Kurban : Ahkâmı, Âdâbı ve Esrârı

16 Haziran 2024 tarihinde yayınlanmıştır.

Muzaffer Efendi
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazzretleri bir Kurban Bayramı Vaazlarında buyurdular ki :
Şimdi gelelim kurban mes'elesine. Peygamber sallallahu aleyhi veselleme Allah emretdi, Peygamber'e farz oldu. Peygamber'e farz olan şey bize bazen vâcib bazen sünnet olur. Delîlleriyle sâbit, ulemânın tasdîkiyle. Şimdi, mü'minler Cenâb-ı Hakk'ın Peygamberine vermiş olduğu bu emr-i celîli, ne yapacaklar, bu emri yerine getirecekler.
Kimler getirecek bunu? Bulûğa ermiş, erkek olsun kadın olsun, parası var, zengin, yani nisâba mâlik olan kimseler, zekât verdikleri gibi kurban da kesecekler. Zekâtda yalnız para eline geçdiği vakitde, yani yirmi miskal altın, üzerinden sene geçmesi lâzımdır. Kurbanda sene geçmek lâzım değildir. Meselâ bugün elimize yirmi miskal altın geçsin, ya iki yüz dirhem gümüş, yâhud ona muâdil olan para geçsin, üzerinden bir sene geçmesi lâzım zekât vermek için. Bir sene geçdiksen sonra zekât verilir. Kurban böyle değil. Diyor Cenâb-ı Peygamber, "Hâli vakti yerinde olup da kurban kesmeyen ister hıristiyan olarak, ister yahudi olarak ölsün" diyor. "Bizim mescidimize gelmesin" diyor Peygamber. Büyük tehdid var. Geldiği vakitde o gün kurbanı kesecek, sene beklemek yok. 
Hindiden kurban olmaz, tavukdan horozdan kurban olmaz, balıkdan kurban olmaz. Keçiden olur. Sığırdan olur. Deveden olur. Mandadan olur. Koyun cinsinden olur yani koç yâhud dişi koyun. Yalnız sağlam olması lâzım. Böyle gözü kör, ayağı topal filan olmaz. Sakat olmayacak. Kurbanın manâsı, Allah'a kurbiyyetdir, yaklaşmadır. Kurban kesen, Hakk'a kurbiyyet peydâ eder. Hattâ o kadar sevâbı var ki, Cenâb-ı Âişe Ümmü'l-mü'minîn'e diyor ki Efendimiz, ona hitâb ederek bize söylüyor, "Yâ Âişe, kurbanın kesildiği vakitde başında bulun. Kurban kesildiği vakitde ilk kan daha yere düşmeden Cenâb-ı Hakk bütün suçlarını affedecek". Ümmü'l-mü'minîn'de suç olmaz. Resûlullah'ın şerefidir çünkü. Orada hitâb bizedir. Hazret-i Âişe'ye hitâb etdi, bize öğretmek için. 
Kurbanı iterek kakarak değil, hattâ mümkün olsa, fî zamâninâ mümkün olmuyor, üç dört gün evvel almak lâzım, kurbanı eve getirmek lâzım, ona bakmak, hizmet etmek lâzım. Yıkamak lâzım, süslemek lâzım hayvanı. Ve ona iyice bir yem yedirmeli, evde misâfir etmeli sonra kesmeli. Bıçak keskin olmalı. Kesen müslüman olmalı. Keserken Besmele çekmeli. Meselâ bir müslüman kasden Besmele'yi terk ederse kesdiği kurban yenmez. Bir hıristiyan islâm şerîati üzerine kurbanı kesse  yenir, bir yahudi kesse yenir de, bir müslüman kasden Besmele'yi terk etse, onun kesdiği yenmez. Kıbleye karşı çevirilir. Gözleri bağlanır. Ayakları bağlanır. Bıçak hayvana gösterilmez. Çünkü müslümanlık dînî, şefkat ve merhamet dînidir. "Peki Efendi, hayvanı niye kesiyoruz". İşte o hayvanı kesmek ona şefkat göstermekdir. Çünkü kurbanı yediğimiz vakitde vücûdumuza kalb olacak, insan olacak yani. Ve ebediyyete gidecek insanla beraber. Hayvanı kesmeyip öldürmemek, bırakmak böyle, ona ihânet. Öldü, toprak oldu gitdi. İnsan yediği vakitde, o mevâd insana tahvîl edilecekdir. Tahvîl olduğu vakitde, Cenâb-ı Hakk'a secde eder, mü'minle beraber. Onun için bütün mahlûkât-ı ilâhiyye ve bütün mevcûdâtda bulunan nimetler hepsi mü'minlerin kendilerini yemesini Allah'dan istiyorlar, "Yâ Rabbi bizi mü'minler yesinler, onların vücûdlarına kalb olalım da sana secde edelim" diye. Hepsi secdedeler Allah'a, o ayrı. Bir de mü'minin vücûduyla yapılan secde var. 
Kıbleye karşı çevirilir hayvan, yer müsâidse. Müsâid değilse, o vakit başka tarafa çevirmek de câiz olur. Ama esas böyle. Gözü kapanacak, ayakları bağlanacak. Üç defa tekbîr edilir. Ondan sonra kesilir. Keskin bıçak olması lâzım. Sonra hayvan soyulur, üçe taksîm edilir. Bir kısmını hânene bırakırsın. Kemiklerini, derilerini, hiç bir işe yaramayan yerlerini fukarâya verirsin! Öyle değil! "لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتّٰى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَۜ len tenâlü'l-birre hattâ tünfikû mimmâ tuhibbûn". İnsan sevdiğini vermedikçe, sevdiğine nâil olamaz. Arzu etdiğini, canının sevdiğini fukarâya vereceksin. Fukarânın eline verilen sadakât, Allah'ın yedine verilir. 
Hattâ Cenâb-ı Hakk buyurmuş ki Mûsâ Peygamber'e, "Yâ Mûsâ, sana ben hazîne-i ilâhiyyemi göstereyim mi?" demiş. "Göster Yâ Rabbi". Açmışlar. İşte etsiz kemikler, altı delik ayakkabılar, kıçı delik pantolonlar, kokmuş yemekler filan. "Bunlar ne Yâ Rabbi?". "Kullarıma ben tâzesini veririm, iyisini veririm, onlar bana bunları verirler" demiş. "Yarın önlerine koyacağım âhiret" demiş. 
Üçe ayıracaksın. İnsâfı elden bırakma. Bir kısmını çoluğuna çocuğuna ayırırsın. Bir kısmını konu komşuna, hısım akrabâya. Hâli vakti yerinde olsa dahi verilir, hediye olarak. Üçüncü kısmı fukarâ-yı müslimîne tasadduk edilir. Bu bir yardımdır.

Sonra, derilerini de Tayyare Cemiyetine, Türk hava Kurumuna verebilirsiniz, câizdir. Ama almıyorlar. Kaç defa biz öyle ilân etdik, sakladık filan, gelen giden yok, bayramın dördü oldu, kurtlandı, kokdu, kaldırdık çöp tenekesine atdık sonra. Halk deriyi ne yapacak zâten. Evine posteki mi koyacak. Sararsın güzelce, tuzlarsın filan, gösterdiler televizyonda da, devletine verirsin. O tayyârenin ne demek olduğunu, düşmanla çarpışma vakti geldiği vakit anlarsın, askerin ne olduğunu. İzmir'e Türk ordusu girdiği vakitde, beyaz sakallı hocaefendiler, beyaz sakallı beli bükük şeyh efendiler, askerlerin çizmelerini öpdüler. Öyle hakâret gördüler ki kâfirlerden. Senin ne dînini tanır, ne îmânını, ne câmini tanır, ne Allah'ını tanır. Onun için ver devletine, çürümesin. Çünkü sen onu kurutup da posteki yapamazsın. Hiç birimiz postekiyi kurutup da evimizde postekinin üzerinde oturmayız. Oturduğunuz var mı evlerinizde? Tekkede oluyor bizim bazen burada, gene sizin altınıza koyuyoruz postekileri. 
www.muzafferozak.com
Listeye geri dön