İslâm nimetiyle nimetlenen, îmân nûruyla kalbleri tezyîn olan, sebeb-i hilkat-i âlem, sebeb-i hilkat-i Âdem olan, Hazret-i Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellemi herşeyinden ziyâde severek îmânını kemâle erdiren, kıyâmet gününe inanan, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olanlar! Hakk rızâsını arayanlar! Nerden gelip nereye gittiğini soranlar! Bu dünyâ âleminin fânî olduğunu bilip, bâkîye ihtiyaç duyanlar!
Yerin-göğün sâhibi, bilinen ve bilinmeyen âlemlerin mâliki olan, noksan sıfatdan münezzeh, kemâl sıfatlarıyla muttasıf, cemâl sıfatıyla muallâ olan Rabbü'l-âlemîn, ardı altımıza döşedi, semâyı direksiz üzerimize ref etti, kaldırdı. Yıldızları, ayları, güneşleri, onları da muallakda halk etti, yarattı ve tâ yaradıldığından kıyâmet gününe kadar aynı minvâl üzere hepsi vazîfesini tamâmen yapacak ve Allah'ı tesbîh edecekler ve bizi bu şekilde ışıklandıracaklardır. Yıldızlar bize yollarımızı gösterecek, ay karanlık gecemizi nûrlandıracak, güneş de gündüzlerimizi ziyâlandıracakdır. Evet. Her şey yaratıldıktan sonra, insanoğlu yaratıldı.
Denizler tuzlu kılındı, kokmasın diye. Eğer tuzlu olmasaydı, koku yapacaktı, hastalıklar zuhûra gelirdi. Bazı suları da tatlı yaptı Allau Teâlâ Hazretleri. Tatlı olmasına nisbeten, kısım kısım suları ayırdı. Dereceyle böyle. En sonunda insanı halk etti. Çünkü bu kâinâtın süsü, ziyneti insandı. Zâten semâvât ve ard, arş ve kürsî, cennet, cehennem, melek, hepsi, insan için halk olundu. İnsan da, Allahu Teâlâ Hazretleri için halk olunmuşdu. Çünkü Allah Celle Celâluhû Hazretleri böyle ilan etmişdi. "Ey Âdemoğlu, bu mevcûdâtı senin için halk etdim, seni de kendim için halk etdim". İnsanın vazîfesi de Allah'ı bilmekdi, Allah'ı bulmakdı ve Hakk'la berâber olmakdı ve Hakk'ı sevmekdi. Bu, Allah'ın hakkıydı kul üzerinde. Allah'ı şirkden berî kılmak, Allah'ı tevhîd etmek ve Allah'ı sevmek, muhabbet etmek ve emirlerine seve seve itâat etmek.
Birçok peygamberler gönderildi. Sayısı insanlarca mechûl, Allahça malûm. İtikâd ulemâsı, itikâd âlimleri, iki yüz yirmi dört bin olduğunu söylemişler. Bazıları ihtilâfa düşmüş, yüz yirmi dört bindir demişler. Bunların yüz on üç tânesi ulü'l-azim peygamber. Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Kur`ân-ı Kerîminde yirmi sekiz peygamberden bahsetmiş. Cümlesinden bahsetseydi, insanların kafasına giremezdi. insanların idrâki, bunu ihâta edemezdi. Yirmi sekiz tânesi bize kâfî geldi. Evet, bu peygamberlerin kimisi kelîm, kimisi rûhullah, kimisi safiyyullah, kimisi neciyyullah, kimisi habîbullah, kimisi de halîlullah. Allah hepsine ayrı ayrı birer rütbe vermiş. Bugün bizim anlatacağımız, dilimizin döndüğü kadar, ilmimizin yetdiği kadar, denizlerden bir katre, şemsden bir zerre, Allah'ın halîli olan İbrâhim aleyhisselâmdan bahsedeceğim. Çünkü önümüzde, bir hafta sonra, kurban bayramı var. Bu kurban bayramının ihdâsını, sizlere bir mikdar söyleyeceğiz. Çok mühim!
Bugüne kadar dinlediniz, işitdiniz, fakat bundaki bulunan sırrı ve esrârı herkes öğrenemedi, herkes anlayamadı. Bunu bir hikâye, bir kıssa gibi dinlediler. Halbuki insanların kıssalardan hisse alması lâzımdır. Herşeyin kışırında kalırsan, cevizin dış kabuğu gibi acı olur o biraz. İçine girmek lazım. Nüvesini öğrenmelidir. Çünkü bir şeyin evveli varsa onun âhiri vardır, zâhiri varsa bâtını vardır. Evvel, Âhir, Zâhir, Bâtın, Allah'dır. O, ayrı.
Halîlullahı bir mikdar anlatacağım. Halîl demek, dost demek. Hazret-i Allah, Âdem aleyhisselâmı halk edeceği vakit, melekler Cenâb-ı Hakk'a demişlerdi ki, "Yâ Rabbi, sen halîfetullah yaradacağım diyorsun ama, bunlar kan dökerler, bunlar kâinâtı fesada verirler" demişler idi. Allah da dedi ki, "Hayır siz bilmiyorsunuz, bu işi ben bilirim". Melekler dediler ki, "Yâ Rabbi, sen takdîs olunmak, tesbîh olunmak istiyorsan, biz seni takdîs ediyoruz, tesbîh ediyoruz". Milyarlarca, sayısı Allahça malûm olan melekler var, Allah'ı tesbîh ederler. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem ulûmun evvelini ve âhirini câmi' olmak münâsebetiyle, bunların hepsi mirâcda peygambere gösterildi. "Efendim, nasıl gösterildi bu kadar şey, senelere vâbeste?". Öyle değil. Allah, zamân içinde zamân halk eder, mekân içinde mekân halk eder. Mekân içinde mekân halk olundu, zamân içinde zamân halk olundu, yatağı soğumadan, yedi kat semâ, yedi kat semânın mâverâsında olan arş ve kürsî cevlan edildi, sekiz cennetin derecâtı dolaşıldı. Her bir mü'mine verilecek olan cennetin derecesi nedir bilir misiniz? Biz Kur`ân'dan söyleyelim. "وَسَارِعُٓوا اِلٰى مَغْفِرَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُۙ ve sâri'û ilâ mağfiretin min rabbiküm ve cennetin 'ardüha's-semâvatü ve'l-ard". Bir müslümana verilecek olan cennetdeki arâzî, yerden semâya kadar, gördüğü yere kadar. Düşün sen!
Peygamber sekiz cenneti de dolaşdı, cennetin bütün derecâtını. Cennet yüz derecedir. Neden? Esmâü'l-Husnâ yüz adeddir. Bin bir aded de vardır ama yüz esasdır. Ötekilerin ma'nâsı onun içindedir. Allah, Ümmet-i Muhammed'e bir esmâ vermişdir, bu esmâ, binbir esmâya da hâmildir. Hangisi biliyor musun? Allah lafzı. Esmâ-yı ef'âl, esmâ-yı sıfat, esmâ-yı zât bunun içindedir. Bize ihsân olunmuş. Mü'min, beş vakit namaz kılmak nimetine erdiyse ki, müslümanın şânıdır ve müslümanın baş vazîfesidir, İslâm'ın bir rüknüdür, Resûlullah'ın gözü nûrudur, mü'minin mirâcıdır, îmânın alâmetidir, dînin direğidir. Hep söylediklerim, hadîslerin meâllerini söylüyorum size. Namaz kılacak mü'min, kaçmak yok, kaçamak yok. Kalbim temiz filan, sakın ha! Bunlara, bu sözlere katiyyen kıymet vermeyin. Bunlar, iblislerin ve şeytanların sözüdür. "Biz bunu insandan işittik", insanlar da şeytanlardan olabilir. Şeytân'ın, İblîs'in insanlardan ordusu vardır.
Sana aldanmayacak bir yol gösteriyorum. Bu yola gidersen, bu yolun nihâyeti cennete, cemâle, rızâya ve rıdvâna varacak. Kim o biliyor musun? Hazret-i Resûl-i Ekrem'in çizdiği yol. Bitti, bu kadar. Sağa sola kaçma. Bir elinde Kitâb, Kur`ân-ı Mübîn, bir elinde Sünnet-i Resûlullah. İki kanat bunlar, seni uçuracakdır. Kanadın biri eksik olursa uçamazsın, kalırsın. Seni yerler sonra yolda. Sakın ha! İbâdet ve tâatdan geri kalmayınız.
Ey gençler! Size söylüyorum! "Ben gencim, daha önümde günler var" deme sakın ha! Ecel, ölüm ne vakit gelecek, belli olmaz. Ancak hayy u bâkî Allah'dır. Hepimiz ölümü tadacağız. O gün gelemeden evvel hemen Cenâb-ı Hakk'a hazırlıklı ol. Senin vazîfen Allah'ı bilmekdir, Allah'ı bulmakdır, Hakk'a ibâdet ve tâatdır, Allah'ı sevmekdir. Vazîfeni öğretiyorum sana. "Nerden söylüyorsun?". Kur`ân'dan. Ahkâmı her dâim genç ve dinç olan Kur`ân'dan söylüyorum. Esteîzübillah. "وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ vemâ halaktü'l-cinne ve'l-inse illâ li ya'budûn". Biz cinnileri ve insanları, görünen ve görünmeyen kuvvetleri, ancak beni bilip bana ibâdet etmeleri için halk etdim diyor Hazret-i Allah Celle Celâluhû. Vazîfen bu.
Riyâsız, ivazsız, ucubsuz, kibirsiz, hasedsiz bir ibâdet yap ki sana mirâc olsun, seni Allah'a vuslata götürsün. Riyâ yaparsan şirk-i hafî olur. Herşeyi Allah için yapacaksın. Yapdığın ne iş varsa, Allah için yapacaksın, gösteriş için yok. Gösteriş için yaparsan, kullar sana cömert der, o kadar, iş bu kadarla kalır sonra. Allah için yap, İbrâhim gibi. Halîl çünkü. Halîlullah olmak istiyor musun? Âdem gibi safî, Nûh gibi necî, İbrâhim gibi halîl ol, Mûsâ gibi kelîm ol. Muhammed sallallahu aleyhi vesellemin ümmetisin, habîb ol Allah'a. Sevgili ol Allah'a.
Allah'ı sev. Görmüyor musun, her taraf O'nun nimetleri ile dolu. Gözünün nûru sönse, hangi doktor senin gözüne çâre bulacak? Soruyorum sana. Rûhunu kabzetseler, milyarlar versen, rûhunu geri çevirebilirler mi? Kolun, elin, dilin, zâhirin-bâtının, nimet içinde yüzmekdeyiz. Yemekler, içmekler, giymekler, onlar da hâriç. Bulsak, bulmasak.
Melekler, "Yâ Rabb, Âdem'i halk edeceksin ama fesada uğratır kâinatı" dediler. "Biz seni takdîs ederiz" dediler. Allah, rivâyet ediyor Kur`ân'da bize, naklediyor. Sûre-i Bakara'da. "وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي جَاعِلٌ فِي الْاَرْضِ خَل۪يفَةًۜ قَالُٓوا اَتَجْعَلُ ف۪يهَا مَنْ يُفْسِدُ ف۪يهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَٓاءَۚ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَۜ قَالَ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ ve iz kâle rabbüke li'l-melâiketi innî câ'ilün fi'l-ardi halîfe kâlû e tec'alü fîhâ men yüfsidü fîhâ ve yesfikü'd-dimâ, ve nahnü nüsebbihu bi hamdike ve nukaddisü lek, kâle innî a'lemü mâ lâ ta'lemûn". Dediler ki "Biz seni tesbîh ederiz, takdîs ederiz", Allah dedi ki, "Benim bildiğimi siz bilmezsiniz". Âdem'i halk etdi ve ona esmâyı talîm etdi. Aslında Âdem'in yüce olması, meleklerin Âdem'e secde etmesi, Hazret-i Muhammed'in Nebiy-yi Zî-şân'ın, Nebîy-yi Ekrem'in, Allah'ın mahbûbunun nûrunun Âdem'de olmasından ötürüdür. Âdem'e, esmâ-yı ilâhî talîm edildi, Allah ona esmâyı öğretdi, Hazret-i Peygamber'e ef'âl-i ilâhîyi, esmâyı ve aynı zamanda zâtını öğretdi. Resûl-i Ekrem, esmâ-yı zâta mâlikdir. Esmâ-yı ilâhîye mâlik olduğu gibi.
Peygamberini iyi bil! Senin şefîin O'dur, kurtarıcın O'dur, müncîin O'dur. Cennetin sekiz kapısını sana açacak olan O'dur. Cehennemin yedi kapısını senin için kitleyecek olan gene Hazret-i Muhammed'dir. Şefâati ile kurtulacaksın. Cümle enbiyâ O'nun şefâatine muhtâç. Ne Mûsâ'dan hayır gelir, aleyhisselâm, ne Îsâ'dan. Hiç birisi Allah'dan senin için şefâat isteyemezler, nefislerinden gayrısını. Fakat Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem yevm-i kıyâmetde, o günün şiddet ve dehşetini görerek, arş önünde secde eder, "Yâ Rabbi, Hasanım, Hüseynim, Fâtimem, Zeynebim, Rukiyyem, Gülsümüm, İbrâhimim fedâ, ille ümmetim" der Peygamberimiz. Ve Cenâb-ı Hakk, Peygamberine söz vermişdir, Kur`ân-ı Kerîminde, Sûre-i Duhâ'da, "vele sevfe yu'tîke rabbüke fe terdâ". "Habîbim Muhammed, sallallahu aleyhi vesellem, başını secdeden kaldır, şefâatın makbûldür, sözün tutulur. Sana söz verdim, seni râzı kılıncaya kadar, sana vereceğim" der Hazret-i Allah. Kurtarıcımız O'dur. Eğer arayı iyi yapmadınsa, seni tanımıyorsa felâketdir işin! Beni tanımıyorsa, benim işim felâketdir. Ondan sonra ağlayalım biz. Yâhud şimdiden bu işe ağlayalım. Ağlayamazsak niye ağlayamıyoruz diye ağlayalım.
Hazret-i Halîlullah, İbrâhim aleyhisselâm hakkında melekler dediler ki, Âdem'e böyle itiraz etdikleri gibi, yâhud hikmetinden sordular, öyle diyelim biz, edeb hârici olmasın, dediler, "Yâ Rabbi, nasıl olur, insanlardan kendine halîl seçiyorsun, dost seçiyorsun?" dediler. Cenâb-ı Hakk'a, melekler. Melâike-i mukarrebîn. Yani mukarreb melekler, yüksek melekler. Cebrâil, Mikâil, İsrâfil, Azrâil gibi, aleyhimüsselâm. Hameletü'larş gibi. Cenâb-ı Hakk, "Gidin imtihan edin İbrâhim'i" dedi. Ve bunun üzerine İbrâhim aleyhisselâm imtihana tâbi tutuldu. Geldiler İbrâhim Peygamber'e, dediler ki, "Rabbü'l-âlemîn'i seviyor musun?". Dedi, "Ne demek sevmek, o benim herşeyim. Bir kere Allah deyin, bu sürülerimin üçde birini size hediye ederim" dedi. İnsan şeklinde geldiler. Bir kere Allah dediler.
Efendiler! Dikkat buyurunuz! Allah'ın ismi dilinde, sevgisi, îmânı kalbinde olacak. Kalbinde olmayarak dilinle Allah dersen münâfık olursun sonra. İsmullahı andığın vakit tüylerin diken diken olmalıdır. Hakk sana senden yakındır ve seninle berâberdir ve nerede olursan ol seninle berâberdir Allahu Teâlâ Hazretleri. Bunu unutma sakın ha! Her yerde. Her yere hâzır ve nâzırdır.
Sonra dedi ki "Bir daha Allah deyiniz", bir daha Allah dediler, sürünün üçde ikisini infâk etdi. "Bir daha Allah deyiniz" dedi. Üçüncüde sürünün hepsini verdi. Şaşırdı melekler. Dediler ki "Biz melâikeyiz, seni imtihana geldik" dediler. "Ben Allah için verdiğimi geri almam" dedi. "Bunları vakıf yapınız, ibâdullah bu vakıfdan istifâde etsin" dedi. İlk vakıf kuran Hazret-i İbrâhim aleyhisselâmdır. Vakıfçılara haber verin, öğrensinler. İlk vakfı kuran İbrâhim Peygamber'dir. Sonra imtihan oldu İbrâhim aleyhisselâm.
İnsanlar neyle imtihan olurlar? Soruyorum size. Üç şeyle imtihan olurlar. En ehemm ü mühim. Biri nefsi. Sen nefsinle imtihan oldun mu? Olmadık daha biz. Sonra evlâdıyla, malıyla. İbrâhim Peygamber hem malıyla, hem canıyla imtihan oldu, hem evlâdıyla imtihan oldu. Nemrud, İbrâhim'i ateşe atdı. Onu anlatmayacağım. Onlar başka zaman anlatılacak şeyler. Bize lüzûmlu olan İsmâil aleyhisselâmın kıssasını anlatacağım.
Evlâdıyla mübtelâ oldu, imtihan oldu. En güç, evlad. Meleklere demişdi ki, "Bunun ne kıymeti var, bu sürülerin". Çünkü bir seferinde de beş bin sığır, bin deve, sayısız hayvan kurban etmiş, fukarâya dağıtmışdı. Çok zengindi İbrâhim aleyhisselâm. Allah ona ikrâm etmişdi. Hiç bir zaman serveti onu Allah yolundan men etmemişdi. Servetin zerre kadar muhabbetini kalbine koymamış, Allah'dan başka kalbinde hiç bir sevgi ve muhabbet yokdu. Çünkü halîlullah. "Bunun ne kıymeti var" dedi. "Allah bana bir evlad versin onu da Allah yoluna kurban ederim" dedi. Allah nurtopu gibi İsmâil'i ona ihsân etdi. Peygamber oğlu peygamber. Resûl-i Ekrem'in de ceddi, İsmâil aleyhisselâm. İbrâhim'den iki çocuk oldu, birisi İshak, Yakub'un babası, Benî İsrâil'e gider oradan şecere. İsmâil de Cenâb-ı Peygamber'in dedeleri.
Burda bir sır söyleyeceğim, kulağında kalsın. Salavâtlarda "Âl-i İbrâhim" okuyorsun, bu "Âl-i İbrâhim" kimdir biliyor musun? "Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ salleyte alâ ibrâhîme ve alâ âl-i ibrâhîm". Bu "Âl-i İbrâhim" kimdir? İbrâhim'in âli. Hazret-i İbrâhim'den Cenâb-ı Peygamber'e gelinceye kadar Peygamber'in dedeleridir. Bazı ahmaklar, "Peygamber'in babası mı küfür üzerine gitdi, anası mı?" diye ileri geri konuşuyorlar. Sen kendi ananın babanın küfrüne bak, amcanın küfrüne bak. Resûlullah'ın anasıyla babasıyla uğraşma sen. Terbiyeye muhâlifdir böyle şeyler. İmâm-ı Azam'ın Fıkh-ı Ekber'inde vardır ama o, "Mâ mâte 'alel küfr"dür. Orda mâ-i nâfiye vardır, baş tarafında. Sonra silmişler onu. Ne olduysa. Esâsında mâ-i nâfiye vardır baş tarafında.
Ve İsmâil yedi yaşına vardı. Böyle tam babanın gözünü ve kalbini süslüyor. Muhabbeti üzerine akmak üzere. Fakat Zilhicce'nin yedinci günü akşamı rüyâsında Hazret-i İbrâhim'e "Ûfû nezrek yâ İbrâhim, nezrini îfâ et" dediler. Allah'a söz verdin, çocuğu kes bakalım dediler. Uyandı İbrâhim Peygamber, durdu, düşündü, taşındı, durakladı ve dedi ki, "Bu emir üç defa olsa da öyle yapsak" dedi. Baba değil mi, akdı kalb biraz. Durakladı Peygamber. İkinci gece gene yatdı, gene geldiler, "Ûfû nezrek yâ İbrâhim, nezrini îfâ et" dediler. Üçüncü gece, arefe gecesi, gene geldiler, "Ûfû nezrek yâ İbrâhim, nezrini îfâ et". Anlaşıldı, nezrin ne olduğu meydana çıkdı. Hani demişdi ya meleklere, "Allah bana bir evlad verirse, erkek evlad, onu dahi keserim Allah yoluna" demişdi.
Ertesi gün çağırdı, bayram günü, şimdi bizim bayram yapdığımız gün yani Zilhicce'nin onuncu günü. İsmâil'i karşısına oturtdu, dedi ki;
İyi dinle, kulağını benden yana ver!
Esteîzübillah. "Yâ büneyye! İnnî erâ fi'l-menâmi ennî ezbahüke fenzur mâ zâ terâ" "Evlâdım! Yavrucuğum! Ben gece rüyâmda gördüm, Allah emretdi, seni kesmekle emrolundum" deyince İsmâil başını kaldırdı, "Sen Allah'ın halîlisin baba! Halîline karşı uyursan böyle rüyâlar görürsün tabii mübtelâ olursun. Halîle karşı halîl uyur mu?".
İbrâhim Peygamber'e Melekü'l-mevt gelmiş de rûhunu kabzedecek, İbrâhim aleyhisselâm meleğe demiş ki, "Hiç halîl halîlin rûhunu kabzeder mi?" demiş. Hakk Teâlâ buyurdu ki, "Yâ İbrâhim, halîl halîle gelmekden kaçınır mı?" dedi. "Dost dosta gelmekden kaçınır mı?" dedi.
Böyle latîfeler olur bazen. Allah kullarıyla latîfe eder bazen. İnşâllah o lezzetleri duyarsın. Bu âlemden duyarsın. Hakk Teâlâ bazı kulları öyle sever ki, onlarla latîfe yapar. Bazen canını acıtıverir. Çocuğu severken, bazı sevdiğin çocuğun, kulağını çimdiklersin, yanağına filan vurursun, onun gibi olur bazen de. Sabret! Metânet göster! Gene Rabb'e sığın. Allah'a sığın gene. Dedi, "Baba, insan dostuna karşı uyursa böyle rüyâlar görür tabii" dedi. "Sen mâdem ki halîlsin, dostsun, dostuna karşı niye uyudun? Uyumasaydın böyle rüyâ görmezdin".
Burada hutbenin küçük bir kısmı kayda alınamamışdır. Biz kıssanın eksik kalan kısmını Efendi Hazretlerinin diğer bir vaazından alarak tamamladık. "Mâdem ki Allah'ı seviyordun, Allah'ın dostu idin, niye Hakk'a karşı uyudun?" Mâdem ki dostuna karşı uyudun, işte böyle belâlarla mübtelâ olursun, kesmekle emr olunursun beni” dedi. Ve buyurdu ki, “قَالَ يَٓا اَبَتِ kâle yâ ebeti”, ey benim babacığım, ey benim efendim, mevlam, babam, babacığım, “افْعَلْ مَا تُؤْمَرُۘ if’al mâ tu’mer”, Allah sana ne emretdiyse onu bana yap, ben râzıyım, "سَتَجِدُن۪ٓي اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ مِنَ الصَّابِر۪ينَ se tecüdünî inşâallah mine’s-sâbirîn", sen beni sâbirlerden bulursun, sana karşı isyân etmem. Mâdem ki Allah benim kesilmemi emrediyor, boynum sana kıldan incedir” dedi. Ve İbrâhim Peygamber’e dedi ki, “vasiyetim var babacğım, benim ellerimi bağla” dedi. “Çünkü canım acıdığı vakitde ola ki tepinirim, sana çarparım, seni incitirim” dedi, “seni incitmeyeyim” dedi, “can acısıyla bilmem” dedi, “kesildiğim vakitde can acısıyla çarpacağım, seni incitirim, elimi bağla” dedi. İbrâhim Peygamber elini bağlamağa kalkdı, “Yok yok baba, bağlama elimi. Sonra millet der ki, ümmet der ki, İsmâil babasına sabretmedi, kâtiller gibi, cânîler gibi elini bağlatdı Allah’ın emrine karşı derler. Ben sabrederim” dedi.
Ondan sonra Cenâb-ı İbrâhim aleyhisselâm, İsmâil'i yatırdı. Bismillahi Allahuekber dedi, bıçağı vurdu İsmâil'in gırtlağına, fakat bıçak kesmedi. Bir daha hamle etdi olanca kuvvetiyle İbrâhim Peygamber, gene kesmedi. Bir daha hamle etdi, gene bıçak kesmeyince, fenâ hâlde âsâbı bozuldu, taşa vurdu bıçağı, "Yumuşak ete geçmez mi?" dedi, vurdu taşı kesdi. Yumuşak bir eti kesmeyen bıçağı taşa vurdu, taş iki parça oldu. Dedi, "Yâ Rabbi, bu ne işdir?".
Dikkat buyur konuşduğum sözlere! Saçmalamıyoruz.
"Yumuşak eti kesmiyor, taşı kesiyor" deyince, bıçak şöyle söyledi. "Yâ İbrahim! Sen kes diyorsun, Rabbü'l-âlemîn kesme diye emrediyor. Hanginizi dinleyeyim?" dedi. Öyleyse müsebbib-i hakîkî Allah'dır, ne bıçak keser adamı, ne ateş yakar, ne su boğar. Müsebbib-i hakîkî Allah'dır, onlar sebebdir. Sebebsiz şey olmaz. Allah herşeyi bir sebebe bağlamışdır kâinâtda ama müsebbib-i hakîkî Allah'dır. Sonra o ara tekbîr getirildi ve Hazret-i Cebrâil kendisine bir kurban , İsmâil'e bedel olarak, "Rüyân tasdîk olundu, sözünü yerine getirdin yâ İbrâhim, İsmâil'in yerine bu kurbânı kes" dedi ve bize, Ümmet-i Muhammed'e bu vâcib oldu. Efendimiz de kesdi kurbanlarını. Hattâ haccetü'l-vedâ'da Efendimiz, yüz kurban kesdi, yüz kurban! Altmış üçüncü kurbanı kesdi bırakdı, gerisini İmâm-ı Ali tamamladı. Çünkü Cenâb-ı Peygamber altmış üç yaşında âlem-i cemâle göçecekdi, ona işâret vardı orda. Altmış üçüncü kurbanı kesdi ve bırakdı. Gerisini, otuz yedi kurbanı, İmâm-ı Ali tamamladı, ikmâl etdi. Yüz kurban kesdi.
Bak görüyorsun ya Allah'ı sevenler, habîbler, halîller, Allah yolunda nasıl mallarını sarf ediyorlar.
Burda bir incelik söyleyeyim, geçeceğim. Bunu hep dinlediniz siz hocaefendilerden. Biz buna daha arîz amîk de anlatırdık ama vakit dar.
Allah'ı sevenler halîller, habîbler, mallarını, canlarını Allah yolundan sakınmıyorlar. Gözlerini budakdan sakınmıyorlar Allah için. Sen de böyle ol. Çünkü sen Muhammed aleyhisselâma bendesin, Allah seni kulluğa kabûl etmiş, Kitâb-ı Kerîminde, "yâ eyyühellezîne âmenû" hitâbıyla hitâb edip, sana îmânı lâyık görmüş, seni kendine muhâtab kılmış, karşısına almış Allah seni.
Şimdi burdaki incelik nedir? Efendiler! Emr-i ilâhîde, babalar, Hazret-i İbrâhim gibi olacak. Îcâb ederse evlâdını bile kurbana yatıracak. Hiç gözünü kırpmadan. Evladlar da, babaya itâatda İsmâil gibi olacaklar. Bunu göstermekde. Bir sırrını söyledim size bunun. Bu işin bir sırrını söyledim. "Efendi, nasıl olur insan evladını kurban eder mi?". Sen nice kurban verdin de haberin yok senin evladlarından. Nerede? İbrâhim Peygamber Mine'de kesdi kurbanını, sen kurbanını i'lâ-yı kelimetullah için harb meydanlarında verdin. Hangi hâne var, Allah için kurban vermeyen? Soruyorum sana! Evladını, ammisini, dayısını, babasını, dedesini. Soruyorum, hepinize hitâb ediyorum. Hepimizin hânelerinde kurban var, değil mi? Yani Allah için şehîd verdik. Onu söylüyorum.
Şimdi paraya kıymak lâzım. Kurbanlar biraz pahalıymış. Pahalı deme. Kendi bineğini hazırla. Çünkü kurbanlar insanların binekleridir. A'mâl-i sâlihanın kâffesi böyledir. Tabutlar boş gitmiyor. Tabutlar boş gitmez. Sen zannediyorsun ki, içine yalnız ölüyü koyup götürüyorlar. Hayır! Tabutun içerisinde ölünün ameli de berâber gider. İster iyilik, ister kemlik.
Ne kutlu şu kimseye ki, tabutunu ve kabrini nûr-i tevhîd ile doldurdu. Ne kutlu, ne mutlu şu kimseye ki, a'mâl-i sâlihâtını kabrinde kendisine yoldaş etdi. Ne kutlu, ne mutlu şu kimseye ki, mahşer gününde âvâre kalmadı, Resûl-i Ekrem onun kolundan tutdu da, Livâ-yı Hamd altına, bayrağı altına onu çekdi aldı.Ne kutlu, ne mutlu şu kimseye ki, kıyâmet gününde aç ve susuz kalmadı. Hazret-i Peygamber'in elinden, Hazret-i Ali'nin yedinden, Âb-ı Kevser'den sîrâb oldu, defteri sağ cânibinden atâ oldu, mizânının sağ kefesi sakîl oldu, nârdan âzâd oldu, şefâat-i Resûlullah ile kendisi handân oldu, cennete dâhil oldu.
Gençliğinize, câhınıza, malınıza, dayandıklarınıza sakın güvenmeyiniz. Hepsi gelip geçicidir, bir gölgeden farkı yokdur. Gençliğiniz de böyledir. Biz de genc idik. Ölüler de yaşıyorlardı, vaktiyle ölenler. Dünyâyı parsellemişlerdi. Pâdişahlar, kırallar, "ene rabbükümü'l-a'lâ" diyen Firavunlar, "yer tanrısıyım" diyen Nemrudlar, ne oldular? Gelip geçdiler. Kim ki Allah dedi, o kazandı. Kim îmân etdi, o kazandı. Kim a'mâl-i sâliha erbâbı oldu, o kazandı.
Onun için gençler size hitâb ediyorum! Orta yaşlılar size hitâb ediyorum! Saçlarına ak düşenler, size hitâb ediyorum! Tövbe istiğfâr ediniz. Allah'a rücû ediniz. İbâdet ve tâata başlayınız. Sakın ihmâl etmeyin. Yarın yaparım, öbür gün yaparım, tekâüd oldukdan sonra yaparım demeyiniz. Tekâüd olursun fakat ömründen fırsat kalmaz. At olur meydan olmaz. Hemen ibâdet ve tâat! Ve günahlardan yüz çevir, tövbe istiğfâr eyle. Lisânını tevhîd ile süsle, yüzüne nûr-i Muhammed gelecek. Allah'a secde et, alnın eser-i secde ile tezyîn olacakdır, süslenecekdir. Gönlünden Allah'dan ve Resûlünden gayrısnın muhabbetini çıkar. Gönlün bir beytullah olsun. Dünyâ ve âhiretin sana nûr olsun. İki cihânda azîz olasın.
Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.
Mine'de baş eğdik kurbâna geldik
Çün bezm-i elestde Hakk'a söz verdik
Halîlü'r-Rahmân'ın sırrına erdik
Muhammed'e vardık Allah aşkına
www.muzafferozak.com