13 Temmuz 2020 tarihinde yayınlanmıştır.
On bin defa söyleyeceksin, on binde bir adam anlayacak, o da onu yanlış yapar. Ben kaç seneden beri milletin peşinde dolaşıyorum.
Câmiden çıkarken, iki kişi konuşuyor, "Ne biçim hoca yâ bu" diyor. "Başını üç parmakla mesh edersen kâfir olursun dedi" diyor. Halbuki ben söyledim kürsüde, "Başı üç parmakla mesh etmek kâfîdir" dedim. Ben "kâfî" dedim, o "kâfir" anlamış.
Bir gün birisi, tımarhânenin önünden geçiyormuş, içeriye seslenmiş, tabîbe seslenmiş, doktora, başdoktora. "Sizde masiyet illetine çâre var mı doktor?" demiş. Bir sôfî, irşâd zımnında tımarhânenin başdoktoruna, "Sizde masiyet illetine çâre var mı?" demiş. Masiyet demek, Allah'a isyân demek. "Masiyet illetine sizde çâre var mı?" demiş. Doktor duralamış. Orda bir akıl hastası demiş ki, "Efendim müsâade eder misiniz, ben bu sofuya bir cevap vereyim" demiş. Doktor, "Haydi ver bakayım" deyince, "Dur sofu" demiş, "Onun cevâbı bende. İstiğfar kökünü, tövbe yaprağı ile karıştırır, kalb havanında tevhîd tokmağıyla döversin, insaf eleğinden elersin, gözyaşıyla sularsın, aşk ateşinde pişirirsin, kanaat kaşığıyla yersin. Birebir gelir" demiş. O sôfî de orda şaşırmış, demiş ki, "Dîvâneden dîvâna sığmayacak kelâm çıkdı demiş". Anlatdık böyle. Anlatdık bunu, sonra dışarı çıkdık, bir adam geldi, elimi öpdü benim, "Efendim, bu tövbe yaprağıyla istiğfar kökü Mısır Çarşısında otçularda var mı?" dedi. Benim kafatasım fenâ halde atdı. "Orası câmi olmak dolayısıyla ben fazla konuşamadım. Daha onun başka şeyleri var, orda kısa kesdik. Çıkar defter-kalem yaz" dedim. Çıkardı. "Yarım okka ziftin peki". Yazdı. "Bir pabuç teki, yarım okka ceviz içi". Onu da yazdı. "Bir okka şişman adam kıçı, elli tâne balık oltası, yirmi tâne yumurta sarısı, otuz tâne çingene karısı, davul tozu, minâre gölgesi, balta sapı, çamur dubası, yapar yutarsın bu hapı, ertesi gün ya Karacaahmed ya Edirnekapı". Şaşırdı adam. Ulan ben ne söyledim câmide, Allah cezânı kaldırsın. Bu bir remz yâhû. Edebî bir şey, güzel bir şey. Sen sâhi tövbe yaprağı mı zannetdin? Böyle.
Bir gün de Bayezid Câmisinde vaaz ederken, hac zamânıydı böyle, bayram yakındı, kurban bayramı, dedim, "Hacca giderseniz, orda şeytan taşlanırken, birbirinizi taşlamayın şeytan diye, şeytana taş atın". Müslümanlar, orda birbirinin kafasını deliyorlar. Halbuki dünyâda Allah'dan sonra en büyük varlık hangi varlıkdır bakıyım? İnsan. Zübdesi de Hazret-i Muhammed'dir. Kur`ân insan için nâzil olmuş, cennet insan için yapılmış, cehennem insan için yapılmış. Melekler de insan için, Allah'ın meleğe ihtiyâcı yok ki. Herşey bizim için. Ama müslümanlar insanın ne olduğunu bilmiyorlar, bilmeyince birbirlerinin kafasını patlatıyorlar, şeytan diye. Ne lüzum var öyle şeylere. O bir remzdir, şeytan orda yok ki. Şeytan insanın kendisinde. Rahmân da kendinde, şeytan da kendinde. Orda o, bir remzdir. Yedi tâne taş atılır. Bunun ma'nâsı ne? İnsanda yedi sıfat vardır. Bu sıfatlara o taşların her biri bir remzdir. Ucub, kibir, riyâ, hased, gadab, hubb-i câh, hubb-i mâl. Halbuki halk birbirinin kafasını taşlıyor, kiminin başı patlıyor. Böyle kaya atıyorlar arkadan. Allah muhâfaza buyursun. Kaç tâne hacı şehîd oldu. Şeytanı vurayım derken. Dedim ki, "Böyle yaparlarken, şeytan çıkmış taşın üstüne oturmuş, müslümanların hâline gülüyordu". Herif çıkıp demesin mi bana, "Sahi şeytan orda mıydı, hakîkaten gülüyor muydu?". "Evet ordaydı" dedim, "Nasılsın diye sordu bana, ben de iyiyim, sen nasılsın diye sordum" dedim.Bu sohbet, yine böyle bir hac mevsimde, 23 Ağustos 1984 (26 Zilkade 1404) tarihinde yapılmışdır.