27 Haziran 2023 tarihinde yayınlanmıştır.
Cenâb-ı Hakk ve Feyyâz-ı Mutlak ve Rabbü'l-Felak Hazretleri cümlemizi Kabetullah'da, Beytullah'ı tavâf eyleyen, Safâ'da safâ bulan, Merve'de mürüvvete eren, zümre-i âşıkâna cümlemizi dâhil eylesin. Cümlemize halîliyyet libâsını ilbâs eyleye. Ve cümlemizi Cenâb-ı Hazret-i İsmâil aleyhisselâm gibi emr-i ilâhîye teslîm olan, Hakk yolunda malını, canını, kanını fedâ etmeğe hâzır olan mü'min, kâmil, sâhib-i ihsân olan zümreye dâhil eyleye.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
Sadakallahü'l-azîm.
Cenâb-ı Allah, bütün mahlûkât-ı ilâhiyyeyi, hayvanları, insanları ve nebâtâtı, meyvaları, birbirinin üzerine fazîletli yaratmışdır. Seksen türlü armut var, hepsinin lezzeti ayrı, tadı ayrıdır. Hayvanlar da kezâ böyle. Koyun hayvanı, işte kıvırcığı var, dağlıçı var, karamanı var, filan filan. İnsanlar da böyledir. Allah müsâvî olarak halk etmemişdir. Akıllı, akılsız, mecnûn, fakîr, hasta, sıhhatli. Bu âlemde böyle olduğu gibi, âlem-i uhrâda yani âhiret âleminde, ebedî âlemde gene insanlar ve bütün mahlûkât-ı ilâhiyye böyledir, derecât üzerine halk olunmuşdur. Peygamberler bile, Allah'ın nebîleri bile, onlar da derecât üzerine. Allah'ın yüz yirmi dört bin peygamberi var, bunun içerisinde yüz on üç tânesi ulu'l-azm peygamber, yüz on üç peygamber içerisinde, gene birbirine fazîletli olan peygamberler var. Bunların içinde en fazîletli olan peygamber, Cenâb-ı Fahr-i risâlet müstesnâ, yani bizim peygamberimiz Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâm, ondan gayrı Âdem, Nûh, İbrâhim, Mûsâ ve Îse'bni Meryem, bunlar yüksek peygamberlerdir ki Cenâb-ı Hakk Kur`ân-ı Kerîminde, "لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْ رُسُلِه۪۠ lâ nüferriku beyne ehadin min rusulih" buyuruyor, cümle peygamberlere îmân etmek farzdır bize, îmânda tefrîk edilmez, cümesine îmân ederiz. Fakat "تِلْكَ الرُّسُلُ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍۢ tilke'r-rusulü faddalnâ ba'duhum alâ ba'din", peygamberler birbirleri üzerine fazîletli kılınmışdır. Şimdi, cümle enbiyâ içerisinde, Peygamberimiz müstesnâ, en büyük peygmaber, Hazret-i İbrâhim aleyhisselâmdır. Ve Resûlullah Efendimizin, Peygamberimizin ceddidir, dedesidir. Büyük dedesi yani.
Hazret-i İbrâhim aleyhisselâma kadar, tabii bunları herkes anlayamaz, ehli anlayacak konuşduğum sözleri, sıfata davet etmişlerdir peygamberler, Cenâb-ı Hakk'ın sıfatlarına. Hazret-i İbrâhim aleyhisselâm zâta davet etmişdir, tevhîde davet etmişdir. Bu inceliği şimdi burada anlatmaya kalkarsak bayram vakti dolar. Onun için bir iki şey söyleyip geçeceğim ben. Sormak isteyenler, bana sorar, öğrenirler. Bütün peygamberler sıfata davet etmiş, Hazret-i İbrâhim aleyhisselâm vahdete ve zâta davet etmişdir. Fahr-i risâlet de sallallahu aleyhi vesellem millet-i İbrâhim üzere gelmiş ve Peygamberimiz cümle enbiyânın âhiri olmuş ve nübüvvet kapısını mühürlemişdir. Yani Hazret-i Muhammed aleyhisselâmdan sonra peygamber gelmeyecekdir kıyâmet gününe kadar. Peygamberlik iddiâ edenler, onlar hep yalancıdır başdan aşağı. Peygamberim demek, peygamberlik davâ etmek filan, bunlar hep yalancıdır. Resûlullah Efendimize kadar gelen, Kitâbullah'da Allah'ın tasdîk etdiği peygamberler, yirmi sekizdir. Fakat asıl peygamberlerin cemî yüz yirmi dört bindir. Bir rivâyet, iki yüz yirmi dört bindir. İçlerinde yüz on üç tânesi ulu'l-azm, büyük peygamberdir. Bunların içerisinde en büyük nebîler de Hazret-i Âdem, Nûh, İbrâhim, Îsâ ve Mûsâ'dır. Bunlar içerisinde en mühim, ehemm-i mühim olan, Peygamberimizin ceddi olan, dedesi olan İbrahim aleyhisselâmdır.
Cümle peygamberlerin efdali de Hazret-i Muhammed Mustafâ'dır. Bizim peygamberimizdir. Ondan daha büyük peygamber yokdur ki Cenâb-ı Peygamber'in nûru evvel ba'sı sonradır. Yani evvelâ Allahu Teâlâ lâmekân âleminde zât-ı ulûhiyyetinin nûrundan Peygamberimizin nûrunu halk etmiş, sonra O'nun nûrundan levhi, kalemi, arşı, kürsîyi, cenneti, cehennemi ve Hazret-i Âdem'i ve cümle peygamberlerin nûrunu halk etmişdir. Peygamberimizin nûru Allah'ın nûrundan halk olunmuş, Peygamberimizin nûrundan da cennet, cehennem, arş, kürsî, ay, güneş, yıldızlar, semâvât, cümlesi Cenâb-ı Peygamber'in nûrundan halk olunmuşdur. Ve peygamberler de Cenâb-ı Peygamber'in nûrundan halk olunmuşdur. Ve Âdem Peygamber'i Allah halk etmiş, alnına Cenâb-ı Peygamber'in nûrunu koymuşdur. Ve silsileyle böyle gelerek gelerek tâ en son Cenâb-ı Peygamber'e gelmiş ve cemî enbiyânın tamâmı ikmâl olunmuşdur. Meselâ bir dâire farz edersek, buradan başlamış, dönmüş dolaşmış gelmiş gelmiş gelmiş nihâyetde gene Hazret-i Peygamber'le bitirmiş ve mühürlemişdir Allahu Teâlâ Hazretleri.
Şimdi bizim bugün anlatacağımız kıssa, denizden bir katre, şemsden bir zerre olarak, Kurban Bayramının neden bize vâcib olduğunu, niçin kurban kesdiğimizi ve bunun sırr-ı hikmeti nedir, bundan bazı şeyler size takdîm edeceği. Hem vaktimiz geçecek hem de biraz dînimizin, kesdiğimiz kurbanın mâhiyetini öğreneceğiz. Bir mikdarını. Hepsini değil! Hepsini anlatmaya kalkarsak bir ay sürer. Bir gül bahçesinden bir gül koparıp takdîm edeceğim bayram sabahı.
İbrâhim Peygamber, Allah'ın halîlidir. Halîl demek, dost demek. Hazret-i Peygamber, Allah'ın habîbi, Hazret-i İbrâhim halîlidir. İbrâhim, halîlullahdır. Resûlullah, habîbullahdır. Birisi halîl, biri habîb. "Peki bunu bize nasıl îzâh edersin?" dersen, kulağını beden yana verip, iyi zabt etmek için azmedersen sana söylerim bu sırrı. Halîl demek, Allah'dan istediğini alan. Allah'dan ne isterse Cenâb-ı Hakk onu kırmıyor, veriyor. Halîl bu. Habîb, istemeden alan. Meselâ Cenâb-ı Hazret-i Mûsâ aleyhisselâm, misâl vereceğim, "رَبِّ اشْرَحْ ل۪ي صَدْر۪يۙ rabbişrahlî sadrî, yâ Rabbi benim sadrımı şerh et" diyor, "sadrımı yar" diyor, "sadrımı nûrlandır" diyor, "bana esrâr-ı ilâhiyyeyi ver" diyor, "kalbimi aşkullah muhabbetullah ile münevver kıl" diyor Hazret-i Mûsâ. Hazret-i Peygamber'e gelince, Allah diyor ki, "اَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَۙ e lem neşrah leke sadrek, Yâ Muhammed, biz senin sadrını yarmadık mı, şerh etmedik mi, senin kalbini aşkullah ile doldurmadık mı!". Görüyorsun ya şimdi halîl ne isterse Allah'dan alıyor, habîb istemeden alıyor. Gene Allah Kur`ân-ı Kerîminde, "وَلَسَوْفَ يُعْط۪يكَ رَبُّكَ فَتَرْضٰىۜ ve le sevfe yu'tîke rabbüe fe terdâ, Habîbim Muhammed, sallallahu aleyhi vesellem, kıyâmet gününde, nedâmet ânında, sana öyle bir nimet vereceğim ki yeter yâ Rabbi, doydum, istemiyorum artık diyeceksin, yeter deyinceye kadar sana ümmetini bahşedeceğim" Maddî, manevî, ne istersen yani. Ötekilere öyle değil. Onlar isterlerse alacaklar. Acaba anlatabildik mi? Demek ki halîl, isteyinc emahrûm olmayan, habîb, istemeden alan manâsına.
Diyor ki Peygamberimiz, "ene ibnü'z-zebheteyn, ben iki kurban çocuğuyum" diyor Hazret-i Peygamber. Çünkü İbrâhim aleyhisselâmın oğlu olan İsmâil aleyhisselâm Peygamber'in ceddi oluyor. Allah onu kesmekle İbrâhim'e emr ü ferman buyurdu. Aynı zamanda Peygamberimizin babası olan Abdullah'ı dedesi Abdülmuttalib Hazretleri Allah'a ahd eyledi, keseceğim diye. Allah yoluna. Şimdi kurban bak nereden çıkıyor.
Vaktiyle kurbanlar şimdi bizim kesdiğimiz gibi kesilmez idi. Kurbanını dağın başına götürür koyar. Allah kabûl edecekse o kurbanı gökden bir ateş indirir, yakardı. Bilirlerdi ki bu kurban yandı ve kabûl oldu. Eğer Allah kurbanı kabûl etmezse, gökden ateş inmez ve yakmazdı kurbanı. Acaba anlatabildim mi?
Halîliyyet, Allah'da dost olmak kolay değil. Kim Allah'a dost olursa musîbete hazır olmalı. Acâib bir şey. Bu inceliği kavramak için, aşk bahçesinde, aşk yollarında dolaşmak lâzımdır. Aşk yolunda dolaşmayan, muhabbetden anlamayan bunları anlamaz, bu incelikleri. Kim ki Allah'ı sevdi, musîbete hâzır olmalıdır. "Allah'a ben dostum" demek kolay iş değildir. Allah adamı sonra imtihan eder. Ve sana Allah'a olan muhabbetinin mikdârını bildirmek için seni imtihan eder, Allah'ın bilmesi için değil. Sana seni bildirmek için Allah imtihan eder. Ve aynı zamanda Cenâb-ı Hakk'ın seni imtihan etmesi, gâfillere seni göstermek için imtihan eder. Acaba anlatabildim mi? Meselâ bir hoca talebesini imtihan eder, talebenin ilim mikdârını bilsin diye. Allah'ın imtihanı böyle değildir. Allah'ın imtihanı sana senin Allah'a olan kulluğunun mikdarını sana bildirmek içindir.
İbrâhim Peygamber üç şeyle imtihan oldu. Halîl oldu ama üç şeyle imtihan oldu. Bir. Malıyla. İki. Canıyla. Üç. Evladıyla. İnsanlara dünyâda Cenâb-ı Hakk'ın verdiği üç büyük nimet vardır. Bunların elden çıkması insanları büyük musîbetlere uğratır. Bir tânesi maldır. Birisi candır. Birisi evladdır. Baba olmayan evlad kıymetini bilmez. Şimdi gençler var içinizde, baba olmadığınız için bilmezsiniz siz ne demek olduğunu bunun. Cenâb-ı Allah Hazret-i İbrâhim Halîlullah'ı üç şeyle imtihan etdi. Birincisi canıyla imtihan etdi. Çünkü o devrin pâdişahı olan Nemrud, Allahlık davâsındaydı, "Ben yer Allahıyım" diyordu. Ve onlar putlara tapıyorlardı. İbrâhim aleyhisselâm peygamber olarak onlara ba's olundu. Geldi onların puthânesine, oradaki outların hepsini kırdı, en büyük putun boynuna kazmasını yâhud balyozunu asdı. Gelip bakdılar, putların hepsi kırılmış, büyük putun boynunda balyoz var, boynuna asılmış. Bakdılar İbrâhim Peygamber'e dediler ki, "Bizim dînimize yan çizen budur, buna soralım bakalım. Kim kırdı bunları yâ İbrâhim?". "Bana sormayın, ona sorun" dedi, "büyük puta" dedi, "o belki kızmışdır, bütün putları kırmışdır" dedi. Dediler ki İbrâhim Peygamber'e, "Canım bu taş konuşur mu?". "E konuşmuyorsa, onun canı yoksa ona niye tapıyorsunuz" dedi. Onların bâtıl olan dînlerini onlara kendi ilimleriyle çürüttürdü. Dediler ki, "Biz putlarımıza yardım edelim, İbrâhim'i ateşe atalım" dediler, İbrâhim Peygamber'i ateşe attılar. O kadar büyük bir ateş yakdılar ki, şimdi burada vakit kâfî gelmeyecek, büyük ateş yakdılar yani o kadar büyük ki, yanına sokulamadılar ateşin. Mancınıkla, o devirde mancınıklar vardı, ki bugün içinizde Urfalı varsa, orada mancınıkların taşları durmakda Urfa'da yani hâlâ, o mancınığa bağladılar ve salladılar, İbrâhim Peygamber'i ateşe attılar. Cenâb-ı Hakk Celle ve Tekaddes Hazretleri, Allah için ateşe atılan İbrâhim'e nâr-ı Nemrûd'u yani Nemrûd'un ateşini nûr eyledi. V ebuyurdu ki, "يَا نَارُ كُون۪ي بَرْدًا وَسَلَامًا عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَۙ yâ nâru kûnî berden ve selâmen alâ İbrâhim". Allah emretdi ateşe, "Ey ateş! Selâmet ol, soğu, bağ, bahçe ol". Ateşlerin közleri gül, dumanları yaprak oldu. Çiçeklik oldu başdan aşağı.
Allah için kim kendini ateşe atrasa, nasıl ki nâr-ı Nemrûd İbrâhim'e nûr olduğu gibi, Allah için kendini ateşe atanlara Cenâb-ı Allah ateşi nûr eyler. Sana bunda büyük ibret var. Dost olmak lâzım Allahu Teâlâ Hazretleriyle. Sana bir incelik var burada, konuşduğum söze dikkat edersen eğer. Allah bunu sana gösteriyor.
Hakk ile Hakk olanlara kendi özün bilenlere
Hakk yolunda ölenlere kan bahâsı dinar olmaz
Eğer âşık isen Yâr'e sakın aldanma ağyâre
Düş İbrâhim gibi nâre bu gülşende yanar olmaz
İbrâhim aleyhisselâm canıyla imtihan verdi. Ve Allah gösterdi. "İşte bana halîl olan benim için ateşe girer" dedi, gösterdi. İbrâhim'e de bildirdi dostluğunun mikdârını.
İkincisi, İbrâhim aleyhisselâm malıyla imtihan oldu. Bir gün İbrâhim aleyhisselâm Allah yoluna bin tâne koç kesdi. Bin tâne! Ve üç yüz sığır kesdi. Ve yüz tâne deve kesdi. Bin koç! Bir seferde!
Bugün parası olup da kıyamayanlara söylüyoruz bunu. Dostluk kolay değil. Kıyamıyorsun ama o parayı burada bırakacaksın. Ve dostuna kalmayacak para, mutlakâ düşmanına bırakırsın. Toplayıp Allah yoluna sarfetmediğin parayı. Hiç zannetme ki dostuna kalacak. Muhakkak düşmanına kalacak.
Bin tâne koç kesdi dostu yoluna. Kim Halîl'in dostu? Allah.
Düşünecek olursan Allah'dan başka da dost yokdur hâ! Onu sana söyleyeyim. Herkesin dostluğu bir mikdardır. En samîmî dostun seni kabre kadar götürür, seninle beraber kabre girmez. Yakın bir zamanda bu olacak. Kimisi, hasta olduğun vakitde seni terk eder. Kimisi, tekâüd olduğun vakitde terk eder. Kimisi elinden paran çıkdı mı terk eder. Kimisi, güzelliğin çıkdı mı terk eder. Kimisi, gençliğin çıkdı mı terk eder. En samîmî dostun seni kabre kadar götürür, kabre seni koyar, üzerine senin namaz kılar, senin hakkında Allah'a istiğfar eder, duâ eder, çıkar gelir. Ondan sonra dost yokdur, oraya kadardır, en samîmî dost. Bunu da bulmak güçdür yani bu dostu. Seni kabre kadar götürecek dostu bulman güçdür. Senin şimdi etrâfında dolaşanlar hiçbiri senin dostun değildir. Ya malına dostdur, ya canına dostdur, ya parana dostdur, ya makâmına dostdur yani. En samîmî dostun işte dediğim gibi böyle seni kabre kadar götürür, üzerine namaz kılar. Bazı dostlar adamı alır musallâya götürür, kendisi kenarda durur, namazını kılmaz senin. Bazı dostlar! Dost olan, senin namazını kılar, seni Cenâb-ı Hakk'ın affetmesi için yalvarır Allahu Teâlâ Hazretlerine.
Şimdi, kimin dostu İbrâhim aleyhisselâm? Allah'ın. Allah da kimin dostu? Halîl'in. Allah'a dost olursan Allah senin dostun olur. Allah'ı seversen Allah seni sever. Sen Allah'a yürüyerek gidersen Allah sana koşarak gelir. Sen Allah dersen, Allah, "Lebbeyk kulum ne istiyorsun?" der, sana cevâb verir. Duymaya kulak gerekdir. Görmeye göz gerekdir.
Binâenalâzâlik İbrâhim aleyhisselâm dostu uğruna bin tâne koç kesdi. Üç yüz sığır kesdi. Yüz deve kesdi. Taaccüb etdiler bazı gâfiller, "İbrâhim Peygamber bu kadar kurban kesdi, bu kadar malını Allah yoluna sarf etdi" diye konuşunca böyle, "Nedir ki bu yapdığım işler" dedi Hazret-i İbrâhim Halîlullah, "Bu hiç bir şey değil" dedi. "Allah bana bir evlad verse", ciğerparçam çünkü evlad insanın ciğeridir, bırak böyle malı, yüz deve, üç yüz sığır, bin koç, ciğerparçam olan çocuğumu da Allah yoluna ne yaparım, kurban ederim" dedi. Bunu söyledi, "Dostum uğruna çocuğumu kurban ederim".
"Efendim olur mu böyle şey?" diye bana sorma. Senin ceddin, senin deden de çok kurban verdi evladlarını Allah'a. Harbe gönderdi ya! Her evde bizim kurbanlarımız var Allah için. Zamanımız gibi değildi dedelerimiz, çocukları şehîd olduğu vakitde babalarımız sevinirlerd, şehîd babası olduk diye. Anneler çocuklarını büyütürken, oğlum harbe gitsin, i'lâ-yı kelimetullah için Allah yoluna ölsün ve olsun. Çünkü Allah yoluna ölenler ölmezler, olurlar. Şehîdler ölmez. Şehîd annesi olayım, yarın yevm-i kıyâmetde, onunla iftihar edeyim ben.
Hattâ diyor ki Abdullah ibn Cahş'e, Sa'd ibn ebî Vakkas Uhud Muhârebesinde, söylemeden geçemeyeceğim, dedi ki diyor, Abdullah ibn Cahş radıyallahu anh, "Beni çağırdı Sa'd ibn ebî Vakkas, harbde edilen duâlar kabûlmüş, gel duâ edelim seninle" dedi diyor, duâ etdik. Ben şöyle duâ etdim diyor, Sa'd ibn Ebî Vakkas Hazretleri, "Yâ Rabbi benim karşıma gâyetle kavî bir düşman çıkar, onunla ben gazâ edeyim, onu geberteyim, malı bana ganâim kalsın" diye duâ etdim. Abdullah ibn Cahş da şöyle duâ etdi, "Yâ Rabbi benim karşıma çok kavî bir kâfir çıkar, o beni şehîd etsin, ve benim burnumu kulağımı kessin. Yarın yevm-i kıyâmetde ben burunsuz kulaksız halk olunduğumda Allah bana soracak, 'Ey Abdullah ibn Cahş, kulağına burnuna ne oldu?' dediği vakitde, senin yoluna Yâ Rabbi fedâ etdim diyeyim". Ve öyle oldu diyor Sa'd ibn ebî Vakkas. "Ben bir kâfir tepeledim, malı bana kaldı, mâl-ı ganâim olarak. Abdullah ibn Cahş'ı buldum, şehîd etmişler, burnunu ve kulağını kesmişlerdi. Duâ kabûl olmuşdu" diyor. Acaba anlatabildik mi inceliği?
Şimdi, Allah sizi mansûr u muzaffer bizi mahfûz eyleye, sen harbden kaçarsın, askerden sırt çevirirsin. Öyle değil! Âbâ u ecdâdın Allah yoluna çok kurban vermişdir, evladlarını göndermişlerdir. "Haydi evladım git, şehîd ol" diyor. "Şehîd annesi olayım, şehîd babası olayım" diyor. Onun için yalnız İbrâhim Peygamber oğlunu kesmedi, Ümmet-i Muhammed çocuklarını Allah yoluna verdiler, kurban etdiler. Her evde kurban var. Senin ceddin, amcan, deden, dayın, baban. Hepimiz ya şehîd çocuğuyuz, ya şehîd torunuyuz, muhakkak sûretde. Allah yoluna kurbanları verdik. Geçiyoruz.
"Bu nedir bu verdiğim şeyler benim"...
Vakit de geldi ama neyse beş dakîka kadar bana müsâade edin, böyle konuşamayız her dâim. Senede bir defa konuşuyoruz, belki bir dahaki sene geldiğinde beni burada görmeyeceksin, yâhud sen gelemeyeceksin ben buradayım.
"Cenâb-ı Hakk bana müsaade etsin, Allah bana bir evlad versin, evladımı kendi elimle Allah'a kurban edeyim, bu malın ne kıymeti var" dedi. Ve Cenâb-ı Hakk işte Kur`ân-ı Kerîm'de söylüyor burada şimdi. "رَبِّ هَبْ لِي مِنَ الصَّالِحِينَ rabbi heblî mine's-sâlihîn, Yâ Rabbi bana sâlih bir evlad ver" dedi İbrâhim Peygamber, "o sâlih evlâdı senin yoluna kurbân edeyim" dedi. "Ve biz melâikeyi gönderdik onu tebşîr eyledik, bi gulâmin halîm, hilmiyyet sâhibi, iffet, ırz, nâmûs sâhibi bir çocukla, bir evladla onu tebşîr etdik" diyor Cenâb-ı Hakk. "فَبَشَّرْنَاهُ fe beşşernâhu", biz onu tebşîr etdik, müjdeledik, "بِغُلَامٍ حَل۪يمٍ bi gulâmin halîm", hilmiyyet sâhibi, iffet, ırz sâhibi, vatanını seven, Allah yoluna fedâ-yı câna hâzır olan, Allah için gözünü budakdan sakınmayan bir evlad verdik. Kim bu verilen evlad? İsmâil aleyhisselâm.
Bir mikdar bahsedip keseceğim zâten, uzatmayacağım yani sizi burada fazla üzmeyeceğim.
Ve çocuk büyüdü. Kaç yaşına vardı? Tam böyle babanın gözünde babanın gönlünü sürûra gark etdiği zaman. Yedi sekiz yaşında.
Çünkü biraz büyüdü mü, ortak olur. Sonra yaşlandı mı düşman olur. Çocukların üç hâleti var. Küçükken sevilir, süsdür, ziynetdir. Yaşı on sekiz yirmiyi geçdi mi ortak olur o mala, başlar babasının malına karışmaya, "Niye veriyorsun, niye yapıyorsun" demeye. Biraz yaşlandı mı bu sefer babanın düşmanı. Bekler ki babası öle, yerine sâhib ola. Hakk dost. Dasrılmak gücenmek yok. Nice pâdişahların çocukları babalarını katletdiler. İşitmedin mi, okumadın mı? Daha dün okuduk değil mi? Babasının serveti ona kalsın diye babasını katletdirdi, öldürdü filan, gazeteler yazdılar. Dost Allah! Onun için Cenâb-ı Hakk her şeyin hayırlısını versin. Evladlar! Kardeşler! Dâimâ duânız böyle olsun, ne isterseniz, "Yâ Rabbi evlad da versen hayırlısını ver". Kız olsun erkek olsun, hayırlısı olsun diyeceksin. Hattâ bak sana şöyle bir misâl verivereyim, o vakit bana hak vereceksin. Konuşduğum söz biraz acâib oldu ama, hak vereceksin.
Şimdi, bir baba hasta olsa, çocuğuna sorsan, "Baban nasıl oldu?" diye, baba yatalak olsa evde yatsa yani, "E ihtiyar ne olacak işte, doktora gösteriyoruz ama" filan. Çocuk hasta olsa, babaya sorsak, "Sabaha kadar uyumadık, doktora gitdik, ilaç aldık, bilmem ne yapdık" filan. Bak aradaki farka bak! Acaba anlatabildik mi? Gene bir misâl vereyim size. Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi veselleme sordular, "Ana hakkı mı çok baba hakkı mı?", "Anne hakkı çok" dedi. Üç sefer anneye hak verdi. Bir sefer babaya hak verdi. Ve dediler ki Peygamber sallallahu aleyhi veselleme, "Yâ Resûlallah, niçin annenin hakkı çokdur?". "Dokuz ay seni karnında sakladı, iki sene emzirdi, altı yedi sene seni omuzunda taşıdı". Altmış yaşına varsan, yola bakar, çocuk kaybolmasın diye. Çocuk varmış altmış yaşına, anne merak ediyor çocuğu kaybolmasın diye. Onun için altmış sene hizmet etsen annene, karnındayken vurduğun bir tekmenin hakkını ödeyemezsin anneye karşı. Bir gece uykusuz kalıp sana meme verdiğinin hakkını ödeyemezsin. Sahabe dedi ki Peygamber'e, "Yâ Resûlallah kaç sene bize bakdı annem, yirmi sene yirmi beş sene, ben otuz seneden beri annemin altından alıyorum pisliğini yani, hakkını ödeyemedim mi?". Efendimiz buyurdu ki, "Gece bir kere uyanıp sana süt verdiğinin hakkını ödeyemedin". "Ama Yâ Resûlallah, o bana on sene bakdı, beş sene bakdı, ben otuz senedir bakıyorum ona". "Otuz sene değil altmış sene de baksan gene hakkını ödeyemezsin". "Neden?". "Sana haber vereyim. O sana yaşasın, büyüsün diye bakdı, sen onun ölümünü bekliyorsun" dedi Cenâb-ı Peygamber. Acaba anlatabildim mi inceliği? Geçiyoruz. Beş dakîka müsaade edin, vakit geldi ama.
İsmâil aleyhisselâm, sekiz dokuz yaşına vardı. Oynuyor böyle, tam neşeli. Babanın sıkıntısını def etdiği vakit, babayı sürûra gark etdiği vakit. Dediler ki İbrâhim aleyhisselâma, "Ûfu nezrek Yâ İbrâhim, nezrini yerine getir, sözünü tut, sözünde dur. Söz vermişdin, oğlunu keseceğim diye benim yoluma. Nezrini yerine getir". İbrâhim Peygamber sabahleyin kalkdı, durakladı. Gördüğü rüyâyı hatırladı. Fakat üç defa olsun dedi. Ertesi gece gene yatdı, bir daha gördü. "Ûfu nezrek Yâ İbrâhim". İlki Zilhicce'nin yedinci günü akşamı idi. İkinci rüyâ sekizinci günü akşamı oldu. Yine Hakk oyunu üçdür dedi. Üçüncü gece de gördü. Gene dedi ki Cenâb-ı Hakk Celle ve Tekaddes Hazretleri İbrâhim Peygamber'e rüyâsında, "Ûfu nezrek Yâ İbrâhim, nezrini yerine getir, sözünd dur. Oğlunu kes haydi bakalım. Söz vermişdin". Onun üzerine ona arefe dediler. Anladı ki iş hak ve gerçek.
İsmâil Peygamber için annesi Hâcer'e dedi ki, "Yâ Hâcer, İsmâil'i süsle, saçlarını tara, tırnaklarını kes, yeni elbiselerini giydir, dost ziyâretine gideceğiz, dostumun ziyâretine gideceğiz, İsmâil'i götüreceğim" dedi. Hazret-i Hâcer İsmâil'i süsledi, saçını taradı, rıraş etdi onu, tırnaklarını kesdi, hamam yapdırdı, verdi İbrâhim Peygamber'in yanına, bayram sabahı, bu sabah, Hazret-i İbrâhim aleyhisselâm bir de bıçak aldı yanına, sardı ve yürüdüler. Nereye? Mine'ye. Mine, Kabetullah'da bir makâm, orada kurbanlar kesilir. Giderken yolda Şeytan, İblîs kalkdı geldi. Kime? Evvelâ İbrâhim Peygamber'e geldi. İsmâil Peygamber oynuyor önde böyle oynayarak gidiyor filan. Çocuk değil mi, şarkı söylüyor, hopluyor, zıplıyor filan. İblîs dedi "Yâ İbrâhim, bu çocuk kesilir mi yâhu! Rüyâ ile hareket edilir mi! Şuna bak, şunun güzelliğine bak! Bırak sen bu kafayı, değiştir bu kafayı. Fedâ etme evlâdını, olur mu böyle şey!" filan dedi. İbrâhim Peygamber dedi ki, "Ben kiminim, evlad kimin, mal kimin? Hakk'ın değil mi? Söz verdim keseceğim" dedi. İblîs hâib u hâsir oldu, gitdi Hâcer'e. Anneye gitdi, "Haberin var mı?". "Neden?". "Bir rüyâ gördü kocan, İsmâil'i kesmeğe götürüyor, gir mâni ol". Burada çok incelikler vardır, bunları biraz ifşâ edeceğim ama çok çabuk geçeceğim, çünkü vakit dar. Hâcer dedi ki, Hâcer annemiz, "Hiç baba evlâdı keser mi! Böyle şey olur mu! Git oradan" dedi. "Eûzübillahimineşşeytânirracîm. Hem de eğer kesecekse, bir peygamberdir, vahiyden hâriç değildir, Allah'ın emrin eben mutîyim" dedi Hâcer. Oradan da kâfir hâib u hâsir oldu, geldi İsmâil Peygamber'e. "Sen böyle oynuyorsun, zıplıyorsun ama başına ne geleceğini biliyor musun?". "Nedir?". "Banan seni kesecek" dedi. "Keserse keser benim babam değil mi?" dedi, yerden taşı aldığı gibi atdı Şeytan'ın gözünü çıkardı. Gözü kör oldu Şeytan'ın.
Şimdi buradaki inceliği anlatacağım size, onun için durdum üzerinde. Şeytan evvelâ sana gelir, "Şunu yapma" der, sana muvaffak olamazsa, âile tarafına gider, âilenle senin başını belâya sokar yani. Olmadı, evladınla sokar. Buna işâret vardır. Onun için sabırla karşılayacaksınız. Acaba anlatabildim mi inceliği? Hemen geçiyorum, su üstüne yazı gibi. Evvelâ gelir sana, "Şunu yapma, bunu yapma" filan, sen dinlemezsin İblîs'i reddedersin, bu sefer âile tarafına gider, kadın tarafından senin günaha sokmaya çalışır.
İbrâhim aleyhisselâm, İsmâil'i getirdi Mine'ye, "Gel bakalım Yâ İsmâil, otur bakayım şuraya" dedi. İyi dinle! Beş dakîka daha müsaade. فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ. Evet, İsmâil oynuyordu, hopluyordu filan, "Gel bakayım buraya İsmâil" dedi. Mine'ye vardılar. Oturtdu oraya. "Yâ büneyye", ey benim ömrümün semeresi, ciğerimin parçası evlâdım, evladçığım. İsm-i tasgîr. İçinizde Arapça bilenler var. "Yâ büneyye", ey benim gözümün nûru, gönlümün sürûru evladçığım, İsmâilim. "İnnî", ben, "erâ", gördüm, "f'il-menâmi", rüyâmda, "ennî ezbahuke", ben seni keseceğim, kurban edeceğim, "fenzur mâ zâ terâ", sen ne dersin bu işe bakayım. Ne diyorsun, yani teslîm mi olacaksın, isyân mı edeceksin. Çünkü, "فَبَشَّرْنَاهُ بِغُلَامٍ حَلِيمٍ fe beşşernâhu bi gulâmin halîm" demişdi Allah. Bakalım eğer duâ müstecâb ise halîm olacak çocuk, teslîm olacak. Onu imtihan ediyor. Yoksa İsmâil, "ben istemem" dese gene kesecek İbrâhim Peygamber. O hilmiyyeti var mı diye soruyor. Ne dese beğenirsin İsmâil Peygamber İbrâhim aleyhisselâma? "Baba, bir daha söyle bakayım" dedi. "Ben rüyâmda emrolundum seni keseceğim, ne dersin?". "Bir adam dostuna karşı uyursa, böyle belâlarla mübtelâ olur" dedi, "mâdem ki Allah'ın dostuydun, niye Allah'a karşı uyudun?" dedi.
Malûm ya insan uyuyunca rüya görür. İnsan dostuna karşı uyur mu? Sevgilini senin yanına verseler gece uyur musun? Ayıplarlar adamı. İnsan sevgilisinin yanında uyumaz. İstiskal sayılır o. Dostun gelmiş eve sen uyuyorsun, adam gider. Kalk git demekdir o.
"Mâdem ki Allah'ı
seviyordun, Allah'ın dostu idin, niye Hakk'a karşı uyudun?" Mâdem ki
dostuna karşı uyudun, işte böyle belâlarla mübtelâ olursun, kesmekle
emrolunursun beni” dedi. Ve buyurdu ki, “قَالَ يَٓا اَبَتِ kâle yâ ebeti”, ey benim babacığım, ey
benim efendim, mevlam, babam, babacığım, “افْعَلْ مَا تُؤْمَرُۘ if’al mâ tu’mer”, Allah sana ne
emretdiyse onu bana yap, ben râzıyım, "سَتَجِدُن۪ٓي اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ مِنَ الصَّابِر۪ينَ se tecüdünî inşâallah mine’s-sâbirîn",
sen beni sâbirlerden bulursun, sana karşı isyân etmem. Mâdem ki Allah benim
kesilmemi emrediyor, boynum sana kıldan incedir” dedi. Ve İbrâhim Peygamber’e
dedi ki, “vasiyetim var babacğım, benim ellerimi bağla” dedi. “Çünkü canım
acıdığı vakitde ola ki tepinirim, sana çarparım, seni incitirim” dedi, “seni
incitmeyeyim” dedi, “can acısıyla bilmem” dedi, “kesildiğim vakitde can
acısıyla çarpacağım, seni incitirim, elimi bağla” dedi. İbrâhim Peygamber elini
bağlamağa kalkdı, “Yok yok baba, bağlama elimi. Sonra millet der ki, ümmet der
ki, İsmâil babasına sabretmedi, kâtiller gibi, cânîler gibi elini bağlatdı
Allah’ın emrine karşı derler. Ben sabrederim” dedi.
Ondan sonra Cenâb-ı İbrâhim
aleyhisselâm, İsmâil'i yatırdı. Kısa kesiyorum dersi. Bismillahi Allahuekber dedi, bıçağı vurdu İsmâil'in gırtlağına, fakat bıçak kesmedi. Bir daha hamle etdi olanca kuvvetiyle İbrâhim Peygamber, gene kesmedi. Bir daha hamle etdi, gene bıçak kesmeyince, fenâ hâlde âsâbı bozuldu, taşa vurdu bıçağı, "Yumuşak ete geçmez mi?" dedi, vurdu taşı kesdi. O taş yakın zamana kadar varmış orada, Mine'de, sonra kaldırmışlar bidat diye bidatçılar. Bidatçılar kaldırmışlar bidat diye. Taşı kesince Cenâb-ı İbrâhim dedi ki, "Yâhu süt gibi körpe olan boğazı kesmeyen bu bıçak taşı kesdi" deyince bıçak dile geldi, "Yâ İbrâhim, sen kes diyorsun, Rabbü'l-âlemîn kesme diyor". Demek ki îcâb etdiği vakitde, bıçak da, taş da, ağaçlar da konuşabilir. Kulağında bulunsun. Hakk emretdiği vakitde. Ve İsmâil Peygamber vasiyet etmişdi babasına, "bir kaç vasiyetim var" dedi, "kanlı gömleğimi anneme götürme, benim yaşımdaki çocukları bizim eve getirme, beni hatırlar annem ağlar sonra babacığım" dedi. Ondan sonra uğraşırken bu şekilde, "وَنَادَيْنَاهُ اَنْ يَٓا اِبْرٰه۪يمُۙ ve nâdeynâhu en yâ ibrâhim", bir de bakdı Cebrâil aleyhisselâm bir koç almış, zuhûr eyledi. Biz diyor Cenâb-ı Hakk nidâ etdik İbrâhim'e, ey İbrâhim, "قَدْ صَدَّقْتَ الرُّءْيَاۚ kad saddakte'r-rüyâ", rüyânı tasdîk etdin, rüyâna sadâkat gösterdin, biz de sana ne yapdık, İsmâil'i kesme artık, bu kurbanı kes, "اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ innâ kezâlike neczi'l-muhsinîn", senin gibi muhsinlere biz mükâfâtlar veririz. Canını yakmayız yani. Onun üzerine İbrâhim Peygamber, koçun geldiğini görünce, "Allahuekber Allahuekber" dedi. İsmâil Peygamber "Lâ ilâhe illallahu vallahu ekber" dedi. Hazret-i Cebrâil, koçu tutmuş, "Allahuekber ve lillahi'l-hamd" dedi.
Ve sallallahu alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin ve sahbihî vesellim. El-Fâtiha.
www.muzafferozak.com