El-Evvelü Allah El-Âhirü Allah Ez-Zâhirü Allah El-Bâtınu Allah
Hayrihî ve şerrihî minallah
Men kâne fî kalbihî Allah ve mu'inuhû ve nâsıruhû fi'd-dâreyni Allah
Hakk Teâlâ ve Sübhânehû Hazretleri, bizleri bu mescide, buraya tevfîkiyle cem etdiği gibi yarın "yevme tüble's-serâir"de yani kıyâmet gününde, öteki âlemde, Hazret-i Peygamber'in, Resûl-i Ekrem'in, Resûl-i Efham'ın, Hazret-i Muhammed sallallahu aleyhi vesellemin Livâ-yı Hamd ile isimlenen sancağı var ki cümle enbiyâ, bütün peygamberler, o sancağın altına toplanacak, onun altına kim girerse, selâmet, felâh ve necâtda, ondan gayrı yere toplananlar, biraz zahmetli, müşkil, Allah bizi buraya böyle tevfîkiyle cem etdiği gibi orada rahmetiyle, keremiyle, lutfuyla, Habîbi Muhammed'in sancağı altına cem eyleye.
Vaktimiz dar olduğu için, sizi fazla oyalamayalım, birkaç söz söyleyelim, kâfî gelecek.
Biliyorsunuz ki bugün Kurban Bayramıdır. Bu kurban bayramının sebebi, kurban kelimesi, kurbiyyetden, yakınlıkdan gelir, Halîlullah'ın, Allah'ın halîli, sevgilisi, dostu olan İbrâhim Halîl'in kendi oğlu, ciğerpâresini Allah yoluna kurban etmesini ahd edip ve o gün o sözünü yerine getirmesinden kinâye olarak. Ümmet-i Muhammed'e de kurban kesmek vâcib olmuş. Ve Resûl-i Ekrem'e de Cenâb-ı Allah Kur`ân-ı Kerîminde, yani Efendimize hitâben ve ona hitâben bize hitâb, Peygamber'in şahsiyetinde, "venhar" âyetiyle, "kurban kes", "kan dök, kurban kes" âyetiyle emr ü fermân buyurmuş.
O günü tesîd ediyoruz bugün ki, İslâm'ın rüknünden bir rükün, hacc ibâdeti aynı zamanda. Bak görüyorsun ya, gazetelerde yazıyor, elhamdülillah. Eskiden yazmazlardı gazetelerimiz, şimdi gazetelerimiz de yazıyor, serbest serbest böyle. Ümmet-i Muhammed şimdi hepsi Mine'de toplandılar, Arafat'dan Müzdelife'ye, Müzdelife'den Mine'ye indiler ve kurbanlarını kesecekler onlar da şimdi hazırlanıyorlar orada. Şimdi bunun sebebleri.
Bu İbrâhim Halîlullah Peygamberimizin ceddi, dedesi. Bizim de büyük babamız. Türklerin de büyük babası. Onun için eski paralarımızda bizim, Kantûrâoğulları, Kantûrâçocukları diye yazılırdı paraların üstüne eskiden Türk paralarının üstüne, Benî Kantûrâ. İbrâhim Halîlullah'a kız vermişiz, eniştemiz oluyor bizim. Yani Türklerin eniştesi oluyor. Resûl-i Ekrem'in de cedd-i a'lâsı. İki evlâdı olmuş, birisi İshak, biri İsmâil. İsmâil'den Resûl-i Ekrem dünyâya gelmiş. O sülâleden yani o şecereden. İshak'dan da Benî İsrâil, Yakûb aleyhisselâm ve onun oğulları.
İbrâhîm Halîl diyoruz. Halîl, dost manâsına. Niçin halîl demişler? Halîl kime derler? Ben söylemişdim bizim ihvânımız bilirler ama belki unutmuşuzdur tâzelemek daha hayırlıdır. Halîl, istediğini dostundan alan demekdir. Senin dostun kim bakayım? Filanca kimse. İstediğin vakitde bir şey, sana veriyor mu, men etmiyor mu, reddetmiyor mu, seni mahrûm etmiyor mu, senin dostundur o. Buna halîl derler, senin anlayacağın. Kendine bir dost edindin, bir ihtiyâcın var, gitdin ondan istedin, seni kapısından boş çevirmiyorsa, senin dostundur o. Sana misâlini veriyorum. Halîl, dostundan istedğini alan. Hazret-i Muhammed sallallahu aleyhi vesellem habîb, sevgili. Sevgili de istemeden alan. Biri isteyerek alıyor, reddolmuyor, birisi istemeden veriliyor. Onun için Kur`ân-ı Kerîm'de meselâ Hazret-i Mûsâ aleyhisselâm diyor ki "Rabbişrahlî sadrî ve yessirlî emrî vehlül ukdeten min lisânî yefkahû kavlî, Yâ Rabbi benim sadrımı şerhet, lisânımdan tutukluğu gider, her işimi kolaylaştır" diyor, Resûl-i Ekrem'e gelince, Allahu Teâlâ, "اَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَۙ elem neşrah leke sadrek, senin biz sadrını şerhetmedik mi?". Bak, demek ki istemeden vermiş Cenâb-ı Peygamber'e. Çünkü habîb. Hazret-i Muhammed habîb.
Şimdi, bu Halîlullah İbrâhim Peygamber bin tâne koç kesmiş, Allahu Teâlâ yoluna, bin tâne koç!
"Böyle kesenler var mı Efendi, bu şekilde?". Var ya, neler var öyle, Allah'ın ne kulları var. Allah ile gizli sohbet edenler, Allah ile gizli gizli sevişenler, ne kullar var, bilemezsin ki. Başlarına bayrak asmazlar. Göğüslerine yafta da yazmazlar böyle. Öyle sevgililer vardır.
İbrâhim Peygamber, o halîlullah o. O dostların serdârı, ekremi, dostların. O sancağı o tutacak, halîllerin. Habîblerin sancağını da Hazret-i Muhammed. Livâ-yı Hamd. Onun altında toplanacağız inşâallah, cümle enbiyâ, bütün peygamberler. Çünkü Şefâat-i Kübrâ Makâm-ı Mahmûd'un sâhibi Hazret-i Muhammed'dir, Peygamberimiz.
Efendiler! Hiç bir zaman Hazret-i Peygamber'i ismiyle çağırmak doğru değildir, altında sıfatını söylemek lâzım gelir. Peygamber'i ismiyle çağırırsak, böyle birbirimizi çağırır gibi, yapdığımız ibâdetler habt olunur, bâtıl olur yani. Resûl-i Ekrem'e hürmet lâzımdır. Onun için ezân okunurken radyonu aç, televizyonunu kesme filan, olmaz öyle şey! Bütün ibâdetler gider gürültüye. Tamam, halas, bitdi o kadar. Bâtıl olur yani. Resûl-i Ekrem'e hürmeti bu millet ne vakit ki unutdu, Allah izzetini aldı müslümanların. Ne vakit Resûlullah'a hürmet etdiler, izzet etdiler, Allah bütün dünyâyı onların emri altına verdi.
Kalkdı sonra bazı beyinsizler böyle, "Muhammed de benim gibi adam". Peygamber'le bir olur mu senin gibi adam! Sen kim oluyorsun! Resûl-i Ekrem, Allah'ın nûrundan halkolunmuş, bu kâinât Hazret-i Muhammed için halkolunmuşdur, sallallahu aleyhi vesellem. İsmiyle böyle anıyorum da gençlerimiz var, öğrensinler diye söylüyorum. Allah beni affetsin. Yoksa Resûl-i Ekrem'in ismini ağzıma almaya korkarım. Bir hakâretde bulunurum da bütün amellerim habt olur diye. Hürmet lâzımdır.
Şimdi, bin koyun, bin koç kesmiş İbrâhim Peygamber.
Bana haber verin siz, ben dalarım çünkü konuşmaya. Kaç dakîka kaldı?
Cemâatden birisi "Sekiz dakîka var Efendim" deyince, Efendi Hazretleri buyurdular ki, "Dakîkası dakîkasına olması şart değil, biraz fazla geçirebiliriz, ziyân etmez, zarar etmezsin yani. Sonra olmaz değil, öğlene kadar kılınır yani. Sana haber vereyim. Bugün olmazsa yarın kılınır öğlene kadar, yarın olmazsa, öbür gün öğlene kadar kılınır, Bayram Namazı. Ben biraz fıkıh bilirim. Ben sizi her dâim böyle kalabalık bulamıyorum, yakanızdan yakaladım şimdi sizi burada, bugün olmazsa yarın, yarın olmazsa öbür gün gelirsiniz, ben kıldırırım size Bayram Namazını".
Şimdi, bin koyun, bin koç kesmiş İbrâhim aleyhisselâm, bin koç, Allah yoluna. O vakit de bin koç kesmek senin bildiğin bu şekilde değil, böyle kesmiyorlar. Dağ başına koyuyorlar, gökden ateş iniyor, kabûl olan kurbanları yakıyor, eğer kabûl olmazsa yakmıyor. Yaaa! Bir de o var. Şimdi Cenâb-ı Allah onu Ümmet-i Muhammed'e gizledi. Kurban kesiyoruz, Allah kabûl etdi mi etmedi mi, bilmiyoruz, gizli. Düşün ki bir de kurbanını kesemiyorsun, herkesçe malûm oluyor ki, senin kurbanın kabûl olmadı. Rezâlete bak! Allah setrediyor Ümmet-i Muhammed'e, Allah'ın bize büyük lutufları var. O devirde bir adam suç işlese, hırsızlık yapsa, alnına yazılırdı, hırsız bu adam diye. Ya bir kötülük yapsa meydana çıkardı kötülüğü. Yâhud Allah şeklini değiştirirdi, domuz yapardı sabahleyin. Akşam adam, sabahleyin domuz. Ama Ümmet-i Muhammed'e, Cenâb-ı Hakk Hazret-i Peygamber'e olan muhabbetinden dolayı, bunu gizledi. Ameller dönüyor şimdi bizde. Bâtın kısmı yani amel kısmı dönüyor.
Üç yüz sığır, yüz deve kurban etdi İbrâhim Peygamber. Düşün! Bir seferde. Çok zengindi. Köpeklerinin tasmalarını altundan yapmışdı. Kıymet vermezdi altuna.
Hattâ melekler dediler ki, "Yâ Rabbi, nasıl olur, sen kullardan kendine dost, halîl seçdin?" dediler. "Gidin imtihan edin" dedi. İnsan şeklinde geldiler, dediler ki, "Allah'ı seviyor musun yâ İbrâhim, bir kerre ismini anın, bu sürünün üçde birini size vereyim" dedi. Büyük bir sürü, üç bin aded koyunu var. "Lâilâheillallah" dediler, verdi, üçde birini. Dedi, "Bir daha Allah'ı tevhîd edin, Cenâb-ı Hakk'ın ismini anın, üçde ikisini size vereyim". Etdiler, gene verdi. Dedi ki, "Bir daha Allah'ı tevhîd edin, hepsi sizin olsun" dedi. O vakit melekler şaşırdılar. Ve hepsini verdikden sonra dediler ki, "Biz seni imtihana geldik yâ Halîl, Allahu Teâlâ bizi sana imtihana gönderdi, imtihanı verdin. Aldığımız malları geri veriyoruz". "Yoook, ben verdiğimi geri almam" dedi. Ne olacak? İşte o vakit vakıf tesis etdiler. Hakk Teâlâ buyurdu ki, "Vakıf yapsınlar, gelen geçen İbrâhim Halîlullah'ın malından yesin, içsin". Fukarâlar, yani garîbler. İlk vakfı, İbrâhim aleyhisselâm yapdı. Vakıf, vakıf! Onun için, "ittekû vâvât", vakıfdan çok kork! Aman hâ! Vakıf meselesi çok mühimdir, oyuncağa gelmez. Bu kadar, bugün size fazla konuşamam ki burada, o kadar olur.
İbrâhim aleyhisselâm böyle yapınca, herkes teaccüb etdi, "bin koç, üç yüz sığır, yüz deve, nasıl olur?" filan deyince, Hazret-i İbrâhim dedi ki, Allah bana bir evlâd verseydi, erkek evlâd, halîlim uğruna onu da kurban ederdim" dedi. "Hem de kendi elimle, ateşe koymazdım, bıçakla keserdim kafasını". dedi. Onun üzerine Cenâb-ı Hakk ona İsmâil Peygamber'i verdi, İsmâil aleyhisselâmı. Bak, o da peygamber, peygamber oğlu peygamber. Resûl-i Ekrem'in ceddi.
Peygamberimiz diyor ki, "ene ibnü'z-zebheteyni, ben iki kurban çocuğuyum" diyor. Bir, İsmâil Peygamber kurban olmak için yatırıldı, bir Cenâb-ı Peygamber'in babası Abdullah da öyle, kurbanlık için yatırıldı. Mesele oldu, dededi ahd etdi, Abdullah'ı kurban edeceğim diye, Cenâb-ı Peygamber'in babasını, sonra devbelere kur'a atdılar, beş yüz deveye kadar Abdullah'a çıkdı kur'a, beş yüzüncü devede develere çıkdı, beş yüz deve kesdi, Cenâb-ı Peygamber'in dedesi Abdülmuttalib Hazretleri, beş yüz deve, öyle kurtardılar işi. İşte onun üzerine insanların şerîatda kısası, kısas yapıldı mı, beş yüz devenin mikdarıdır kısas. Beş yüz devenin bedeli verilirse, kan sâhibi de râzı olursa, barıştırılır. Geçiyoruz.
Ve Allah İsmâil'i verdi İbrâhim aleyhisselâma. Fakat İbrâhim aleyhisselâm nezrini unutdu. Malûm ya insan cinsinden, fakat halîl.
Muhammedün beşerün lâ ke'l-beşeri
Bel hüve yâkûtün beyne'l-haceri
Manâsı şu. Peygamberler de insan ama kaldırım taşıyla zümrüd, yâkût taşı bir mi? O da taş, o da taş. Biz kaldırım taşı onlar zümrüd, yâkût gibi. Acaba anlatabildik mi? Onlar da insan ama aramızdaki fark o.
İsmâil altı yedi yaşına vardı, bir Zilhicce'nin yedinci günü akşamı, sekizinci gecesi, rüyâsında Hazret-i İbrâhim'e dediler ki, "Ûfu nezrek yâ İbrâhîm, nezrini îfâ et". Kalkdı, "Nedir benim nezrim?". Unutmuş nezrini. İnsan ya, beşer, bazan şaşar. Allah ne diyor Kur`ân'da bak şimdi : "رَبِّ هَبْ لِي مِنَ الصَّالِحِينَ rabbi heb lî mine's-sâlihîn, yâ Rabbi bana bir sâlih evlad ver" dedi İbrâhim Peygamber. "Bir evlad verirsen, o sâlih evladı, bana mutî dahi olsa, senin yoluna keserim" dedi. Allah yoluna.
Efendiler! Laf aramızda yalnız İbrâhim Peygamber çocuğun Allah yoluna kurban etmedi, hepimizin evinden kurban var. Şehîdler kurbandır. Babalarımız evladlarını göndermedi mi muhârabeye, i'lâ-yı kelimetullah için, Allah için, Muhammed için. Silahlandırıyor, cebine harçlığını koyuyor, gözlerinden öpüyor, duâ ediyor, "Haydi evlâdım, Allah seni muzaffer etsin", düşman üzerine i'lâ-yı kelimetullah için gönderiyor. Hangi hâne var şehîdsiz, soruyorum sana, hep kurban verdik. Hattâ annelerimiz beşiği sallarken, "Oğlum uyusun da büyüsün şehîd olsun, şehîd annesi olayım" diye ninni çağırırlarmış annelerimiz. Çocuğu askere giderken saçlarını kesermiş annelerimiz, çocuklarının özengilerine bağlarlarmış. Niye biliyor musun? Kâfirle cihâdda vücûdumuzdan bir nesne bulunsun diye. Annelerimiz, haminnelerimiz. İslâm dîni öyle yayıldı, öyle fedâkârlıkla. Onun için her evde şehîd var. Meselâ bizde bu son devirde elhamdülillah yedi tâne var kurban. Birinci cihân harbinden ikinci cihân harbine kadar, yedi tâne kurban var bizde.
"Ûfu nezrek". İbrâhim Peygamber düşündü, "Yâ Rabbi nedir bu?" dedi, "Nedir nezrim benim?. İkinci akşam gene yatdı, sekizinci günü akşamı, terviye gecesi, gene dediler ki, "Ûfu nezrek". Dedi, "Nedir nezrim?". İsmâil'i gösterdiler, dediler ki, "Sen demişdin ki, Allah bana bir sâlih evlad verirse, onu dahi Allah yoluna keserim, kurban ederim demişdin. İşte sana sâlih evlad verildi. Haydi bakalım".
Ah yavrum, kardeşim! Allah insanı üç şeyle imtihan eder. En mühim, ehemm-i mühim. Birisi canın, birisi paran, malın, birisi evladınla. Dikkat et ne konuşuyorum, kulağında kalsın. Küçükler siz daha yetişmediniz ama konuşduğumuza dikkat edin. "Bir zaman bir efendi bize bayram namazında böyle söylemişdi" dersin. Üç büyük imtihan vardır hayatda. En kıymetli şeyleri insanın bunlar, maddî bakımdan. Bir canın, biri malın, biri evlâdın. Üç büyük fitne vardır. Biri karın, biri malın, biri evladın gene. İnsanı evladla avrat yıkar. Dikkat et konuşduğum sözlere. Fitnedir. Çünkü Şeytan sana galebe çalamazsa, kadın vâsıtasıyla seni günaha sokar. Gösterecek zâten şimdi burada ama vaktimiz dar, vakit dar olduğu için pek anlatamayacağız, yarıda kalacak. Onun için çok mühim bu kıssa.
Arefe gecesi gene yatdı. Dedi, "Hakk oyunu üçdür" dedi İbrâhim Peygamber. Gene dediler ki, "Ûfu nezrek". Gün gibi âşikâr oldu.
Şimdi sen de kurbanını öyle yapacaksın. Tarayacaksın, kınalayacaksın, süsleyeceksin. Hakâret ederek götürmeyeceksin mezbahaya, kesmek için yani. Okşayarak. Bıçağın keskin olacak. Hayvana eziyet cefâ etmeyeceksin. Gözlerini kapayacaksın, sonunda su vereceksin. Tekbirle, tehlille keseceksin. Ve kendine bedel olduğunu söyleyeceksin Cenâb-ı Hakk'a. Bedel veriyoruz kendimize. "Yâ Rabbi o kadar çok günah yapdık ki, intihar etmek kadar vebâli oldu bizim için ama Dîn-i İslâm'da intihar etmek en büyük günahlardan bir tânesidir, onun için ne yapıyoruz, nefsimize bedel olarak kurban kesiyoruz yâ Rabbi". Gözümüze göz, kulağımıza kulak, dilimize dil, dişimize diş, burnumuza burun, ayağımıza ayak, kolumuza kol, o şekilde tekbirle tehlille kurbanı kesmek lâzım. Kesdikden sonra üçe ayırırsın. Fukarâ olanlar küpe koyabilirler, Allah için kurban, küp için kavurma. Fukaralar için olabilir. Orta hâlliler üçe ayırmalılar. Bir kısmını kendine ayırmalı. Bir kısmını konu komşuya, zengin de olsa komşularına vereceksin, zengin de olsa. Üçüncüsü fukarâya. Yalnız fukarâya öyle deri kısmını, kemik kısmını verme de biraz kendi nefsine lâyık gördüğünü dağıt. Çok zenginsen kes, bırak. Sen kasapdan alabilirsin. Bir parça al, kurban etidir, teberrükdür diye, gerisini fukarâya ver, dağıt. Zenginsin çünkü sen. Acaba anlatabildim mi? Bu kadar, geçiyoruz.
Ve Bayram sabahı İsmâil'i hazırladı annesi Hacer. Dedi, "İple bıçağı da ver de, odun toplarız". "Nereye gidiyorsunuz böyle yâ İbrâhim?". "Dosta gideceğiz, dostumuz ziyâfete çağırdı bizi". Kim o dost? Allah. Yaaa! İsmâil'i de çağırdı, beni de çağırdı, dosta ziyâfete gideceğiz, onun için İsmâil'i süsle güzelce". Süsledi İsmâil'i. Hacer'in bir şeyden haberi yok. "İple bıçak da ver, gelirken yolda belki kuru odunlara filan rast geliriz, onları toplarız, eve getiririz". O vakit öyle, dağlardan topluyorlar odunu. Mekke'de odun yok zâten. Ama kırlarda mırlarda oluyor. Onu da aldılar, beraber yola çıkdılar geliyorlar. Gelirken İblis çıkdı ortaya, evvelâ İbrâhim Peygamber'e dedi, "Yâhu sen deli misin! Bir rüyâ ile evlad kesilir mi, baksana şu çocuğa" dedi. İsmâil oynayarak gidiyor çocuk. Altı yedi yaşında olduğu için neşeli, dünyâdan hiç haberi yok, en tatlı zamanları.
Onun için çocuğa yüklenme fazla öyle, ders oku, bilmem ne filan diye. Bir kaç sene sonra üzerine ders biner, askerlik biner, evlilik biner, her şey bitdi. Onun için çocuğunu bırak oynasın azıcık. Eğer oynayacak zamanda oynatmazsan, oynamayacak zamanda oynarlar sonra. Çocukların üzerine fazla bindirmeyin öyle. Tatlılıkla. Câmiye de öyle, "Haydi evlâdım, abdest alıp câmiye gidelim" filan. "Baba ben oynayacağım". "Peki, akşam namazına gideriz". Git, yürü. Fazla üzerine düşme, dayakla, sopayla filan. Vâkıa şerîatda yedi yaşına vardığı vakitde namaz kılmazsa dövmek var ama öyle her seferinde dövmek değil.
Oynuyor böyle. Gitdiği yeri de biliyorsun, nereye gidiyorlar. Tabii baba bu, kalb bu. Çok adam gördüm ben, koyunu büyütmüş kuzudan, kesemedi. Başkasına verdi. Kesemez. Evlad bu yâhu! Oynuyor gidiyor böyle. Giderken İblis çıkdı, "Yâ İbrahim, bir rüyâ ile böyle evlad kesilir mi! Ne yapıyorsun sen, aklını başına alsana! Bak şu çocuğun güzelliğine bak. Bırak. Allah Gafûru'r-Rahîm'dir, kesme. Böyle bir şey olduğu hâlde, kesem, Allah Gafûru'r-Rahîm'dir". "Höt!" dedi, "Seni İblis seni! Eûzübillahimineşşeytânirracîm. Yüz bin İsmâil'i benim sevgilim uğruna fedâ ederim ben, yüz bin İsmâil'i! Höt! Defol oradan!". Hâib ü hâsir gitdi. Oradan annesine gitdi, Hacer'e gitdi. "Nereye götürdü biliyor musun İbrâhim çocuğu İsmâil'i?". "Nereye götürdü?".
İnsan şeklinde görünüyor. Şeytan'ı sen bekliyorsun boynuzlu, kulaklı, kuyruklu filan değil mi? Yok, insan şeklinde görünür Şeytan. Hiç farkına bile varmazsın. Çok da güzel oluyor bazen, ben gördüm. Maşâallah, hiç kıyamazsın yüzüne bakmağa.
"Çocuğu kesmeğe götürdü". Dedi, "Hiç baba evlâdını keser mi?" "Bir rüyâ gördü de rüyâda öyle zu'm ediyor, onun için". "Keserse keser, karışmayız biz" dedi. "O bir peygamberdir, Allah'dan ne emir alırsa onu infâz eder, biz de ona râzı oluruz" dedi. Oradan da hâib ü hâsir döndü. Geldi İsmâil Peygamber'e. Üç tâne taş var ya. Mekke'ye gitdik ya. Mekke' ye gidenler, size söylüyoruz. Üç yerde üç şeytan taşlıyoruz, üç yerde onlar. Üçüncüsünde Hazret-i İsmâil'e geldi, "Yâ İsmâil, sen böyle oynuyorsun zıplıyorsun ama baban seni kesmeğe götürüyor". Aldığı gibi taşı, "Babam beni kesmeğe götürebilir ve keser de" dedi, bir taş atdı, Şeytan'ın gözünü çıkardı. Kördür Şeytan'ın gözü, bir tânesi. İki gözü de kör ya, neyse. Bir tânesi kalmış, önünü görmek için. İyi ki bir tânesi kalmış, ya ikisi kalsaydı, neûzübillah.
Sonra İsmâil Peygamber'i, yatırdı kesmek için, artık kısa kesiyorum, Allah onun yerine bir kurban gönderdi, Cebrâil'le. Cebrâil tekbir alarak, "Allahuekber Allahuekber" diye geldi. Hazret-i İbrâhim, "Lâilâheillallahu vallâhu ekber" dedi, İsmâil Peygamber, "Allahuekber ve lillahi'l-hamd" dedi. Bıçakdan kurtuluyor çünkü. Hattâ dedi ki oğluna, "Yâ İsmâil, Allah seni keseyim diye bana emretdi. Ne dersin?" diye sordu İsmâil'e. Dedi ki İsmâil, "Baba, uyudun gâliba dostuna karşı" dedi, "İnsan dostuna karşı uyursa böyle rüyâlar görür" dedi, "Uyumasaydın böyle rüyâ görmezdin" dedi. Yaaa! O da peygamber çünkü. Peygamber'in ceddi.
Kurban, ondan sonra Cenâb-ı Peygamber'e, Peygamberimize vâcib oldu, "venhar" var ya Sûre-i Kevser'de. Şimdi, Ümmet-i Muhammed'e de, bize de ne oldu, vâcib oldu kurban kesmek. Hâli vakti yerinde olanlar, kurban kesmelidir. Peygamberimiz diyor ki, kısa kesiyorum artık, bitirdim, çünkü vakit geldi değil mi?, diyor ki, "Hâli vakti yerinde olup da kurban kesmeyen ister nasârâ olarak ister yahudi olarak ölsün" diyor. O kadar mühim. İkincisi "hâli vakti yerinde olup kurban kesmeyenler bizim mescidlerimize gelmesin". Bizden değil demek istiyor yani. Nezâketle böyle söylemekde.
Şimdi, bu kıssadan ne anladın sen? Emr-i ilâhîde babalar, Hazret-i İbrâhim gibi olacaklar. Gene emr-i ilâhîde evladlar, babaya itâatda, İsmâil gibi olacaklar, onu göstermekde. Allah'ın emri karşısında İbrâhim Peygamber gibi "Peki Yâ Rabbi, her şey senin, ben de seninim" diyeceksin ve derhal yerine getireceksin. Tabii bu gibiimtihanları herkes kaldıramaz, herkesin yapacağı iş değildir, âşıkların yapacağı işdir. Er kişinin işidir, her kişinin değil. Her kişi yapamaz er kişi yapar.
Allahu Teâlâ sizleri ve bizleri bugünün feyzinden feyzyâb edip her türlü şeytan şerrinden, her türlü şeytan şerrinden bizi hıfz u emîn eyleye ve nice nice seneler, böyle mübârek günlere eriştirip, böyle bayram günlerinde Allah'ı zikreyleyen, Allah'ın mescidlerine koşan, Allah rızâsını arayan, kullar zümresine dâhil kıla. Lillahi'l-Fâtiha.