17 Eylül 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Son derece fakîr, balık tutarak karnını doyurmaya çalışan, bir günü aç bir günü tok geçiren bir şeyh efendi varmış. Bu zât bir gün dervîşlerinden birini şeyhine göndermiş, "Git, elini öp, benden selâm söyle, duâsını al, nasîhatlerini dinle" demiş. Dervîş, mürşidinin şeyhinin oturduğu yere gelince, bir de ne görsün! Büyük şeyh, saray gibi bir yerde oturuyor, etafında bir alay hizmetçi var. Dervîş bu manzarayı görünce, içinden demiş ki, "Şeyh dediğin benim şeyhim gibi olur ama madem büyük şeyhimizmiş, ziyâret edelim bakalım".
Büyük mürşid, dervîşi huzûruna kabûl edip kim olduğunu öğrenince, ne dese beğenirsiniz? "O herifden mi geliyorsun! Hâlâ gönlünden dünyâyı çıkarmayacak mı! Bir türlü adam olamadı! Git söyle ona kalbini tathîr etsin!" demesin mi!
Dervîş şaşırmış kalmış, "Acaba bunların hangisi gerçek mürşid?" diye şübheye düşmüş. Çünkü onun nazarında büyük mürşid, Firavun gibi yaşıyor, kendi şeyhi ise bir lokma bir hırka. Tabii memleketine dönünce derhal şeyhine giderek büyük mürşidin sözlerini aktarmış. Şeyhi ona demesin mi, "Şeyhim haklı evlâdım, ben kalbimden dünya muhabbetini çıkaramadım bir türlü. O saltanat içinde oturur ama kalbinde hiç dünya muhabbeti yokdur".Efendi Hazretleri bu bâbda, İbrâhim aleyhisselamdan misâl verir ve buyururlardı ki :
İbrahim Peygamber, köpeklerinin boynuna altın tasma takarmış. Onun nübüvvetine dünya malı mâni olmadı.
Kezâ Süleymân Peygamber'in saltanatı ve zenginliği de dillere destân olmuşdur. Dünyâ malı, kuvvet ve kudret onun da nübüvvetine mâni' değildi.