Kuşadalı İbrâhim Halvetî Hazretleri, Aydın vilâyetinin Kuşadası kasabasına bağlı Çınar köyündendir. 1774 senesinde dünyâya gelmişdir. Okuma-yazmayı annesinden öğrenmişdir. Aydın'da, Denizli'de ve Anadolu'nun muhtelif yerlerinde ilim tahsîl etdikden sonra İstanbul'a gelerek Fâtih'te bugün Millet Kütüphanesi olarak kullanılan Feyziyye Medresesi'ne yerleşmiş, burada Hoca Emin Efendi'ye talebe olmuşdur. Tahsîlini bitirmek üzere olduğu bu dönemde, hâli tavrı değişmiş, çoğu zaman hücresine kapanarak vaktinin büyük bir kısmını ibâdet, tâat, zikrullah ve mücâhedeye ayırmışdır. Hazret mücâhedede o kadar ileri gitmişdir ki soğuk kış günlerinde ayakları buz kesmiş ve döşeme tahtasına yapışmışdır.
İşte bu mücâhedenin bereketiyledir ki kısa bir müddet sonra, bir mürşidi kâmile kavuşmuşdur. Şöyle ki, bir ara bir âyetin ma'nâsı üzerinde uzun uzun tefekkür etdiği hâlde, işin içinden çıkamamış, bir arkadaşının teklîfiyle Şeyh Beypazarlı Ali Efendi'ye müracaat etmişdir. Tarîk-i Halvetiyyenin Şabâniyye şubesinin Çerkeşiyye kolunun pîri Çerkeşî Mustafa Efendi’nin halifelerinden biri olan bu zât, âyetin hem zâhir ma'nâsını hem de bâtın ma'nâsını o kadar güzel îzâh etmiş ki, ona hayrân kalan Kuşadalı Hazretleri, hemen kendisine intisâb etmiş ve böylece "وَالَّذ۪ينَ جَاهَدُوا ف۪ينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَاۜ vellezîne câhedû fînâ le nehdiyennehüm sübülenâ" âyetinin sırrı zahir olmuşdur.
Kuşadalı Hazretleri seyr u sülûkünü dört yılda tamamlamışdır. Şeyhinden icâzet alması da şöyle olmuşdur. Bir gün mürşidi yemeğini yerken, "Oğlum, gel sen de ye" deyince, "Azîzim, siz yerken benim karnım doydu" demiş. Ertesi gün de o yerken şeyhinde tokluk hâsıl olmuş. Bunun üzerine Ali Efendi, "Evlâdım, artık vücûdlar birleşdi. Bendeki hâl, sende arz-ı cemâl eyledi. Burada durmayıp, Mısır'a gitmeniz, orada neşr-i feyz etmeniz münâsib olur" diyerek kendisine halîfelik ve irşâd icâzeti vermişdir.
Beypazarlı Ali Efendi'den aldığı emir üzerine irşâd vazîfesiyle Mısır'a giden Kuşadalı Azîz, Kâhire'de Gülşenî Dergâhında ikâmet etmiş, fakat her nedense bir takım hasedçilerin tezvîrâtı yüzünden Mısır'ı terk etmek mecbûriyetinde kalmışdır. 1820 senesinde İstanbul'a dönmüş ve bir müddet Feyziyye Medresesinde ikâmet etdikden sonra Aksaray Sineklibakkal’da kendisi için yapdırılan tekkenin meşîhatını kabûl ederek irşâd faaliyetine başlamışdır. Buradaki irşâd faaliyeti tekkenin yandığı 1832 senesine kadar devâm etmişdir.
Yangın başladığında Hazret-i Şeyh tekkede ihvânı ile sohbetdeymiş. "Efendim büyük bir yangın var, bu tarafa doğru geliyor" diyerek yangını haber vermişler, Hazret istifini hiç bozmamış, sohbete devâm etmiş. Bir müddet sonra yine bir haberci gelmiş, "Efendim, yangın iyice yaklaşdı" demiş, Hazret sohbete yine devâm etmiş. Biraz sonra "Efendim, yangın tekkeye sıçradı" dediklerinde, "Peki öyleyse çıkalım. Elhamdülillâh merasimden kurtulduk" demişdir. Yangından sonra tekkenin yeniden yapılmasına müsaade etmemiş ve "Bundan sonra seyr u sülûk husûsî sohbetlerle devam eder, artık tekkelerde eski feyz kalmamışdır" buyurmuşlardır.
Hazret-i Şeyh, bir yıl kadar Koska civârında kirâladığı bir evde, sonra da Fatih Çarşamba Pazarında Papasoğlu Medresesi'nin karşısındaki bir evde oturmuş ve irşâdını evindeki sohbetleriyle yapmışdır. Bu faaaliyet hacca gitmek üzere İstanbul'dan ayrıldığı 1843 yılına kadar yaklaşık on sene sürmüşdür. Bu devre şâhidlik eden ve Kuşadalı Azîz'i gâyet iyi tanıyan Ahmed Cevdet Paşa, Tezâkir adlı eserinde O'ndan şöyle bahseder :
Kuşadalı İbrâhim Efendi, ol 'asrın en büyük âdemlerinden zâhir ü bâtını ma'mûr bir zât idi. Büyük küçük pek çok kimseler, kendisinden ahz-i dest-i inâbetle ona mürîd olmuşlar idi. Vüzerâdan ve ricâlden pek çok zevât konağına gelip huzûruna girmek üzere sofada nöbet beklerler idi. Sôfiyye mesleğine sâlik olmadığımız halde biz de komşuluk hasebiyle gidip görüşürdük ve en büyük hocaefendilerden halledemediğimiz şübühâtı ondan istikşâf ile hallederdik. 'Ulûm-i 'âlîyyeden ve 'ale'l-husûs tefâsirden hangi mebhas açılsa fevkalâde tedkîk eyler ve hâtırlara gelmedik nüket ü mezâyâ söyler idi.
Hazret-i Şeyh, 1843 senesinde hacca gitmiş, hac dönüşü Şam'a gelmiş, üç sene kadar Şam'da kalmışdır. 1846 senesinde İkinci defa haccetmek üzere yüzden ziyâde bendesi ile Şam'dan ayrılmış, haccını îfâ etmiş, Medîne-i Münevvere ziyâretinden sonra koleraya yakalanmış ve Mekke yolu üzerinde hacıların ihram giydikleri Râbığ mevkiinde Hakk'a yürümüşdür. Vefâtına "şeyh-i ekmel-i devrân" ve "hâtem-i dehr bûd" terkîbleriyle târih düşürülmüşdür. Bendegânından Aydî Baba Hazret'in vefâtını haber alınca şu hazîn nutku îrâd etmişdir :
Hocam bekâya gitdi ben kaldım ağlayu ağlayu
Akdıkça kan bu dîdeden sildim ağlayu ağlayu
Geldi dil deryâsı cûşa döndüm ol demde bî-hûşa
İhtiyârsız başım taşa çaldım ağlayu ağlayu
Artdı çün derdim âh ile göz kan döker dilhâh ile
Ser-tâ-kadem eyvâh ile doldum ağlayu ağlayu
Yandı dil nâr-ı firkate sabr olunmaz bu hasrete
Şimdi deryâ-yı hasrete daldım ağlayu ağlayu
Altmış üçün Zilhiccesi göçmüş meşâyih zübdesi
Rabığ'da envâr türbesi bildim ağlayu ağlayu
Cismim yanar bu nâr ile gönlüm dolar bu zâr ile
Bağrım firâk-ı yâr ile deldim ağlayu ağlayu
Boynum eğip sünbül gibi feryâd edüp bülbül gibi
Aydî iken ben gül gibi soldum ağlayu ağlayu
Kuşadalı Hazretleri ile ilgili en geniş ve sağlam bilgiyi, bendegânından Enderûnlu Ali Âlî Efendi'nin Hidâyetü'l-Velî fî Vâridâtı Kuşadalı nâmındaki eserinde buluyoruz. Bu eser, Hazret-i Şeyh'in hayâtı, meşrebi, irşâd usûlü hakkında ilk elden bilgi vermesi bakımından çok kıymetlidir. Nitekim daha sonra hep ana kaynak olarak bu eser kullanılmışdır. Biz de ondan çok istifâde etdik.
Ali Âlî Efendi, şeyhine olan büyük muhabbetini bir de şu şiiriyle dile getirmişdir :
Ey gönül tahtına sultân-ı cihân Kuşadalı
Âşıkın hâne-i kalbinde nihân Kuşadalı
Görünür ârife vech-i ehadiyyet sende
Cân-ı cân cân-ı cihân cân-ı cinân Kuşadalı
Secde kıldım göricek iki kaşın mihrâbın
Bülbül-i sırdan erüp gûşe ezân Kuşadalı
Seyr-i fillâha varup kâf-ı fenâ ankâsı
Çağırır derd ile bâ-savt u zebân Kuşadalı
"Külle yevmin hüve fî şe'n" ile ıtlâka varup
Bulamam senden o vâdîde nişân Kuşadalı
Zîb-i destârım edüp bâğ-ı bekâ güllerini
Olmuşam ben dahi bir gülşen-i cân Kuşadalı
Kendini kendine verdi arada Âlî hiç
Cism ü cân çeşm ü lisân kevn ü mekân Kuşadalı
Kuşadalı Azîz hakkında bize geniş malûmat veren diğer bir zât da meşhûr Sefîne-i Evliyâ müellifidir. Hüseyin Vassaf Efendi o büyük eserinde Kuşadalı Hazretlerine oldukça geniş bir yer ayırmış ve kendisini büyük bir hürmetle ve muhabbetle yâd etmişdir. Buna rağmen aczini de şöyle ifâde etmişdir :
Hakk-ı 'âlîlerinde birçok şey yazmak istiyorum. Nereden başlayayım, diye makâm-ı hayretde kalıyorum. Kemâlât-ı 'aliyyelerini tedkîk ve meslek-i 'âlîlerini tahkîk vâdîsinde hayli tetebbu'ât-ı fakîrânem olduğu hâlde heybet-i saltanat-ı 'irfâniyyeleri karşısında fikrim perîşânlığa, kalemim 'acze teveccüh ediyor.
Kuşadalı Velî, ilminin derinliğine ve irfânın yüksekliğine rağmen hiç kitâb yâhud risâle yazmamışdır. Onun eserleri, yetişdirdiği büyük insanlardır. Ondan bize kalan yazılı metinler bir nutk-i şerîfi ile bazı bendegânınagönderdiği mürşidâne mektûblarıdır. Yüz kırk civârında mektûbu tesbit edilmiş ve bunlar topluca yayınlanmışdır. Yaşar Nuri Öztürk'ün doktora çalışmasına konu olan bu mektûblar, daha sonra aynı zât tarafından "Kuşadalı İbrahim Halvetî, Hayatı, Düşünceleri, Mektupları" başlığı ile kitâb olarak da neşredilmişdir.
Bu mektûblardan bir kısmını görmüş olan Hüseyin Vassaf, Hazret-i Şeyh'in mektûbları hakkında şöyle diyor :
Mektûbât-ı 'aliyyeleri birer hazîne-i irfândır, tamâmen hakâyıkı câmi'dir. Selîka-i beyâniyyeleri güzeldir. E'azz-ı ihvânım Nazmî Efendi, mektûbâtı 'aliyyelerini cem'a muvaffak olmuş ve 'âcizleri de onu istinsâh eylemiş idim. Elli-altmış kadar vardır, daha da zuhûr etmekdedir. Zübdetü'l-hakâyık ve kenzü'd-dakâyıkdır.
Hazret-i Azîz'in hikmetli sözlerinden de bir kaç misâl verelim :
Bilmeli, bulmalı, olmalı.
Gâfile kelâm nâfile, kelâm kime, sâhib-i müşkile.
Sâhib-i müşkil olmaya lâzım çok çile, yumruk bir işâret yerine geçer gâfile.
Gör geç, belle geç, durma geç.
Medâr-ı şerîat, muhâlefet-i nefsdir. Var ise var, yok ise yokdur.
Çileyi elden geldikçe artır. Çile tecellî, tecellî tesellî gösterir.
Sen seni haline koy, halkı keni hâline koy.
Ahvâl ve makâmât garaz değil, zuhûrât ve fütûhât ve fevâiddir.
Sülûk ve irşâd, evkât ve ahvâlin ihtilâfı ile muhtelefdir.
Senin hakkında kıyl u kâl edene inkisâr yüzünden görünme. Hemân anın dahi salâhını niyâz üzre ola ola hüsn-i muaşarete yüzünden görün
İyiliğe iyilik her kişi kârı, kötülüğe iyilik er kişi kârı, İyiliğe kötülük şer kişi kârı.
Âşık bir kararda olmaz, âşıkın kusûruna bakmamalı.
Kuşadalı Velî'nin tarîkat silsilesi mürşidi Beypazarlı Ali Efendi vâsıtasıyla Çerkeşî Mustafa Efendi’ye, Mehmed Zoravî, Mudurnulu Abdullah Rüşdü, Mehmed Nasûhî, Karabaş-ı Velî, Kastamonulu Mustafa Muslihuddin Çelebi, İsmâil Çorûmî, Ömer Fuâdî, Muhyiddin Kastamonî tarîkiyle Şeyh Şa'bân-ı Velî’ye ulaşır. Kuşadalı Hazretleri ictihâd sâhibi büyük mürşidlerden olduğu için pîr kabûl edilmiş ve tarîkati Kuşadaviyye veyâ İbrâhimiyye adıyla anılmışdır.
Kuşadalı Hazretleri'nin pek çok halîfesi vardır ancak bunlar ya zikir telkîni, ya rüyâ tabiri, yâhud bir başka vazîfe için halîfe tayin olunmuşlardır, irşâda mezûn edilmemişlerdir. Kuşadalı Azîz, kendi yerlerine de bir halîfe tayîn etmemişler, bunu münâsib görmemişlerdir. Zîrâ hilâfetin bir sırr-ı Muhammedî olduğunu, o sır kime ihsân olunursa onun hilâfete lâyık olacağını ve bunun ayan beyân görüleceğini söylemişlerdir. Pek çok tekke şeyhinin yapdığı gibi, bir kaç sene tekkeye devâm ederek zikir merâsiminde bulunan kişilere, "Sen artık hilâfeti hak etdin, sana hilâfet verelim" diyerek verdikleri hilâfetin bir işe yaramayacağını ifâde etmişlerdir. Çünkü irşâda mezûniyyetin ancak Hazret-i Peygamber tarafından verilecek bir izin ve emirle olabileceğini beyân etmişlerdir.
Kuşadalı Velî'den sonra irşâd makâmına hulefâsından Bosnevî Mehmed Tevfîk Efendi geçmiş, ondan gelen bir kol Mustafa Enverî Efendi, Ya'kûb Han, Hacı Kâmil Efendi ve Mahmûd Celaleddîn Efendi silsilesiyle yürümüş, diğer bir kol, Niğdeli Bekir Efendi, Ahmed Amîş Efendi, Ahmed Tâhir Efendi silsilesiyle gelmişdir. Başka silsileler de vardır.
Kuşadalı Hazretlerinin yolundan giden âriflerden Evrenoszâde Sâmî Efendi Hazretleri de, O'nun kemâlini şöyle vasfetmişdir :
Ey kubâb-ı ehadiyyetde nihân Kuşadalı
Bî-nişânlık sana bir şehper-i şân Kuşadalı
Bir hümâsın nice bin tâir-i kudsî peykin
Ey gönül kişverine sâye salan Kuşadalı
Meşrık-i nûr-i Alî'dir o cebîn-i pür-tâb
Şevket-i âl-i abâ şu'le-feşân Kuşadalı
Tâk-ı mihrâbını ebrûlarının kim görse
Kapanır secde-i ikrâra hemân Kuşadalı
Sermed-i devlet-i ferdiyyet ile sen oldun
Taht-ı irfâna Süleymân-ı zamân Kuşadalı
Görünür çeşmime Belkıs-ı Sabâ-yı ıtlak
Dâğ-ı aşkın olalı hâtem-i cân Kuşadalı
Zevk-i seyrân-ı müsemmâya dalar esmâdan
Şevk-ı tevhîdi cemâlinden alan Kuşadalı
Yükselir döne döne nûr-i fenâfillâha
Mihr-i dîdârına pervâne olan Kuşadalı
Âşıkân şâm ü seher nağme-serâ-yı gülbank
Evc-i rahmetden erip gûşe ezân Kuşadalı
Sardı hayret beni bâzâr-ı fenâda Sâmî
Bu ne âlem hem alan hem de satan Kuşadalı
Kuşadalı Velî'den bize ulaşan yegâne nutk-i şerîf şudur. Bu nutk-i şerîf, gerek bestelenmiş hâliyle ilâhi olarak gerek kasîde tarzında yani irticâli olarak zikir meclislerinde çokça okunmuşdur. Aşağıdaki ses kayıtları da bunlara birer misâl olarak verilmişdir. Bu nutk-i şerîf üzerine bendegânından Aydî Baba'nın bir taştîri, Bursa Mısrî Şeyhi Şemseddin Efendinin de bir de tahmîsi vardır. Allah nasÎb ederse onları da bir gün yayınlarız.