1 Ağustos 2020 tarihinde yayınlanmıştır.
Kurban kelimesi, kurbiyyetden, yakınlıkdan gelir. Halîlullah'ın, Allah'ın halîli, sevgilisi, dostu olan İbrâhim Halîl'in kendi oğlu, ciğerpâresi, kendi evlâdını Allah yoluna kurban etmesini ahd edip ve o gün o sözünü yerine getirmesinden kinâye olarak Ümmet-i Muhammed'e de kurban kesmek vâcib olmuş. Ve Resûl-i Ekrem'e de Cenâb-ı Allah Kur`ân-ı Kerîminde Efendimize hitâben, O'na hitâben ve Peygamber'in şahsiyyetinde bize hitâb, "venhar" âyetiyle, "kurban kes" âyetiyle, emr ü fermân buyurmuşdur. Bugün o günü tes'îd ediyoruz bugün ki, İslâm'ın rüknünden bir rükün.
Hac ibâdeti, aynı zamanda. Bak görüyorsun ya, gazetelerde yazıyor elhamdülillah, eskiden gazetelerimiz yazmazlardı, şimdi gazetelerimiz de yazıyor, serbest serbest böyle, şimdi Ümmet-i Muhammed Mina'da toplandılar.
Bin koyun yani bin koç kesmiş İbrahim Peygamber. Allah yoluna bin koyun, bin koç kesmiş İbrâhim aleyhisselâm.
O vakit de bin koç kesmek, senin bildiğin bu şekilde değil. Bu şekilde kesmiyorlar. Dağ başına koyuyorlar, gökden ateş iniyor. Kabûl olan kurbanları yakıyor. Eğer kabûl olmazsa yakmıyor. Yaa! Bir de o var. Şimdi Cenâb-ı Allah onu Ümmet-i Muhammed'e gizledi. Kurban kesiyoruz, Allah kabûl etdi mi etmedi mi bilmiyoruz. Gizli. Bir de düşün ki, kurbanını kesemiyorsun, herkesçe malûm oluyor ki senin kurbanın kabûl olmadı. Rezâlete bak! Allah setr ediyor Ümmet-i Muhammed'e. Allah'ın bize büyük lutufları var.
Üç yüz sığır, yüz deve kurban etdi İbrâhim Peygamber. Herkes taaccüb etdi, bin koç, üç yüz sığır, yüz deve, nasıl olur filan deyince, Hazret-i İbrâhim dedi ki, "Allah bana evlad verseydi, bir erkek evlad, halîlim uğruna onu da kurban ederdim" dedi. Hem de ateşe koymazdım, kendi elimle bıçakla keserdim kafasını. Onun üzerine Cenâb-ı Hakk ona İsmâil Peygamber'i verdi, İsmâil aleyhisselâmı. O da peygamber, bak, peygamber oğlu peygamber. Resûl-i Ekrem'in ceddi. Ve Allah İsmâil'i verdi İbrâhim aleyhisselâma. İbrahim aleyhisselam, malum ya, insan cinsinden fakat halîl.
İsmâil altı-yedi yaşına vardı. Bir Zilhiccenin yedinci günü akşamı yani sekizinci gecesi, rüyâsında Hazret-i İbrâhim'e dediler ki, "Ûfû nezrek yâ İbrâhim, Nezrini îfâ et". Kalkdı, "nedir benim nezrim?". Unutmuş nezrini. İnsan ya. Beşer, bazan şaşar. "Ûfû nezrek". İbrâhim Peygamber düşündü. "Yâ Rabbi nedir bu?" dedi. İkinci akşam gene yatdı, sekizinci günü akşamı, terviye gecesi. Gene denildi ki, "ûfû nezrek". Dedi, "Nedir nezrim?". İsmâil'i gösterdiler. "Sen demişdin ki, Allah bana bir sâlih evlad verirse onu dahi Allah yoluna keserim, kurban ederim demişdin. İşte sana sâlih evlad verildi. Haydi bakalım". Arefe gecesi gene yatdı. "Hakk oyunu üçdür" dedi İbrâhim Peygamber. Gene dediler ki, "Ûfû nezrek". Haaa! Gün gibi âşikâr oldu.
Mekke'de oturuyorlardı. Mekke şehri, dünyânın ilk evvel kurulan şehri. "إِنَّ أَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذِي بِبَكَّةَ مُبَارَكًا وَهُدًى لِّلْعَالَمِينَ inne evvele beytin vudi'a linnâsi lellezi bi bekkete mübâreken ve hüden lil 'âlemîn". İlk şehir, ilk mescid.
Bayram sabahı, İbrâhim aleyhisselâm karısı Hâcer'e dedi ki, "İsmâil'i süsle, giydir, kuşat, saçlarını yıka, tara, kınala". O devirde moda. Ve bayram sabahı annesi Hâcer, İsmâil'i hazırladı. Dedi, "İple bıçağı da ver de, odun toplarız". "Nereye gidiyorsunuz böyle yâ İbrâhim?". "Dosta gideceğiz, dostumuz ziyâfete çağırdı bizi". Kim o dost? Allah yaa! "İsmâil'i de çağırdı, beni de çağırdı, dosta ziyâfete gideceğiz, onun için İsmâil'i güzelce süsle" dedi. Hâcer, İsmâil'i güzelce süsledi. Hiç bir şeyden haberi yok. "İple bıçak da ver, gelirken yolda belki kuru odunlara filan rast geliriz, onları toplarız, eve getiririz" dedi. O vakit öyle. Mekke'de odun yok, ot yok. Ama kırlarda mırlarda oluyor böyle. Onu da aldılar. Berâber çıkdılar geliyorlar. Gelirken İblis, çıkdı ortaya. Evvelâ İbrâhim Peygamber'e gitdi. "Yâhu sen deli misin? Bir rüyâ ile evlad kesilir mi? Baksana şu çocuğa" dedi. İsmâil oynayarak geliyor çocuk. Altı-yedi yaşında olduğu için, neşeli, dünyadan hiç haberi yok. En tatlı zamanları. Oynuyor böyle. Gitdiği yeri biliyorsun, nereye gidiyorlar. Baba bu! Kalb bu! İnsan kedisini, büyütdüğü kediyi bile kesemez. Ben çok adam gördüm koyunu büyütmüş kuzudan, kesemedi, başkasına verdi. Kesemez. Evlad bu yâhu! Oynuyor, gidiyor böyle. Giderken İblîs çıkdı. "Yâ İbrahim, böyle bir rüyâ ile evlad kesilir mi? Ne yapıyorsun sen? Aklını başına alsana! Bak sen şu çocuğun güzelliğine bak. Bırak! Allah Gafûru'r-Rahîm'dir. Kesme!". İbrâhim Peygamber, "Höt!" dedi "Seni İblîs seni! Eûzübillahimineşşeytânirracîm. Yüz bin İsmâil'i Allah uğruna fedâ ederim. Yüz bin İsmâil'i. Höt! Defol ordan! "dedi. İblîs hâib u hâsir gitdi. Ordan annesine gitdi, Hâcer'e gitdi. "İbrâhim çocuğu İsmâil'i nereye götürdü biliyor musun?". "Nereye götürdü?".
İnsan şeklinde görünüyor. Şeytanı sen bekliyorsun, boynuzlu kulaklı kuruklu filan, değil mi? Yok! İnsan şeklinde görünür Şeytan. Hiç farkına bile varmazsın. Çok da güzel oluyor bazan. Ben gördüm. Maşallah. Hiç kıyamazsın yüzüne bakmaya.
"Çocuğu kesmeğe götürdü" dedi. Hâcer, "Hiç baba evladını keser mi?" dedi. Şeytan, "Bir rüyâ gördü de, rüyâda öyle zu'm ediyor, onun için" dedi. Hâcer, "Keserse keser, karışmayız biz" dedi. "O bir peygamberdir, Allah'dan ne emir alırsa onu infâz eder. Biz de ona râzı oluruz" dedi. Orda da hâib ü hâsir döndü. Geldi İsmâil Peygamber'e.
Üç tâne taş var ya. Mekke'ye gitdik ya. Mekke'ye gidenler size söylüyoruz, Mine'ye. Üç yerde üç şeytan taşlıyoruz. Üç yerde bunlar.
Üçüncüsünde Hazret-i İsmâil'e geldi, "Yâ İsmâil, sen böyle oynuyorsun zıplıyorsun ama baban seni kesmeğe götürüyor" dedi. İsmâil aldığı gibi taşı, "Babam beni kesmeğe götürebilir ve keser de" deyip bir taş atdı, şeytanın gözünü çıkardı. Şeytanın bir gözü kördür. İki gözü de kör ya neyse. Bir tânesi kalmış önünü görmek için. İyi ki bir tânesi kalmış, ya ikisi de görseydi neûzübillah. Sonra götürdü İsmâil Peygamber'i, yatırdı kesmek için. Artık kısa kesiyorum. Allah onun yerine kurban gönderdi. Cebrâil'le. Cebrail, tekbir alarak, "Allahu ekber Allahu ekber" diye geldi. Hazret-i İbrâhim, "Lâ ilâhe illallahu vallahu ekber" dedi. İsmâil Peygamber, "Allahuekber ve lillahil hamd" dedi. Bıçakdan o kurtuluyor çünkü.
Hattâ dedi ki oğluna, "Yâ İsmâil, Allah emretdi ki seni keseyim diye bana emretdi, ne dersin?" diye sordu. Dedi ki İsmâil, "Baba, dostuna karşı uyudun gâliba. İnsan dostuna karşı böyle uyursa, böyle rüyalar görür. Uyumasaydın böyle rüyâ görmezdin" dedi. Yaa! O da Peygamber çünkü. Peygamber'in ceddi.
Ondan sonra Peygamberimize vâcib oldu. "Venhar", Sûre-i Kevser'de. Böylece Ümmet-i Muhammed'e kurban kesmek vâcib oldu. Hâli vakti yerinde olanlar kurban kesmelidir. Peygamberimiz diyor ki, kısa kesiyorum artık, bitirdim, çünkü vakit geldi, değil mi? Diyor ki, "Hâli vakti yerinde olup da kurban kesmeyen, ister nasârâ olarak ister yahudi olarak ölsün" diyor. O kadar mühim! İkincisi, "Hâli vakti yerinde olup da kurban kesmeyenler bizim mescidlerimize gelmesin". Yani bizden değil demek istiyor. Nezâketle böyle söylemekde.
Allahu Teâlâ sizleri ve bizleri bugünün feyzinden feyziyâb edip, her türlü şeytan şerrinden, her türlü şeytan şerrinden bizleri hıfz u emîn eyleye ve nice seneler, nice nice seneler, böyle mübârek günlere eriştirip böyle bayram günlerinde Allah'ı zikreyleyen Allah'ın mescidlerine koşan Allah rızâsını arayan kullar zümresine dâhil kıla. Lillahi'l-Fâtiha.