, emâneten verilmişdir. Nasıl ki mahkeme kadıya mülk olmaz, yargıca, kasa da seninle berâber gitmeyecek. Kasayı götürmek istiyorsan eğer, Hakk'ın dediklerini yap.
Fukarâ-yı müslimîn Allah'ın ayâlidir, ayâlullahdır. Zengine Allah hitâb eder, bil ki mal elinde emânetdir, "Aç kasayı bana âid olan maldan benim kullarıma, benim ayâlime ver" der. Bunu anladığın vakitde mesele kalmaz. Ama "mal benim", "evlad benim", "rütbe benim", dediğin vakitde o fitne olur. Kendi zâtına, kendi şahsına o işi muzâf kılarsan, o fitne olur o. Onun için Cenâb-ı Allah, Kur`ân-ı Kerîm'de "اِنَّمَٓا اَمْوَالُكُمْ وَاَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌۜ innemâ emvâlüküm ve evlâdüküm fitne", ne vakit ki mallarınızı ve evladlarınız kendinize muzâf kılıp, "benim malım", "benim evladım" dediğin vakitde, benlik ortaya girdi mi, o fitne olur senin için. Her şey Hakk'ın, sen de Hakk'ınsın. Bir defa mü'minsin. İkinci, müslimsin. İslâm, teslîmiyyetden ve selâmetden gelir. Geçiyoruz.
Demek ki Allah îmânı sevdiklerine veriyor, malı hem sevdiğine verir, hem sevmediğine verir.
Kur`ân-ı Kerîm, iyi dikkat et, beni iyi dinle, Kur`ân-ı Kerîm, bir göz gibidir. Başda göz gibidir. Aynı zamanda bu gözün kalble de ilgisi ve alâkası vardır. Kur`^an'a ittibâ etmeyen, Kur`ân'dan i'râz eden kimse gözsüzdür. O, a'mâdır, göremez, hayrı ve şerri ayıramaz. Onun için Cenâb-ı Allah "وَمَن كَانَ فِي هَذِهِ أَعْمَى فَهُوَ فِي الآخِرَةِ أَعْمَى وَأَضَلُّ سَبِيلاً ve men kâne fî hâzihî a'mâ fe hüce fi'l-âhireti a'mâ ve edallü sebîlâ". Bu âlemde a'mâ olan, yani Kur`ân nûruyla nûrlanmayan, a'mâdır, çünkü nûrdan i'râz etmişdir, ahretde de a'mâdır gözleri. Zâten okuduğum âyet de onu göstermekde. A'mâ olan kimse, hayrı şerri ayıramaz. Neye benzer bilir misin? Bir misâlini vereyim sana. Kamçı diye yılanı eline alabilri a'mâ. Hayrı şerri ayıramaz. O fârik olmak, bâtılla hakkı ayırmak, kolay iş değildir. Ancak Kur`ân ile ayrılır. Ya canlı Kur`ân ile, ya nâtık olan Kur`ân-ı Mübîn ile.
Bir yaz sabahı, iki adam, birisi a'mâ, birisinin baş gözü açık, atlarına binmişler, kasabaya iniyorlar, sabahın erken saatlerinde. A'mâ olan geride kalmış ve elinden kamçısını düşürmüş. O gözü açık olan, önden gidiyor. Düşürünce, atdan aşağı inmiş, eliyle böyle yokluyor, kamçıyı arıyor yerde. Sabah serinliğinde bir yılan kıvrılmış, bir engerek yılanı orda. Yılanı eline alır a'mâ, bakar böyle, çünkü yılanı a'mâ bilmez, ne şekilde olduğunu görmediği için. Bakar öyle, gâyetle güzel, eline de iyi gelmiş yani. "Eh, kamçım düşdü ama Allah bana daha a'lâsını verdi" demiş, atına binmiş. Derken o gözü açık olan, bakmış a'mâ yerde bir şeyler yapıyor, beklemiş. O atına binip yetişince, "ne yapdın?" demiş. "Kamçım yere düşdü, indim aşağı onu ararken, Allah bana güzel bir kamçı verdi" demiş. "Şunun güzelliğine bak" demiş. "Aman!" demiş öteki gözü açık olan.
Gözüne Kur`ân nûrunu koymayan kimse, kalbine Kur`ân nûrunu koymayan kimse, işte o a'mâ gibi, kamçı diye yılanı eline alır. O gözü gören, "Aman bırak onu!" dedi. "Niye bırakayım?" dedi. "Elindeki senin yılan" dedi. "Ne demek o yılan?". "Bir mahlûk vardır, kamçıya benzer fakat seni sokar o sonra". "Yok" dedi, "sen hased ediyorsun bana, beni malımdan cüdâ etmeye kalkdın, sâhib olduğum nimetden" dedi. "Değil evlâdım, sen bırak, beni dinle". Dinlemedi. Şimdi bu Kur`ân gözünü gözüne koymayanlar, gözü açık olan da, Kur`ân gözünü gözüne koyan, görüyor şimdi, hayrı şerri ayırabiliyor.
Yılan sabahleyin donar öyle, soğuk zamanda. Kulağını benden yana iyi ver. Senin de ve benim de paramız olmadığı vakitde, yâhud makâmımızdan dûr olduğumuz vakitde, atıldığımız vakitde, nefsimiz o yılan gibi donmuşdur. Bakarsın sofulaşı adam, eline tesbîh alır, câmide, cemâatde filan. Dünyâ metâı eline geçdi mi, yılanın belini güneş ısıtmaya başlar. Para, kasa, kese, rütbe, güneşin harâreti gibidir. Ne yapar? Yılanın belini ısıtdı mı, bir de bakarsın ki, o nefs-i emmâre yılanı, o uyuşmuş, sofu görünen, en zâlim adam olabilir. Ben nice fakîrken câmiye gelen, kıçında yamalı pantalon varken câmiye gelen, sonra bir müddet sonra, Cenâb-ı Hakk'ın nimetine müstağrak olup da, yüzünü Hakk'dan döndüren, yâhud câmiden tard olan, çok adamlar gördüm. İşte bunları sana tefrîk etdirecek olan, nûr ile zulmeti, Kur`ân'dır. Kur`ân'ı gözüne koymadın mı, a'mâsın. "Efendim benim gözüm görüyor". Göremezsin. Bakmakla değil erenler, görmekledir. İşitmekle değil anlamakladır. İşitirsin de yanlış anlarsın. Bakarsın da göremezsin. Onun için Cenâb-ı Hakk diyor ki Kur`ân-ı Kerîminde, "Habîbim Muhammed", sallallahu aleyhi vesellem, "sana bakıyorlar ve seni göremiyorlar" diyor. İstikbâli görmek istiyor musun? Önüne nûru yakacaksın ki basdığın yeri göresin. "اَفَمَنْ يَمْش۪ي مُكِبًّا عَلٰى وَجْهِه۪ٓ اَهْدٰٓى اَمَّنْ يَمْش۪ي سَوِيًّا عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ e fe men yemşî mükibben alâ vechihî ehdâ emmen yemşî seviyyen alâ sırâtin müstakîm". Müsâvî midir, doğru yolda gidenle eğri yolda giden, gözü görenle görmeyen, bilenle bilmeyen? Elbette müsâvî değildir.
Onun için, Kur`ân-ı Kerîm'e ittibâ eden, o vakit, elinde tutduğu kamçı mıdır, servet midir, yılan mıdır, belinde taşıdığı evlâdı, yılan mıdır, dostu mudur, düşmanı mıdır, o vakit işin farkına varacakdır. Onu koymayınca, ııh, olmaz. Olmaz, a'mâdır. Ve netekim de işte a'mâ sözü dinlemedi, bir müddet sonra, güneş ısıtdı belini yılanın, a'mâyı sokdu ve a'mânın helâkine sebeb oldu. Eğer kamçı diye yılanı almak istemiyorsan eğer ki, manevî yılandan bahsediyorum ben sana.
Yakın bir zamanda seni bir amel sandığına yalnız başına koyacaklar. Bütün sevgililerin senin, oraya bırakıp dönecekler geri. Seninle kimse içeriye girmez, yatmaz. Hattâ şunu da söyleyivereyim sana hadi. Bir kaç hafta gelemeyeceğim derse, onun için beş dakîka müsâade edin. Sizi biraz geç bırakacağım ama.
Bir zât-ı mubârek, câmi yapdırmış, tekke yapdırmış, medrese yapdırmış, aşhâne yapdırmış, hastahâne yapdrımış, yol yapdırmış, çeşme yapdırmış, filan filan filan. Böyle hayırhâh bir zât-ı muhterem,. Fakir fukarânın gözyaşını siliyor. Malın emânet olduğunu, Hakk'ın olduğunu bilenlerden birisi. En nihâyetinde demiş ki, iyi dinle, kulağını benden yana iyi ver, sana büyük bir ibret, "Ben öldüğüm vakit ilk akşamı benim kabrimde kim yatarsa ona beş yüz altun bahşeedeceğim" demiş. "Benimle o kabre girecek, berâber yatacağız, sabahleyin de o adamı çıkaracaklar kabirden". Kim yapabilir bu işi? Her babayiğidin işi değil bu. Sonra bir oduncu fukarâ varmış, dağda odun keser, getirir- götürür, satarmış-edermiş filan. Kime teklif etdilerse herkes "yapamayız, canımızdan oluruz" demişler. Gece korkunç bir şey görür insan, ödü patlar filan. Ama demişler, farazâ, "Himmet Ağa, dağda yaşıyor" filan, "cesur adamdır, o yapabilir". Söylemişler. Adam hık mık demiş. Demişler, "Yâhu kimse yok, bu adam hayırlı bir insandı, bunun ekmeğini sen yemedin mi?", "Yedim", "Hah işte bunun hatırı için. Sen cesur adamsın canım. Bütün kasabanın itimadı var sana" demişler ve kandırmışlar bizim Himmet Ağa'yı ve kabrin içerisine onu kapamışlar. Uzatmayalım lafı. Kapamışlar, üzerini örtmüşler, çekilmişler. O iki mehîb melâike gelmiş.
Gelecekler. Onlar, hükûmet-i rabbâniyyenin kontrol memurlarıdır. Çünkü hudûddan geçiyorsun, hudûdda bakarlar. Malûm ya, "pasaportunu çıkar" diyorlar, bakıyorlar, imzâ tamam, vizeni de almışsın, "geç" diyorlar. Olmadıysa geri çeviriyorlar. Melekler de öyle. "Aç bakalım pasaportunu, ahret pasaportunu". Burda Hazret-i Muhammed imzâ koymamış. Sallallahu aleyhi vesellem. Allah'ın elçisi, resûlu, habîbi, mahbûbu, imzâsı yok. Geçemezsin o tarafa doğru arkadaş. İmzâyı yapdır burdan, vizeni yapdır yani Muhammed Mustafâ'dan. Sallallahu aleyhi vesellem. O da ibâdet ve tâat, salât u savm, insan olmakla olur. Allah ve Dîn ve Hazret-i Muhammed Mustafâ bizim insan olmamızı istiyor. Biz kızlarımızla yatmayı haram kılan O, Allah'dan aldığı emirle. Analarımızla yatmayı haram kılan O. Bizi insanlığa getiren O. Peygamberler olmasaydı biz anamızla, kızımızla yatardık, hayvan gibi. Hayvanlar yapıyorlar ya aynı şeyi. Bizi insan eden, her şeyimizle böyle ama. İğneden ipliğe varasıya kadar. Geçelim.
O iki melek gelmişler. Himmet Ağa, o aslan gibi adam, dağ adamı, böyle kenara çökmüş korkudan. Demiş ki meleğin biri diğerine, "Bu" demiş "bizim malımız, bu nasıl olsa. Evvelâ şıu oduncuyu bir hesâba çekelim" demişler. "Kalk bakalım, ne iş yapıyorsun sen?", "Oduncuyum". Hesâb, hesâb-kitâb, hesâb-kitâb, hesâb-kitâb, hesâb-kitâb. En nihâyet, "Baltayı nerden aldın? Baltanın sapı nerden ve ip?". Odun taşıdığı ip, onun hesâbını verememiş Himmet Ağa bizim. Demişle rki, "Mâl-ı mîrîden yani devlet malından sen odun kesmişsin, baltayı öyle almışsın" filan, Himmet Ağa'yı epey bir hırpalamışlar. Demişler ki, "Bereket versin sen dünyâ malısın, elimize düşmedin" demişler, "Sonra geleceksin, sonra hesâbını göreceğiz senin". Himmet Ağa, olmuş olacağı Himmet Ağa'ya. Sonra çıkarmışlar, Himmet Ağa demiş ki, "Arkadaşlar! Ben bir baltanın sapının ve baltanın ve odun taşıdığım, odunun ipinin hesâbını veremedim" demiş.
Onun için, Kur`ân gözünü koymayınca olmaz kardeşim. Zerre kadar hayır, mükâfâtını göreceksin. Zerre kadar da şerrin cezâsını göreceksin, bulacaksın. Hemen günahlara tövbe-istiğfâr. Kötülükden, vahşetden, insanlara fenâlık yapmakdan, hemcinsine, bütün mahlûkâta fenâ yapmakdan kaçınacaksın. Senin elinden ve dilinden, gözünden ve kulağından hayır olacak, hayır gelecek. Halka öyle bir numûne-i imtisâl ol ki, iyilikden geri durma. Allah yanında iyilik zâyi olmaz. Bitdi o kadar. Hadi bir misâl daha söyleyelim, sonra geçeriz dersimize.
"Bakdım" diyor "bir soğuk günde", Cüneyd-i Bağdâdî, seyyidü't-tâife, sôfiyyenin seyyidü't-tâifesi, Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri, kaddese sırrah, "Bakdım" diyor, "bir kış gününde, soğuk bir havada", iyi dinle, kulağını benden yana ver, iyiliğin mükâfâtını gör. "Bir mecûsî", mecûsî demek ateşperest, ateşe tapan demek, "kuşlara yem atıyordu" diyor. "Kuşlara yem atıyordu, kuşlara. Gördüm onu". İrşâd için, Hazret-i Veliyyullah irşâd için dedi, "Senin yapdığın hayır bâtıldır". "Niçin Yâ Cüneyd?" dedi. "Sen Allah'a şirk koşuyorsun, mecûsîsin. Ancak bir müslümanın yapdığı a'mâl-i sâliha Allah indinde mergûb ve mahbûb olur, güzel olur. Sen Allah'a şirk koşuyorsun, yapdığın bu hayır bedâva" filan. Mecûsî, Hazret- Cüneyd'e şu cevâbı verdi, "Benim bu yapdığım hayrı Allah görüyor mu?". "Elbet görüyor" dedi. "Allah görüyorsa kâfî benim için" dedi mecûsî. "Bir müddet sonra ben Kabe'ye gitmişdim, bakdım o mecûsî, Kabe'ye gelmiş, İslâm ile müşerref olmuş, Kabe'yi tavâf ediyordu. Gitdim, tutdum elinden. Tutunca gördü, "Yâ Cüneyd, Allah benim yapdığımı gördü, bana îmân tâcımı başıma koydu" diyor.
İyilik böyle. Zerre kadar bile olsa. "Efendim, kuşlara yem atmakla olur mu" filan, bırak şimdi sen oraları, ben ondan bahsetmiyorum, senin izân ve irfânına terk ediyorum. Böyle havalarda, iyilikden geri durma ama kış gününde hayvanlar bir şey bulamazsa yardım et. Hattâ laf aramızda kalsın, başkaları beni taşa tutarlar sonra, domuzun etini yiyemeyiz, Allah haram kılmışdır ama bir domuz hayvanı olsa, susuz kalsa, su vermekle mükellefsin yani domuza. Dikkat buyur, ne konuşuyorum! Her müslümanın kafası kavramaz, sonra bana buğz eder, hoca yanlış yola götürüyor diye. Etini yemek haram, ama hayvan aç kalsa hayvana su vereceksin, ekmek vereceksin, neyse yemini vereceksin. Yemeyiz etini ama Allah'ın mahlûku. Seni insan yapdı, beni insan, onu domuz yapdı. Kendi mi tâlib oldu domuz olmaya domuz? Sen de kendin mi tâlib oldun insan olmaya? Aramızdaki fark ne acaba? Allah bana insan elbisesi, sana insan elbisesi giydirdi, ona da domuz elbisesi giydirdi. Ama etini yemeyiz, haram.
Sırası gelmişken söyleyeyim. Şimdi zamanımızda sucuklara, sosislere filan koyuyorlarmış, salamlara malamlara filan koyuyorlarmış. Geçenlerde işittim, "Kedi köpek eti yok ama domuz eti, eşek eti, beygir eti var içinde" dedi büyüklerden birisi. Rütbesi nedir bilmiyorum, makâmı nedir bilmiyorum ama büyüklerden birisi bunu söyledi. Onun için yiyeceklere içeceklere iyi bakınız. İçeri helal giderse dışarı iyi çıkar, efâliniz iyi olur. İçeri haram giderse, sonra efâliniz kötü olur. İyi değildir. Meğer insan zarûretde kalır, ölüm ânına gelir, filan filan, ayrı dava bunlar. Allahu Teâlâ'nın müsâadeleri vardır, ayrı dava. yemek içmeye çok dikkat edin kardeşim. Maddî-manevî Allah'ın men etdiklerinden kaçınınız. İçkiydi, fışkıydı, domuz etiydi, eşek etiydi filan, böyle şeylere tâlib olmayın. Bilmeyerek tâlib oluyoruz. Ama onların da yazması lâzım üzerine, "Bu sucukda, domuz eti, eşek eti, at eti var içerisinde" diye. Onu da yazmıyorlar ve müslümanlar alıp yiyorlar şimdi. Mâşâllah herkes oldu olacak. Domuz eti yemeyen kul hakkı yiyor bu sefer. Daha berbat o. Bak ne diyorum, bak ne söyledim, ne konuşdum. Domuz eti yemiyor, "Aman ha! Haramdır!" filan, bakıyorsun yetîmin hakkını yiyor herif orda. O domuz etinden daha berbat o. Sofumuz bu tarzda sefihimiz bu tarzda filan yani, orta şekerlisini bulamadık bu işin.
"وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي ve men a'râda an zikrî", her kim ki Hazret-i Muhammed'den, sallallahu aleyhi vesellem...
Beş dakka daha. Beni affedin ve hiç üzülmeyiniz, işimiz kaldı yüzüstüne filan diye. Allah burda kaybetdiğiniz vaktin ecrini size maddî ve manevî verecekdir. Hem dünyâda hem âhiretde. Kalbine bir şey gelmesin, "İşimize geç kaldık" filan diye. Patronlar! Size de söylüyoruz. Yanınızdaki bulunan adamlarınıza darılmayın, bana kızın, "Lafı uzatıyor adam" filan diye. Kahvede tavla oynasa, biraz uzatsa, ses çıkarmaz da, imam biraz fazla konuşdu mu kızıyorlar imama, "fazla uzatıyor câmide" filan diye. Geçiyoruz.
Bu âlemde i'râz-ı Kur`ân eyleyen, Hazret-i Peygamber'e uymayan, Kur`ân-ı Azîm'e sırt çevirenler, dar bir meşakkat içerisindedirler. Sâhib oldukları servetin de semeresini alamazlar ve zevk duymazlar. Allah onlara evlâd belâsı verir, kalblerine mal muhabbetini koyar. Sabaha kadar uyuyamaz, saymakla meşgûldür. Şuraya giderse, böyle çalınırsa, şöyle vergi kaçırsam, şöyle olsa, böyle gitse, falan fıstık, filan filan, sabaha kadar uykusu yokdur onun. Bir sağa döner, bir sola döner. Varlık içerisinde darlık çeker.
Ammâ "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" diyenler, i'râz-ı Kur`ân etmeyenler, Hazret-i Muhammed'e tâbi' olanlar, onlar için bu hayât, dünyâ hayâtı, cehennem ateşi gibidir. Müslümanlar için yani. Meşakkat! "Efendi, öyle müslüman var ki çok zengin". Onun için de cehennem ateşi gibi. Sana verilecek derecâtın ne olduğunu bilsen! Bütün dünyâ senin olsa, sana verilecek olan derecâtın yanında hiç bir şey mesâbesindedir. Ama bu gelip geçicidir. Âhiret teneke olsa, bu altun olsa, sen tenekeyi tercîh et, çünkü o ebedîdir, bâkîdir. Öyle değil ya! Acaba anlatabiliyor muyum ne demek istediğimi?
Cenâb-ı Hakk, bin türlü rahatsızlık verir, Allah'a tâbi' olmayanlara, Kur`ân'dan i'râz edenlere. Hele Hazret-i Muhammed'den yüz çevirenlere, sallallahu aleyhi vesellem. Efendiler! Felâh ve saâdet ve necât, Hazret-i Resûlullah'ın isrindedir. Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın çizdiği yoldan yürümekledir. Önderimiz O'dur. Bizim için iki cihânın önderidir. Cennete O'nunla girilir. Rıdvâna O'nunla erilir. Cemâlullah O'nunla görülür. Hak ve bâtıl O'nunla ayrılır. Bu dünyâ saâdeti O'na tâbi' olmakladır. Bu dünyâ felâketi O'ndan i'râz etmekledir. Âhiretin azâbı Hazret-i Muhammed'den yüz çevirmekledir. Saâdeti, selâmeti, arşın gölgesinde gölgelenmek, Resûlullah'a ittibâ' iledir, en ufak sünnetinden en büyük sünnetine. Âline, evlâdına, ehl-i beytine, ashâbına, ensârına muhabbetledir, velîlerine muhabbetledir, âlimlerine muhabbetledir, mü'min kardeşine muhabbetledir. Resûl buyurur ki, sallallahu aleyhi vesellem, "Birbirinizi sevmedikçe îmân etmiş olmazsınız". "Birbirinizi sevmedikçe îmân etmiş olmazsınız, beni her şeyinizden ziyâde sevmedikçe îmânınız kemâle ermez".Dünyâ hayâtı böyle olur. Sonra ölümü pek şiddetli olur. Korkunç! Geçiyoruz. Safha safha. Kabirde azâbı şiddetli olur, dehşetli olur. Kabir azâbı hakdır ve gerçekdir. Bak söyleyeyim, kulağınızda bulunuversin. Hemen söyleyelim, söylemeden geçmeyeceğim. Kabir azâbı neden neş'et eder? Yani insan kabir azâbına nerden mübtelâ olur? Hakdır, gerçekdir, olacakdır! Benim de senin de başına gelecekdir! Hikâye diye dinleme! Pislikden kaçınmayanlar, idrardan kaçınmayanlar, kabir azâbına dûçâr olurlar. Üstünü, başını, özünü, sözünü, zâhirini, bâtınını temizle, idrardan. Maddî idrardan, manevî idrardan temizle. Manevî idrardan temizlenmek, kînden soyunmakdır, gadabı terk etmekdir, hilmiyyeti almakdır. hasedi bırakmakdır, tevâzu sâhibi olmakdır. Sum'ayı terk etmek, riyâyı terk etmek, ihlâs ile Allah'a kul olmakdır. Manevî tahâret bunlar. Maddî tahâret de idrardan, pislikden kendini temizleyeceksin. Yapmadın, kabirde azâba mübtelâ olursun. Hep misâlleri var. Geçiyoruz.
Kabir azâbının ikincisi, anaya-babaya âk olan kimse. Yâni âkın manâsı anaya-babaya âsî olan kimse, kabir azâbına mübtelâ olur. Misâlleri vardır, geçiyoruz. İnşâallah Allah ecelden amân verirse, istikbâldeki derslerimizde konuşacağız.
Üçüncü azâb-ı kabre giriftâr olan, bir yerden lafı alıp, bir yere götürüp, iki cemiyetin arasını açan, halkın arasına fitne saçan kimseler kabir azâbına uğrarlar. Üç.Dördüncüsü. Bir rivâyetde dördüncü bir ahlâk vardır, kötü ahlâk, bir kimseye kızdığı vakit, sin-kef ile, yâhud kötü kötü böyle ağza alınmayacak sözleri söyleyen kimse kabir azâbına mübtelâ olur. Bir kötü kelâmla karşılaşırsan, hemen "hasbünallahü ve nimel vekîl" deyip ordan müslümanın uzaklaşması lâzımdır. Münâzaa yapma, dövüşmeye kalkma, karşındaki adam âdîyse sen de ona uyarsan âdîleşirsin, yüz çevir ondan.
Kabir azâblarını anlatdık, geçiyoruz. Başka yönleri de vardır. Mahşer gününde Allah haşr eder, kabrinden kaldırır, gözleri a'mâ olarak. "قَالَ رَبِّ لِمَ حَشَرْتَن۪ٓي اَعْمٰى وَقَدْ كُنْتُ بَص۪يرً kâle rabbi lime haşertenî a'mâ ve kad küntü basîra. "Yâ Rabbi ben dünyâda görüyordum, benim gözümü yaratmadın, şimdi ayağımı nereye atacağımı bilmiyorum ben". Mahşer gününde Allah muhâfaza buyursun.
Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme sordular, "Yâ Resûlallah bu "فَتَأْتُونَ اَفْوَاجًاۙ fe te'tûne efvâcâ", ne demekdir?". Amme Cüzünde, Nebe Sûresinde. "فَتَأْتُونَ اَفْوَاجًاۙ fe te'tûne efvâcâ, siz fevc fevc gelirsiniz". Fahr-i Risâlet buyurdu ki, sallallahu aleyhi vesellem, kısa keseceğim, bitiriyorum, dedi ki Peygamberimiz, "Benim ümmetim on bir sınıf üzere haşr olurlar, kabirlerinden kalkarlar".
Yakın zamanda kabirden kalkacaklar, gör. Rebî geliyor, ilkbahar geliyor. Ölü ard dirilecek, bütün gömülen tohumlar, hepsi içindeki meyvayı dışarı verecekler. Haşrı neşri bunda gör nefha-yı sûr olmadan. İsrâfîl sûra üflemeden sen haşrı neşri burda gör. Bir kısmı elsiz-ayaksız olarak, yüz üstünde sürünerek gelecek mahşere. Ümmet-i Muhammed'den bunlar yani Allah muhâfaza buyursun. "Yâ Resûlallah nasıl olur elsiz-ayaksız adam yüz üstünde sürünerek gelir?". Görmüyor musunuz yılanları, solucanları? Onların elleri ayakları var mı? Onlar, dünyâda onlara misâldir yani remizdir. On birinci kısım var ki, inşâllah benim cemâatımı öyle ümîd ediyorum. Bütün Ümmet-i Muhammed'i Allah o on birinci sınıfla haşr etsin. Yüzleri aydan nûrlu, Resûlullah önderimiz olarak, korkudan emîn olarak, meleklerin müjdesini alarak, "korkmayın, mahzûn olmayın, buyrun, ehlen ve sehlen" diye böyle arşın gölgesinde gölgelenen, Hazret-i Muhammed sallallahu aleyhi vesellemin elinden bizâtihî Âb-ı Kevser'den içen zümredir ki, Livâi'l-Hamd altında cem olan kimselerdir ki, onlar, ehl-i saâdetdirler. Ki inşâllah benim cemâatımı Allah oraya koysun, yani o zümreye dâhil etsin. Bütün Ümmet-i Muhammed'i. Ve hattâ yavrularım, gençler! Sizin bellerinizden gelecek evlâdlarınız da nûr-i îmân ile müşerref olsun, hepsi Dîn-i İslâm'da sâbit-i kadem olsunlar.
Yâ Rabbi bizi gece gündüz seni zikreden âşıklar zümresine dâhil kıl. Bizi gâfillerden ve nefislerini unutup da seni unutanlardan eyleme yâ Rabbi.
Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.
Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 6 Mart 1981(29 Rebîulâhir 1401) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.