20 Nisan 2023 tarihinde yayınlanmıştır.
Vaktiyle bir câmi imamı, oruç yiyecek ama eski devirde nasıl yesin, nerede yesin? Câmiyi münâsib görmüş. "En müsâid yer câmi" demiş, câmiyi kapamış, kapısını içeriden kilitlemiş. Almış câminin anahtarını, ters çevirmiş, yumurtanın üst tarafını delmiş, anahtarın sapına oturtmuş, mihrâbın mumunu yakmış, böyle pişiriyor. Üstü açık yumurtanın, anahtarla böyle pişiriyor. Tam pişer gibi olmuş, çekerken, pat elinden düşmüş, şrak mihrâba, yumurta paramparça olmuş. "Ulan gözü kör olası Şeytan!" demiş. Der demez Şeytan zâhir olmuş. "Hocaefendi" demiş, "ben Şeytan olalı hiç böyle bir şey aklıma gelmedi. Câminin içinde, câminin anahtarıyla, câminin mumunda yumurta pişirmek, vallahi benim aklıma gelmedi böyle şey" demiş.
Bir yaz Ramazanıydı, Temmuz Ramazanıydı, armut çıkmışdı çünkü armut vardı. Emirgan'da vaaz edeceğim, oradan İstinye'ye geçeceğim, İstinye'den Beykoz'a geçeceğim, Beykoz'dan aktarma yapacağım, Sarıyer'e çıkacağım, orada vaaz edeceğim. Sıcak bir hava. Vapura bindim. O vakit yollar kapalı, böyle otobüs motobüs yok. Adamın biri armut almış, Hamdi Sükkârî armudu, karşıma geçmiş, "Faşşş, faşşşş" böyle faşırtıyla yiyor. Neyse gitdim, vaaz etdim. Vaazdan çıkdım, perîşânım, dudaklarım kurumuş, yanmış böyle. Beykoz'a çıkdım, orada on çeşmeler var, oraya gitdim. Bir saat sonra oradan aktarma yapacağım Sarıyer'e geçeceğim. İkindi'den sonra orada vaaz edeceğim. Ayaklarımı çıkardım, sokdum suya. Buz gibi su. Bir bardak su, Allah hakkı için, param olsun, Allah da müsaade etse yüz bin lira verilir, bir bardak su! Yanıyorum yani böyle. Önümde on tâne çeşme böyle şarıl şarıl akıyor.
Bektâşi yakalamış testinin ağzından, kafaya dikmiş, lak lak lak içiyor. "Aman erenler! Oruç gitdi!" demişler. "Giderse gitsin, gene gelir" demiş, "ben gidersem bir daha gelmem".
Şimdi, biz de orada oturuyoruz, sular şakır şakır akıyor, buz gibi su. Vay anasını. Öldüm, öldüm, bitdim, perîşân oldum. Orada abdest aldım, dinlendim biraz. Vapur'a bindim, Sarıyer'e geçdim, Sarıyer'de de vaaz etdim. Oradan tekrar vapura bindim, Beşiktaş'a çıkdım. Oradan bir şeye binip, bu tarafa geleceğim, Süleymâniye'de terâvih kıldıracağım. Nasıl yanmışım biliyor musun! Beşiktaş'a çıkdım, top patladı. Oradan incir aldım, daha incir yeni çıkmış. Önce iki şişe su içdim, maden suyu, buz gibi. Kanamıyorum. Onun üzerine incirleri yedim. Doğru Süleymâniye'ye. Aç karna terâvih kıldırdım. Oradan kahveye çevirdiler tabii, "Efendi, nereye gidiyorsun, gel otur motur" filan. Kahvede biraz oturduk, birer çay may içdik orada filan. Eve geldim, bizim merhûmeyi kaldırdım, dedim, "Kalk, sofrayı hazırla, imsâke kırk beş dakika var, ben biraz uzanayım" dedim. "Peki meki" dedi. Ben uzandım. Biz bir uzandık, Allah size ömür versin, bir de gözüm açdım ki, kadın da kalkmamış uzanmış kalmış, ortalık bembeyaz, sabah olmuş. Eyvâh! "Hanım ne yapdın?". "Eyvah, ben uyumuş kalmışım" dedi. "Sen uyudun ama benim hâlim felâket çünkü ben iftar da etmedim" dedim. Kalkdım, dedim, "Ya Rabbi ne yapayım şimdi ben?" Orucu yesem olmaz. Allah'dan korkarım, orucu yiyemem. Çalkaladık ağzımızı, sabah namazını kıldım yatdım, câmiye de çıkmadım, yatdım.
Bir ziyafet rüyâmda bana, Allah hakkı için! Turnanın yoğurdundan kuş sütüne varasıya kadar. Kızartmalar, etler, baklavalar, börekler, pilavlar, iç pilavları, kuzu dolmaları, hepsi var böyle. Bir yemek yedik, bir yemek yedik, bir yemek yedik. Su içdik, çay içdik, ayran içdik, şerbet içdik, kahve içdik, cigara içdik. Uyandım, kalkdım, karnım tok. İftar vakti oldu, karnım acıkmadı. Acıkmıyor karnım. Savm-ı visâl deyince aklıma geldi. "Acaba yemeyeyim mi?" dedim. Yemesem haram, şerîata muhâlif. Yesem bu zevki kaçıracağım. Yedik. Yemeseydim bir daha yemek yemeyecekdim, rahata kavuşucakdım. Yemek yemeyince insan helâya da gitmez. Çünkü insanın ömrü böyle geçiyor, yemekle helâda, bir orada, bir orada.
Bektâşinin biri âşikâre oruç yemiş, yakalayıp hapsetmişler. Bir zamanlar oruç yemenin cezâsı pek ağırmış, öldürürlermiş. Boğazına kurşun akıtıyorlar. Bir zaman sonra hafifletmişler, hapsediyorlar, bayram ertesi çıkartıyorlar dışarıya. Bektâşiyi hapsetmişler, bakıyor Bektâşi pencereden dışarıya. Ne yapacak hapishânede? Karşıdan birisi eline karpuz almış, faşş faşş yiyerek geliyor. Bektâşi pencereden bağırmış, "Hemşeri! Sakın hâ! Görürler içeri atarlar". "Bana kimse bir şey yapamaz" demiş adam. "Neden?". "Ben gavurum" demiş. "Vay anasını, keşke ben de gavur olsaydım be" demiş.
Bektâşiye, "Erenler, baldızı Allah aldı" demişler. "Desene, Allah'la bacanak olduk" demiş.
Eminönü'nde eskiden tramvaylar böyle dönerdi, biliyor musunuz? Bir kısmı Topkapı'ya, bir kısmı Yedikule'ye, bir kısmı Edirnekapı'ya. Bektâşi Ramazan gecesi kafayı çekmiş, atlamış tramvaya, "ver bir Topkapı" demiş. Demişler ki, "Bu bebeğe gidiyor". Tan tan tan, aşağı indirmişler erenleri. Arkadan bir araba daha geliyor, ona da atlamış, "ver bir Topkapı" demiş. "Bu Yedikule'ye gider". Tan tan tan, aşağı indirmişler. Arkadan bir araba daha geliyor, ona atlamış. Bir sofu duruyor. Bektâşi onu görünce sormuş, "Erenler bu araba nereye gidiyor?" demiş. "Cehenneme!" demiş. "Yaaa, cehenneme mi? Uğurlar olsun size, yanlış arabaya binmişim" demiş Bektaşi, aşağı inmiş.
Bektâşînin biri bizim çarşıdan geçiyormuş. Bizim çarşıda takılırlarmış Bektâşiye. Eski devirde kıyâfetinden tanıyorlar. "Pezevenk gidiyor, pezevenk gidiyor" diyorlar ve duyuruyorlar. "Pezevenk gidiyor, pezevenk gidiyor, pezevenk gidiyor", böyle sırayla dükkanlardan. Her gün devam ediyor. Bir gün yukarı kapıya çıkmış, bizim çarşıya doğru dönmüş, var gücüyle bir bağırmış, "Pezevenk!". Herkes dışarı çıkmış ne oluyor diye. "Ulan birinize bağırdım, ne kadar çokmuşsunuz, hepiniz dışarı çıkdınız" demiş.
Böyle bükülmüş gidiyormuş Bektâşi. İki molla Türbe'de rast gelmişler. "Dede erenler, nereye böyle iki büklüm?" demiş mollanın biri. "Oğlum karnımda ağrı var, Gücen Hastahânesi'ne iniyorum, aşağı" demiş. Güven Hastahânesi vardı eskiden. "Aman oraya gitme!" demişler. "Ne olacak?" demiş Bektaşi. "Buradan hemen Mısır Çarşısı'na in, biraz davul tozu, biraz minâre gölgesi al, ikisini döv karıştır, iç, birebir gelir". "Şunu bir daha söyle de yazayım ben deftere" demiş, "unuturum belki" demiş. "Mısır Çarşısı'na in, orada Hacı Hüsnü var" demişler, "Hacı Hüsnü'den biraz davul tozu, biraz minâre gölgesi al, karıştır, döv, iç, birebir gelir. Bacağını kaldırmış, affedersiniz, "caaart" diye bir yellenmiş. "Bu reçete parası" demiş, "eğer tavsiye etdiğiniz ilaçla benim karnımın ağrısı geçerse, avdetde ikinizin ağzının ortasına" demiş.
Malûm ya boynunda teslim taşı var Bektâşilerin. Adamın biri ikide birde, "Erenler, o nedir o?" diye sorarmış. "Oğlum senin nene lâzım, işine bak sen" dermiş Bektâşi. O gene, "Erenler, ne bu göğsünüzde taş asılı?" filan. Birgün, "Çeki taşı" demiş. Çeki taşı deyince, "Onunla ne tartıyorsunuz?" diye sormuş adam. "Senin gibi odunları" demiş. Böyle Bektâşi kalmadı, böyle hazırcevap Bektâşi.
Bir yirmiliği varmış, gitmiş içki almış, rakı almış pul şişeyle, geliyor. Gelirken yolda yağmur başlamış. Erenler yağmurdan kaçayım derken dolu başlamış, kırmış şişeyi dolu. Sapı elinde kalmış. Başka parası da yok Bektâşinin, fenâ hâlde bozulmuş. Lap diye bir dükkana girmiş, orada da herif kunduracı, muşta var. Böyle dökme muşta var, onu alıp dışarı çıkmış, bağırıyor göğe doğru, "O şişeyi herkes kırar, sıkıysa bunu kır". Oradan karşıdan bir Arap, siyâhî, zencî, konakdan bağırıyor, "Allah belânı versin! Kâfir oldun, kâfir oldun!" diye bağırıyor. Kunduracı da kalkmış, "Yâhu birâder yapma, günahdır, yapma etme" filan diyor. Şöyle durmuş Bektâşi bakmış kunduracının yüzüne, yüzü çil bozuğu, delik deşik böyle. "Ulan" demiş, "senin suratını işkembeye çevirmiş, senin de yüzünü tencerenin götüne çevirmiş, ikiniz de onun tarafını tutun, haydi bakalım".
Gene almış geliyor şişeyi Bektâşi, rakı şişesini, Yeniçeri çevirmiş, "Ne var cübbenin altında?". "Bir şey yok". "Çıkar bakayım". Çıkarmış, bir şişe. "Onun içinde ne var?" demiş Yeniçeri. "Su" demiş Bektâşi. "Uzat bakayım bana koklayacağım". "Rakı ol yâ mübârek" demiş. Yeniçeri de antika, "Su yap bakayım" demiş. "Valla suya ateşe Rufâîler karışır, biz ancak suyu rakı yaparız" demiş.
Bektâşi mezarlığa girmiş, oturmuş, şişeyi açmış, içiyor kabristanda. Derken bir zabtiye içeri girer. "Ne yapıyorsun burada erenler?" demiş. "Ben ehl-i dünyadan değilim" demiş, "ben ehl-i kuburdanım". "Yaaa, demek sen ehl-i kuburdansın ha, ben de suâl meleğiyim" demiş, "dînin nedir?". "Müslümanın elhamdülillah". "Ne vakitden beri müslümansın?". "Kâlû ben geldim, belâ sen geldin" demiş.
Meyhânede kavga çıkmış, erenler ortaya girmiş, ayıracak. Kafasına bir şişe vurmuşlar. Oradan birisi, "Dede erenler, kafana bir şey oldu mu?". "Ulan bende kafa olsa iki sarhoşun arasına girer miyim, nerede bende kafa!".
Vâiz Bektâşi düşmanıymış, gitmiş oturmuş vâizin dersine. Başında fâhir böyle, bakıyor vâize, kendisini gösteriyor mahsûs. Vâiz, "Tam fırsatını buldum" demiş, "yükleneyim şimdi ben". "Bektâşiler namaz kılmaz, oruç tutmaz, mülhiddirler, zındıkdırlar, bilmem ne". Bektâşi gâyet rahat, sakalını sıvazlıyor. Vâiz söylemiş, söylemiş, söyledikden sonra kalkmış Bektâşi namaza durmuş, hocanın karşısında, böyle kıbleye karşı, bütün cemaat görüyorlar. Bir namaz kılmış ama böyle uzun uzun, tadîl-i erkân ile, hudû huşû ile, fevkalâde. Fiilen tekzîb ediyor vâizi. Vâiz kılmaz diyordu, kılıyor. Hem de namazı erkânlı kılıyor filan. Bütün millet bir hocanın yüzüne bakıyorlar, bir Bektaşinin yüzüne bakıyorlar filan. Vaazdan sonra gelmiş vâiz, dedi, "Erenler, affedersin ben Bektâşilerin namaz kıldığını bilmezdim" dedi. "Bırak Allahıını seversen" demiş, "ben daha bu namazı abdestsiz kıldım, bir de abdestli kılayım da sen seyret bak" demiş.
Sahura kalkıyor Bektâşi, herkesden önce oturuyor sofraya, sabahleyin kalkıyor orucu yiyor. Kadın dayanamaış, karısı, "Mülhid herif!" demiş, "Zındık herif! Alçak herif! Sahuru ziftleniyorsun, gündüz de orucu yiyorsun kör olasıca!". Bektâşi kadına dönmüş, "Peki sana bir şey soracağım. Oruç tutmak nedir?" demiş kadına. "Farz". "Tamam. Sahura kalkmak nedir?". "Sünnet". "Peki kör olasıca karı" demiş, "haydi oruç tutmuyorum, farzı yiyorum diye, sünneti de terk mi edeyim!" demiş.
www.muzafferozak.com