6 Aralık 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
HUTBE
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Yâ eyyühellezîne âmenü'zkürullahe zikran kesîrâ. Ve sebbihûhü bükraten ve asîlâ. Hüvellezî yusallî 'aleyküm ve melâiketehû li yuhriceküm mine'z-zulumâti ile'n-nûr ve kâne bi'l-mü'minîne rahîmâ.
Sadakallahü'l-Azîm.
Zikrullahın a'lâlarından, en yücesi, ahkâmı eskimeyecek olan, dâimâ genç ve dinç bulunan ve kıyâmete kadar cümle mahlûkâtın hükmüne mahkûm olduğu Kur`ân-ı Kerîm'i tilâvetdir. Kur`ânı Kerîm, tahrifden masûndur ve mahfûzdur. Habîb-i Hudâ, Şefî'-i Rûz-i Cezâ sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz Hazretlerine, Cibrîl-i Emîn Nâmûs-ı Ekber vâsıtasıyla, yirmü üç senede Cenâb-ı Hakk'ın murâdı üzere ve lüzûm oldukça indirilmiş ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de bize Kitâb-ı Kerîm'i talîm buyurmuş ve Allah'dan aldığını bize tamâmen teblîğ etmişdir. Ve Kur`ân tamamlanınca da, esteîzübillah, "اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ د۪ينَكُمْ وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَت۪ي el-yevme ekmeltü leküm dîneküm ve etmemtü aleyküm bi nimetî" âyet-i kerîmesi nâzil olmuş ve Cenâb-ı Fahr-i Risâlet, o sene aramızdan ayrılmışdır.
Hattâ bu âyet nâzil olunca, yani "Sizin dîniniz bugün tamâm oldu ve nimetinizi tamam etdim" dediği vakitde Allahu Teâlâ, sahabe-i kirâm hazretlerinin birçokları işin inceliğini kavrayamamışlar, sevinmişler, dîn tamâm oldu diye. Fakat bir kenarda Hazret-i Ebâbekir'in ağladığını görmüşler. Kendisine sorulduğu vakitde, buyurmuş ki, "Bir şeyin kemâli zevâline işâretdir. Resûlullah bize kelâmullahı teblîğ eden memûrdur. Allah'ın kitâbı tamâm olmuşdur, dîni ikmâl olmuşdur. Öyleyse aramızdan ayrılacakdır. Buna işâret vardır bu âyetde".
Evet, her şeyin kemâli zevâline işâretdir. Her şeyi tamâm etdiğin vakitde, artık rahatlık bekleme. Çocuğu evlendirdin, kızı kocaya verdin, evini yapdırdın, dükkanını tezgahını yapdırdın mı kapıya teneşir dayanır. Her şeyin kemâli zevâline işâretdir. Onun için bize lâzım olan, hemen Allah'a kulluk ve Hakk'dan korkmak ve Allah'ı sevmekdir. Allah'ı sevmek, Allah'dan korkmakdan daha evvel gelir. Önce muhabbetullah, sonra ittikâ gelir arkasından.
Allah Dâvûd Peygamber'e demiş ki, "Yâ Dâvûd, beni sev, beni sevenlerle ol, beni kullarıma sevdir". Dâvûd Nebî demiş ki, "Yâ Rabbi, biliyorsun kalbimi, seni severim, senin sevdiklerinle de beraber olurum ama seni sevdiremem, o kudret benim elimde değil" deyince Cenâb-ı Hakk buyurmuş ki, "Benim kullarıma verdiğim nimetleri kullarıma hatırlat, o vakit onlar beni sevecekler" dedi.
Görüyorsun ya, göz verdi gösterdi, el verdi tutdurdu, ayak verdi yürütdü, beyin verdi düşündürdü. Düşün meselâ, bir adam fil kadar kuvvetli, her şeyi yerinde olsa, aklı olmazsa, onu tımarhâneye götürürler, değil mi? Hakk'ı sevmeyecek misin?
Dâimâ söylüyoruz, külâhı verene teşekkür ediyorsun da külâhı giymek için sana kafayı veren Allah'a teşekkürün yok mu? Pantolonu verene teşekkür ediyorsun ama pantolonu giyecek bedeni veren Allah'a teşekkür ve secde etmeyecek misin? Velhâsıl, Allah'ı sev. Allah'ı sevenler kaybetmediler. Hakk aşkıyla yananlar, onlar, ebedî saâdete, selâmete erdiler. Kim kimi severse onunla beraber olduğundan dolayı, hadîs-i şerîfin meâli, Allah'ı sevenler, Allah ve Resûlü ile beraber oldular, "ف۪ي مَقْعَدِ صِدْقٍ عِنْدَ مَل۪يكٍ مُقْتَدِرٍ fî mak'adi sıdkın 'inde melîkin muktedir" sırrına erdiler.
Şimdi, Kur`ân-ı Kerîm'in tilâveti de yani okunması Kur`ân-ı Azîmüşşân'ın zikrullahın a'lâlarındandır. Namaz, zikrullahın fiilen en yüce ifâdesidir. "وَلَذِكْرُ اللّٰهِ اَكْبَرُۜ ve le zikrullahi ekber" demiş Allahu Teâlâ Hazretleri. Zikrullah her şeyin fevkinde. Namaz ki islâmın rüknü ve temellerinden biri ve dînin direği ve Resûlullah'ın gözü nûrudur ve Allah'a mi'râcdır, mü'minin mi'râcı olan namaz, zikrullahın vücûden gösterilmesidir.
Kur, ân-ı Mübîn'i tilâvet etmek, zikrullahın a'lâlarından. Fakat yalnız, mücerred okumakla değil. "Arapça olduğu hâlde okuyoruz, bunda bir ecir var mı bize?". Evet, zikrullahdır, sevâba nâil olursun. Ama okumanın güzeli, okuduğun âyet-i kerîmeyi anlayacaksın ve kendini okuduğun âyât u beyyinâta tâbi kılacaksın, onun nûruyla nûrlanacaksın. Kur`ân'ı okuyorsun, Kur`ân sana, "Gıybet etme" diyor, sen gıybete devâm ediyorsun, sen Kur`ân'ı okumuş olmazsın. Onun için Cenâb-ı Peygamber buyurmuşlar ki, "Rubbe tâlin yel'anühü'l-Kur`ân, kıyâmet gününde bir çok Kur`ân-ı Kerîm okuyana Kur`ân lanet eder". Ne demek? Ahkâmını tutmuyor, emirlerine imtisâl etmiyor, nehiylerinden kaçınmıyor ama Kur`ân'ı okuyor mütemâdî sûretde. O istihzâ gibi olur. Öyle yapmayacağız. Kur`ân-ı Kerîm'i okuyacağız, anlamadığımız hâlde, Arapça olarak okuduğun vakitde zikrullah etmiş oluyorsun, fakat Allah'ın emirlerine itâat, nehiylerinden ictinâb etmen lâzım, böyle olmazsa olmuyor. Yani perhizsiz ilaç alırsan faydası olmaz. Hem perhize devâm edeceksin yani Allah'ın nehiylerinden kaçınacaksın, hem ilaca devâm edeceksin yani Allah'ın emirlerini tutacaksın ki şifâyâb olasın. Kur`ân şifâdır.
Şerîatın emirlerini söyleyelim biraz. Kur`ân-ı Kerîm'i bir adam abdestsiz olarak yani namaz abdestsiz olarak ezberden okuyabilir, eliyle tutamaz. Cünüb iken Kur`ân-ı Kerîm okunmaz, ezbere de okuyamazsın. Yalnız cünübken bir adam, "Bismillahirrahmânirrahîm", "Lâ ilâhe illallah Muhammedü'r-Resûlullah", "Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed", "Elhamdü lillahi rabbi'l-âlemîn", "Eşhedü en lâ ilâhe illallah" diyebilir. Ama Kur`ân'dan bir sûre okuyamaz. Sûre-i Fâtiha'yı duâ niyetiyle okuyabilir. Abdestsiz Kur`ân okunur, elle tutulmaz. Cünübken Kur`ân hiç okunmaz. Zâten bir mü'mine cünüb gezmek yakışmaz.
Cünüblük kısım kısımdır. Şerîatde cünüb, cenâbet olmak, insanın zevk ile erkeklik suyunu dışarı çıkarmasıdır. Hakîkatde cünüb olmak, Allah'ı unutmakdır.
Hattâ İmâm-ı Şâfiî ile rahimehullah, İmâm-ı Ahmed ibn Hanbel geliyorlarmış, Şeybân-ı Râî Hazretleri oturuyorlarmış. Demiş ki Ahmed ibn Hanbel Hazretleri İmâm-ı Şâfiî Hazretlerine...
Bu dört imâm, bu dînin dört direğidir. Yani İmâm-ı A'zam denildiği vakitde, mahalle imâmı değil o. İmâm-ı Şâfiî de mahalle imâmı değil. Onları küçük gören, kendi küçüklüğünü söyler, cehlini söyler. Meselâ İmâm-ı A'zam. İmâm-ı A'zam ve İmâm-ı Muhammed, İmâm-ı Züfer ve İmâm-ı Yûsuf'un üstâdı olduğu gibi, Marûf-ı Kerhî nâmındaki evliyâullahın da hocasıdır. Marûf-ı Kerhî, Süreyr-i Sakatî, Cünyed-i Bağdâdî ve nice evliyâullah Hazret-i İmâm-ı A'zam'dan ders okumuşdur.
Hattâ kerâmâtından bir tânesini söylemeden geçemeyeceğim, şimdi zuhûr etdi. Bir gün talebeleri huzûrda otururlarken, İbrâhim Edhem Hazretleri, meşhûr İbrâhim Edhem evliyâullahdan, İmâm-ı A'zam'ı ziyârete gelmiş. İçeri girince Hazret-i İmâm-ı A'zam ayağa kalkmış kendisine. Talebeleri şaşırmışlar, böyle bir ilim deryâsının, İbrâhim Edhem gibi bir sôfîye, bir dervîşe ayağa kalkması taaccüblerine gitmiş.
Bu İmâm-ı A'zam ki, a'zam onun lakabı yani halk tarafından verilen isim, büyük imâm demek a'zam, ismi değil yani. Pederi İmâm-ı Ali'ye hizmet etmiş, Esedullah'a. Hazret-i Esedullah, "Senden bir evlâd gelecek bu dîni ihyâ edecek" demiş ve duâ buyurmuş İmâm-ı A'zam'a, Şâh-ı Velâyet Efendimiz Hazretleri. Onun üzerine dört kıtada, bin iki yüz seneden beri onun hükmüyle hükmolunmuşdur. Gazâlar, muhârebeler, taksîmât, bütün ahkâm-ı şerîyye onun. Dört kıtada! Ve ekseri fâtihler onun mezhebinde bulunanlardır. Ekseri büyük kumandanlar. Meselâ Fâtih İstanbul'u fethetmiş, Hanefî Mezhebindendir kendisi. Hazret-i Mevlânâ, Hanefî Mezhebindendir. Hazret-i Abdülkâdir, dört imâmdan birine müntesib. Evvelâ Şâfiî imiş, Kabetullah'a gitmiş bakmış ki, Hanbelî mezhebi azalmış, onun cemâati azdır, iki bin mürîdiyle ona ittibâ etmiş ki o mezhebi ihyâ eyleye.
Hazret-i İbrâhim Edhem'e hürmet edip, "Buyrun" demiş, oturmuşlar. Talebeleri buna bir manâ veremiyorlar, ve kalblerinden şunu geçiriyorlar : "Evet, bu Belh sultânı idi, sultanlığını bırakdı, bir dervîş oldu, Allah'a teslîm oldu filan fakat İmâm-ı A'zam'ın yeri, makâmı ayrı. O bir ilim deryâsı, nasıl ayağa kalkıyor?". Kafalarında bir istifham talebelerin. İyi dikkat buyurunuz! Kerâmâtından bir tânesi. O aralık, bir zât içeri girer ve İmâm-ı A'zam'a mürâcaat eder. "Benim bir zâtda alacağım var Yâ İmâm" der, "bu alacağımı bu zâtdan nasıl alabilirim?". Hazret-i İmâm-ı A'zam buyurmuşlar ki...
Gençler rahat oturunuz. Bağdaş kurun. Yorulursan dinleyemezsin beni sonra. Anlamazsın, zevk alamazsın. Ayağını kıbleye uzatma, rahat rahat otur. Sonra namazda toparlanırsın.
"Nasıl alırım alacağımı?" diye sorunca İmâm-ı A'zam ona demiş ki, "Senedin varsa senedini ibrâz eyle kadıya, o zâtı çekerler, senin hakkını alır, sana verirler. Senedin yoksa, parayı verdiğin vakitde şâhidlerin varsa, o şâhidleri davet et mahkemeye, kadı senin paranı o adamdan alır, sana verir" demiş. Dedikden sonra, "Bir de şu Hazret'e sor" demiş, İbrâhim Edhem'i göstermiş İmâm-ı A'zam, "Bir de Hazret'e sor" demiş. İşin güzeli orada. O zât İbrâhim Edhem'e sormuş. İbrâhim Edhem buyurmuşlar ki, "Vermiş olduğun parayı sen bu adamdan almasan, bütçen bozulur mu?". "Bozulmaz". "Fakr u zarûrete düşer misin?". "Hayır". "Aç mı kalırsın?". "Hayır". "Öyleyse bağışla" demiş. Deyince İmâm-ı A'zam talebelerine dönmüş, "Az evvel benim bu Hazret'e ayağa kalkmama taaccüb etmişdiniz, işte bu fazîletinden dolayı ayağa kalkdım kendisine".
Efendim, "Bu ulemâ-i zâhir, bu ulemâ-i bâtın" diye ayıranlar, bilmezler ki, "هُوَ الْاَوَّلُ وَالْاٰخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُۚ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ hüve'l-evvelü ve'l-âhirü ve'z-zâhiru ve'l-bâtın ve hüve bi külli şey'in alîm". Zâhir âlim dediğin Resûlullah'ın risâletini teblîğ eyleyen, bâtın âlimi dediğin Resûlullah'ın hâlini teblîğ eyleyendir. Birisi Resûlullah'ın velâyet sıfatının vârisi, birisi Peygamber'in risâlet sıfatının vârisidir. Bunları ayırıp birbirine düşürmek katiyyen doğru değildir. Meselâ İmâm-ı Şâfîi rahimehullah Hazretleri, kutubdur kendisi ve Kureyşî'dir ve Resûlullah'a intisâbı vardır, âile bakımından. Bunların velâyetleri bâtında, ilimleri zâhirdedir. Hazret-i Abdülkâdir gibi, Ahmed er-Rıfâî gibi, ve sâir evliyâullahın, pîrânın da kerâmâtı zâhir, ilimleri bâtındadır. Onun için bu gibi ulemâ-yı benâm hazerâtına dil uzatmak katiyyen doğru değildir. Ulemâ deyince, kendimi söylemiyorum, büyük âlimleri kasdediyorum. Bunların nihâyeti iyi olmaz. Onun için dillerinizi böyle şeyden beri tutunuz ve istiğfâr ediniz. Onların hepsi birer hidâyet yıldızıdır ve Mevlûd-i Muhammedî'den zuhûra gelen insanlardır. Peygamberimizin doğumu ile Mevlûd-i Peygamberî başladı, onunla bitmedi iş. Resûlullah doğdu, o Mevlûd-i Peygamberî kıyâmet gününe kadar devam edecek. Bütün âlimler, kâmiller, fâdıllar, hepsi Mevlûd-i Muhammedî'dendir. Hazret-i Muhammed'den alınan nûr ile onlar ihyâ olunmuşlar ve kâinâtı ihyâ etmişlerdir.
Şimdi geliyoruz.
Demiş ki İmâm-ı Ahmed, "Soralım Şeybân-ı Râî'ye". Demiş ki İmâm-ı Şâfiî, "Hazret'in canını sıkmayalım". "Yok" dedi, "istifâde ederiz" dedi ve sordular, "Gusül ne vakit lâzım gelir?" dediler. Hazret, "Size göre mi bize göre mi?" dedi. "Efendim niye ikiye ayırıyorsun?" dediler. "Ben demek istedim ki şerîat üzere ve hakîkat üzere". Buyurdular ki, "Şehvetle suyun çıkması yani menînin çıkmasıdır, ondan size gusül lâzım gelir. Bize göre Allah'ı unutduk mu gusül lâzım gelir" dedi. İki. "Sehiv secdesi ne vakit lâzım olur?" diye sordular. Gene Hazret, "Size göre mi bize göre mi?" buyurdular. "Efendi, size göre bize göre olur mu?" dediler. Merâtibi anlatıyoruz, ayrı bir şey değil birbirinden. Mertebe bunlar. "Size göre farzın tehîri ve vâcibin terk ve tehîrinden secde-i sehiv lâzım gelir. Bize göre, biz namazı yeninden kılarız. Öyle yanlışlıkla, terkle, tehirle kıldığımız namazı iâde ederiz" dedi. Gene sordular kendisine, "Zekât kaçda kaçdır?" dediler. "Size göre mi bize göre mi?". "Size göre kırkda birini vermek, bize göre hepsini vermek ve üzerine de kelleyi vermek". Zekât, Allah'a teslîm olmak. Çünkü Allah ile alışverişdir. Allah mü'minlerle iştirâ etdi, nefisleriyle, mallarıyla.
Üzkurullah!
Geçen hafta size anlatmış idi. Bir adam abdestsiz Kur`ân okursa, câizdir. Ecri, bir harfine on sevâbdır. İnşâallah haftaya gene aynı şeyden bahsedeceğim. Vakit dar olduğu için sizi fazla oyalamayayım. Abdestsiz Kur`ân okuyan kimseye, her harfine on sevâb verilir. Yani "Bismillahirrahmânirrahîm" dediğin vakitde, "Be" harfine on, "Sin" harfine on, "Mim" harfine on, "Elif" harfine on, "Lâm" harfine on, "He" harfine on, diğer harflerde kezâ böyle, her harfine onar sevâb verilir. Abdestsiz Kur`ân okuduğu vakitde, her harfine on sevâb verilir. Cünübken Kur`ân okunmaz. "Bismillah" okunur.
Şerîatın bazı hükümleri bunlar, söylemek mecbûriyetindeyiz. Bir çok adam şerîatı bilmeden hakîkate, marifete gitmeye çalışıyor, Yûnus olmadan Yûnus oluyor. Abdülkâdir'in dervîşlerinin ayağının türâbı olmadan, Abdülkâdir'le boy ölçüşmeye kalkıyor. Sakın hâ! Bunlar İblîs'in yapdığı iğvâlardır. Sen Abdülkâdir'i gökyüzünde güneşi baklava tepsisi kadar gördüğün gibi zannediyorsun gâliba. Öyle senin gördüğün gibi değil. İmâm-ı A'zam da öyle, İmâm-ı Şâfîi, İmâm-ı Mâlik de öyle. Sen kendi görüşüne göre görüyorsun, bu kadar görünüyor güneş değil mi? Halbuki dünyâdan kaç bin kat büyükdür o. Yaklaşdıkça öğrenirsin, bilirsin. İnsan okudukça cehlini anlar. Cehlini bilen adam, âlimdir. Cehlini bilmeyen, kendisini âlim zanneden, câhildir. Ona cehl-i mürekkeb derler.
Abdestsiz okunan Kur`ân-ı Kerîm'in her harfine Allah, on sevâb verir. Abdestsiz Kur`ân tutulmaz. Cünübken Kur`ân okunmaz. Tekrar ediyoruz. Abdestli Kur`ân okursan, bir harfine elli sevâb verilir.
Abdest yalnız abdest uzuvlarını yıkamakdan ibâret değildir. Bunlar şerîatın zâhirî emirleridir. "يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا قُمْتُمْ اِلَى الصَّلٰوةِ فَاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ وَاَيْدِيَكُمْ اِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُوا بِرُؤُ۫سِكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ اِلَى الْكَعْبَيْنِۜ". Âmennâ ve saddaknâ. Bir de bâtın abdesti var. Ağzına su verdiğin vakitde, zâhirde ağzını yıkayacaksın, hakîkatde şöyle niyet edeceksin, "Yâ Rabbi sana karşı yalan, gıybet, insanları kırıcı dökücü, evliyâullahı incitici sözler söylemeyeceğim" diyeceksin. Burnuna su verdiğin vakitde, zâhirde burnundaki pisliği temizleyeceksin, hakîkatde "Yâ Rabbi, bana iyi kokuları koklat, şemme-i Muhammedîyi duyur, Kur`ân'dan zevk alayım ben, Kur`ân kokusu alayım, cennetin kokusunu buradan duyayım" diyeceksin. Yüzünü yıkadağın vakitde, "Beni kâfirlere yüz suyu dökdürme Yâ Rabbi, yüzümü nûr-ı islâm ile süsle, kıyâmet gününde kâfirlerin yüzleri kararırken benim yüzüm nûr içinde olsun, eser-i Muhammed bulunsun benim yüzümde" diyeceksin.
Yalnız yüzümüzün zâhirini yıkamak değil. Öyle olsa, ecnebiler günde üç defa beş defa banyo yapıyorlar. Sen, ben korkuyoruz, toprakdan halk olunduk, dağılacağız diye ama onlar yıkanıyorlar. Hem de dinlerinde yok yıkanmak. Bu yıkanmak, nimetullah. Allah bize zorluk için vermedi abdesti, nimet olarak verdi. Kıymetini bilmiyoruz islâmın. Geçiyoruz.
Kollarını yıkarken, "Yâ Rabbi, senin rızân olmayan yere elimi uzatmayacağım" diye Allah'a söz vereceksin. Başına mesh etdiğin vakitde, "Yâ Rabbi, senin dînini, îmânını başıma sertâc etdim, bu tâc-ı îmânı benim başıma koydun, benim başımdan bu tâc-ı îmânı kaldırma, beni kapından İblîs gibi sürme, îmânsız etme" diye Allah'a yalvaracaksın. Ayağını yıkadığın vakitde, zâhire ayağını yıkayacaksın, hakîkatde, "Kötü yerlere gitmeyeceğim" diyeceksin, Allah'a söz vereceksin. Abdest, bu. Böyle abdest al. O vakit, abdestli okuduğun Kur`an'ın her bir harfine elli sevâb verilir. Ve Kur`ân'a bakan yüzler, Kur`ân'ı okuyan gözler, Kur`ân'ı tilâvet eyleyen diller, nâr-ı cahîmde yanmaz, ateş söner Kur`ân'ın nûruyla. Hattâ Ümmet-i Muhammed sırâtdan geçerken, cehennem nidâ eder, "Ey Muhammedî, üstümden süratle geç, zîrâ nûr-ı îmân, nûr-ı Kur`ân beni söndürüyor" der. Kur`ân ile süsle, yüzünü, gözünü, özünü.
Üç. Namazda Kur`ân okursan, her bir harfine yüz sevâb verilir. Belki de Allah ad'âf u mudâ'af kılar. Ama imâm efendi biraz namazı uzatsa hemen biz imâmı tahtie ederiz, "Amma da namazı uzatıyor hâ" diye filan. Sen daha hayrın şerrin nerede olduğunu bilmezsin. Zulmetin, nûrun ne olduğunu farketmezsin. Sana güzel gelen şey, Hakk katında çirkin, çirkin gördüğün şey, Hakk katında pek güzeldir. Onu sezersen eğer, yani Kur`ân gözlüğünü gözüne koyarsan, o vakit Âdem'e lâyık evlad olacaksın. Yoksa Darwin Nazariyesine göre maymun evlâdı olursun sonra. Âdemzâde olduğunu anlamak istiyorsan Kur`ân'ı gözüne gözlük et ki hayrı şerri, zulmeti nûru, dalâleti hidâyeti öğrenesin. Çünkü Kur`ân fârıkdır, küfr ile îmânı ayıran odur. Furkândır çünkü. O vakit Âdem'e lâyık evlâd olursun.
Bu âlem gelip geçicidir. Masan, kasan ref' olacak, rütben mülgâdır, rütben kaldırılacak. Yakın bir zamanda hiç olursun. Mallar, mülkler, câhlar, şöhretler, hepsi burada kalır. Hiç birinin faydası olmaz. Belki yapdığın iyilikler, a'mâl-i sâlihâtın yoldaşın olacak. Eğer sâhib olduğun masa, kasa, rütbeyi kötüye kullandıysan başına belâ olacakdır. Yakın bir zamanda! Kıyâmet günü gelmeden Allah'a tövbe et, rücû eyle. Nedâmet, feryâd günü var, elleri ısırma günü var, saçları sakalları yolma günü vardır. O güne kıyâmet günü derler. Hattâ daha evveli var, ölüm günü. Ölüm günü, gözünün nûru söner, var zannetdiğin şeyler elinden çıkarılır, yok zannetdiğin şeyler meydana gelir. Dostların, ahbâb u yârânın senin cenâzene tâbi olurlar. Seni sevenler, iki katre gözyaşı dökerler, hüzünle. Seni zâhirde sevip de senden menfaatlenenler, senin yerine göz koyanlar da, sevinç gözyaşı dökerler. Sanki kendileri ölmeyecekmiş gibi. Halbuki ne ona kalır, ne ona. Ne güle kalır, ne bülbüle. Her gelen buradan gider. Buraya gelip de Allah Resûlüne tâbi olanlar, o âlemde sultân olurlar. Allah'ın dînine sâhib olanlar, o âlemde ebedî saâdete erişirler. Yoksa bunların hepsi gelip geçicidir, el kirinden başka bir şey değildir. Nedâmet günü gelmeden, feryâd figân günü gelmeden, yevm-i cezâ gelmeden, mazlûm zâlimin yakasına sarılmadan, enbiyâullah size ve bize düşman olmadan, küffâr-ı hâkisâra enbiyâullah düşmandır kıyâmet gününde, aralarında münâzaa olur, o günler gelmeden evvel, tövbe istiğfâr eyle.
Seni Allah öyle bir tâlihli halk etmiş ki, sana Kitâb-ı Kerîminde, "yâ eyyühellezîne âmenû" diyerek sana bir rütbe vermiş ve seni sevgili Muhammed'ine bağışlamış, O'na ümmet etmiş ve kendine kul etmişdir. Bundan daha büyük nimet olamaz, en büyük nimet budur. Kur`ân'ı oku ve emirlerine riâyet et, nehiylerinden kaçın. İnşâallah haftaya gene anlatacağız, aynı şeylerden konuşacağız biraz daha. Sakın seni İblîs kandırmasın, "Namazda ne varmış, kalbin temiz olsun, vücûdun semiz olsun" diye kendi kendini kandırma.
İslâm dîninin temeli beşdir. Birisi Kelime-i Şehâdet'dir ki, "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûluh", bu kelime-i tayyibe, cennetin sekiz kapısını açar, matlab-ı a'lâya erişirsin, iltifât-ı ilâhiyyeye ulaşırsın, Hakk'ın kudret elinden şarâb-ı aşkı nûş edersin. Gene bu mübârek kelime bir kiliddir ki cehennemin yedi tabakasını kilitler, sana cehennemi harâm eder. Bunun kıymetini bil.
Sonra beş vakit namazını kıl. Kimseyle uğraşma. Kînini dîne çevir. Gadabını hilmiyyete tahvîl et. Allah için sev, Allah için sevme. Allah için buğz et, Allah için buğz etme. Nefsin için sakın bir şey yapma. Nefs insanı nâra götürür. "وَمَٓا اُبَرِّئُ نَفْس۪يۚ اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ vemâ überriü nefsî inne'n-nefse le emmâretün bi's-sûi". Nefsin için sakın düşmanlık yapma. Allah'a, dînine, vatanına, mukaddesâtına ihânet etdiyse, Allah için ona düşmanlık yap. Sana yapılan şahsî hakâretleri affet. Kînci olma sakın hâ! Kîni olanın dîni olmaz. "Men lehû kînün leyse lehû dînün". İslâm ol. Elinden, dilinden bütün mahlûkât sâlim olsun senin. Resûlullah öyle söylüyor. "Yâ Resûlallah, mü'mini tarîf et" demişler, "Halk onun elinde ve dilinden sâlimdir" buyurmuş. Kimseyi ne eliyle incitir ne diliyle. Helâl yer. Helâldan kazandığını infâk eyler. Alnının terinden zevk duyar. Gözyaşı silmekden zevk alır. Yetîm başı okşamakdan haz duyar. Sana îmân alâmetleri veriyorum. Îmânım var mı yok mu diyorsan, bu lezzetleri duyuyorsan, îmândan halâvet almışsın, tat almışsın. Yok böyle olmayıp önüne geleni ısırır, arkana geleni tepersen, kendini en yüce adam görürsen, benden daha sofusu yok, cennete ben gireceğim, bunlar cehennemlik" dersen, o vakit ucuba kandın, "اَنَا۬ خَيْرٌ مِنْهُۜ ene hayrun minh" diyen evvelâ Şeytan'dır. Şeytan, "Ben Âdem'den hayırlıyım" dedi. Sakın kendini başkasından hayırlı görme.
Ancak Allahu Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri seni bir makâma erişdirir ki o vakit sen her şeyi farkedersin. Tohumları seçersin yani. İnsanlar tohuma benzer. Hangimizin içerisinde ne olduğu bilinmez, ancak tohumdan anlayan bahçıvan olursa o anlar. Öyle bir bahçıvan olursan insan bahçıvanı o vakit seçersin. Binâenalâzâlik toprağı biçecekler, içindeki bulunan nüve meydana çıkacak. Elimizi öpenler kıyâmet gününde yüzümüze tükürecek. "Yâhu seni biz adam zannetdik, arkanda namaz kıldık, elini öpdük, tüüü sen ne rezil kepâze herifmişsin!" diyecek. Ondan korkuyoruz. Bilmiyoruz içimizde ne var. Biliyor musun içini? Tohum gibisin, ekileceksin, meyva vereceksin yani. Hangisi ısırgan, hangisi diken, hangisi karanfil, hangisi gül meydana çıkacak. Yakın bir zamanda olacak bu. Yani senin manân meydana çıkacak. Seni kabre ekecekler de karanfil çıkacak değil, ısırgan çıkacak değil. Aklına öyle gelmesin. O vakit kendini bilirsin. Allah'a kurbiyyeti o vakit anlarsın. Allah'a kulluk ne demekdir, Peygamber'e muhabbet, yakınlık ne demekdir o vakit anlayacaksın. Allah'ın imtihanı da bunun içindir. Seni sana bildirmek içindir. Seni gâfillere bildirmek içindir.
Onun için Cenâb-ı Hakk'dan kork. İstiğfâr eyle. Günde yüz defa istiğfâr eyle. İstiğfârın manâsı Allah'dan mağfiret, yardım, af taleb etmekdir. İstiğfâr et. İş bulamıyorum, para kazanamıyorum dersen, istiğfâr eyle. Kazancımın bereketini bulamıyorum dersen istiğfâr eyle. Çocuklarım âsî, karım bana karşı geliyor dersen, istiğfâr eyle. İstiğfâra devâm et, Allah her şeyi düzeltecekdir ama istiğfârında sâbit ol, istiğfârın kıymetini bil.
Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sıratin müstakîm.
Efendi Hazretleri, maalesef târihini tesbit edemediğimiz bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.