29 Ağustos 2022 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri îmân ve sabır hakkındaki bir hutbelerinde buyurdular ki :
Kur`ân-ı Kerîm'de Cenâb-ı Hakk Ashâb-ı Uhdûd'u ve diğer îmân eden mü'minlerin başına gelen felâketleri bize haber vermiş, sabredenlerin nasıl yüceldiklerini de yine bize Kur`ân'da beyân etmişdir.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki, "Ben mirâca giderken bir yere geldim, orada hasnâ müstesnâ cennet kokularından bir koku peydâ oldu, gaşyoldum ve Cebrâil'e sordum".
Efendiler! Şuraya çok dikkat etmek lâzım geliyor. Efendimiz ulûmun evvelini ve âhirini câmi'dir. Ne olup ne olacaksa Allah peygamberine bildirmişdir. Cebrâil'e sorması bize duyurmak içindir. Yani Cebrâil'e ihtiyâcından değildir, bize duyurmak içindir. Mazhar-ı kelâm derler buna.
"Sordum, 'Yâ Cebrâil! Burada kim var, nedir burası, hasnâ müstesnâ bir yer'. 'Yâ Resûlallah, burada Firavun'un hizmetçisi, Mâşite diye bir kadın yatıyor. Onun kabrinin kokusu bu, burası cennet bahçesinden bir bahçe oldu' dedi. Cenâb-ı Peygamber, "Nedir bunun başına gelen felâket" diye sordu. Bu mertebeye nasıl erdi bu?
Bu Mâşite, bir gün Firavun'un kızını yıkarken elinden tarağı yere düşürdü. Bismillahirrahmânirrahîm diye yerden tarağı aldığı vakitde Firavun'un kızı dedi ki, "Nedir o senin okuduğun şey, söylediğin şey, nedir bu "bismillahirrahmânirrahîm?".
Çünkü o devirde Allah'ın ismini andırmazlar, Firavun'un ismini andırırlardı. Meselâ bir şey alırken, bismillahirrahmânirrahîm yerine, "Bi izzeti Firavun" yani "Firavun'un izzeti için" diye alırlardı. Yâhud bir şey isteyecekleri vakit, "Bi izzeti Firavun bana şunu ver" derlerdi. Hani "Allah aşkına" der gibi. Kânûnu öyle vaz' etmişlerdi çünkü Firavun "Ene rabbükümü'l-a'lâ" demiş, kendisinin "Rabb-i A'lâ" olduğunu ilân eylemişdi, halkı kendisine taabbüd ettiriyordu.
Mâşite "Bismillahirrahmânirrahîm" deyince Firavun'un kızı dedi ki, "Nedir bu senin bismillahirrahmânirrahîm dediğin? Dedi ki, "Benim bismillahirrahmânirrahîm dediğim şudur ki, bu semâvâtı ve ardı halk eden Allah'dır, Rahmân ve Rahîm de O'dur. O'nun ismiyle dedim". Firavun'un kızı dedi ki, "Benim babamdan başka mabûd var mı?". "Elbet var" dedi Mâşite. "Senin baban nerden gelip nereye gidiyor? Yokdu vâr oldu. Doğdu, büyüdü, ölecek. Benim taabbüd ettiğim Allah ve ismini andığım Allah, ismini zikrettiğim Allah, O ölümden münezzeh, ebedîdir O. Ve Rahmân'dır, düşmanına dostuna rızık verir. Rahîm'dir, sevdikleri için âhiretde lutfunu hazırlamışdır. Rahmânün fi'd-dünyâ ve Rahîmen fî'l-âhire. O'nun ismini andım" dedi. Kız "Ama bu sana pek ağıra mâl olur. Sen kavmimiz arasında fitne mi çıkaracaksın. Yoksa sen Mûsâ'ya mı îmân ettin"dedi. Mâşite, "Evet Mûsâ aleyhisselâma îmân ettim. Lâilâheillallah Mûsâ Kelîmullah" dedi.
Firavun'un kızı babasına geldi dedi ki, "Bizim dadı yani hizmetçimiz Mûsâ'nın Rabbine inanmış. Senin ismini anmıyor, O'nun Rabbisinin ismini anıyor. Bu böyle devâm ederse kavmimiz arasında fitne çıkar ve kavmimiz birbirine düşer" dedi. Firavun kendisini ve kocasını çağırdı.
Bunu Cebrâil aleyhisselâm Peygamberimize böyle anlatıyor. Ben size kıssa olarak anlatıyorum.
Firavun dedi ki, "Siz benden başka kendinize ilâh mı ittihâz ettiniz, yani Mûsâ'ya mı inandınız. O'nun nebîliğine inanıp, O'nun çağırdığı Allah'a mı ibâdet ediyorsunuz?". Adam korkudan sükût etti. "Ben öyle bir şey yapmıyorum" dedi. Firavun "Sen ayrıl o zaman bu tarafa" dedi ve kadına sordu yani Mâşite'ye. Mâşite, "Evet" dedi. "Ben Rabbü'l-âlemîn'e yani semâvâtın ve ardın ve bilinen ve bilinmeyen âlemlerin mâliki olan Allahu Zü'l-Celâl Hazretlerine îmân ettim. Rahmân O'dur, Rahîm O'dur. Seni halk eden de O'dur. Seni buradan yok edecek yine O'dur" dedi. Firavun, "Buna sana ağıra mâl ederim. Gel sen bunu terk et, bana dön, bana taabbüd et" dedi. Mâşite, "Ben sana taabbüd etmem" dedi. Firavun, "Seni çok ağır bir cezâya uğratırım ve seni halka ibret yaparım" dedi. Yani bu cezâları ibret için sana tatbîk ederim dedi. Mâşite, "Ne yaparsan yap, ben Rabbimden yüz çevirmem" dedi.
Bunun üzerine Firavun, çocuklarını oraya getirtti. Büyük bir kazan kaynattı, suyla. Dedi ki, "Gel bana taabbüd et, benim rabliğimi kabûl et", Mâşite "Hâşâ" dedi. "Lâilâheillallah Mûsâ Kelîmullah" dedi. Firavun "Atın büyük çocuğunu kaynak suya" dedi. Büyük oğlunu kaynak suya attılar, derhal dağıldıi o kadar kaynamışdı su. Diğer yavrusunu da aldı eline. "Gel bana taabbüd et, Mûsâ'nın Rabbini terk et, yoksa bunu da atacağım" dedi. Mâşite "Hayır! İbâdete lâyık ancak Allah'dır, O'ndan başka ilâh yokdur" dedi. İkinci çocuğunu da attılar.
Efendiler! Buna şaşmayın hâ, bunu hikâye diye dinlemeyiniz. Bunların hepsi olmuşdur kâinâtda. Eğer vahdet-i İslâm'ı bozarsak, birlikden ayrılırsak, birbirimize düşman olursak, düşman gelir aynını yapar bize sonra. İşte İspanya medeniyetinde İspanyolların müslümanları imhâsı, işte Rumelinde bizim imhâmız, bunlar hepsi oldu başdan aşağı. İbret almadık böyle şeylerden.
Üçüncüsünde kundakda bir yavrusu vardı, Firavun kundakdaki çocuğu alınca, "anneyi yatırın" dedi, yere yatırdılar. Dedi ki, "Çocuğu annesinin ağzına boğazlayın" dedi. Çocuğu kadının göğsüne yatırdılar, saçlarını tutup ağzını açdılar, çocuğu ağzına boğazlayacaklar, çocuk elini annesinin memelerine soktu, sokunca kadının şefkati taştı. Çocuk zannetti ki "annem bana süt verecek". Mâşite'nin şefkati taşınca, kadın içinden dedi ki, "Yâ Rabbi, beni affet, ben zâhiren onu kabûl edeceğim ama hakîkatde sana inanıyorum ben. Hâlimi görüyorsun yâ Rabbi" dedi. Mâşite bunu düşünürken çocuk dedi ki, "Anne! Sabret! O kaynayan su, kaynak su değil, cennetin bahçesi o! Hakk Teâlâ bizi bekliyor" dedi. Bunun üzerine Mâşite, "Ne yaparsan yap fakat sana şu vasiyetim var benim" dedi. "Sana bu kadar hizmetim var, beni imhâ ettikden sonra beni çocuklarımla berâber bir kabre koy" dedi. Firavun kadını da çocukları da imhâ etti ve oraya gömdü. Cebrâil, "Yâ Resûllah! İşte onun kokusu geliyor, onun kabrinden" dedi.
Ey mü'minler! Biz İslâm'ı, Allah'a inanmayı ve Kitâb-ı Kerîm'i verâset olarak elimize aldık, yani babamızdan cedlerimizden. Ya böyle işler başımıza gelirse acabâ tahammül edebilir miyiz? Allah'dan döner miyiz acabâ? Soruyorum! Biz İslâm diyârında doğduk, kulağımıza ezan okundu, biz ibâdetden tâatdan berîyiz. Allah sevgisi, Peygamber muhabbeti, en fazla olması lâzım gelen kişilerde dahi noksanlık arz etmekde. Amellerimizle yani yaptığımız işlerle. İşdir kişinin âyînesi lâfa bakılmaz. İş sözle değil, işledir.
Ashâb-ı Uhdûd da böyle. Kitâb-ı Kerîm'de zikredilen Ashâb-ı Uhdûd da böyle. Hendek açıyorlardı, ateşler yakıyorlar ve Allah'a inanan mü'minleri onun içine atıyor ve imhâ ediyorlardı. Yakın zamanda milyonlarca Allah'a inanan mü'minleri kesiverdiler, boğazlayıverdiler. Yakın bir zamanda. Onun için fırsat elinde iken fırsatı ganîmet bil. Rabbine ibâdet eyle. Hüsrandan kurtulanlar ancak Allah'a inananlar, Allah'a îmân edenler, sabrı tavsiye edenler ve sabredenler, hakkı tavsiye edenler ve hak üzerinde bulunanlardır. Allah cümlemizi, habîbi Muhammedine ümmetlikde dâim ve kullukda kâim eylesin.