21 Mart 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Bir gece bizim fakîrhânede, o vakit tarîkatlara takîbât çok sıkı, bizim fakîrhânde mazhar vuruyoruz filan, okuyoruz mokuyoruz filan. Komiser göndermişler, gizli, sivil. O da oturdu. O akşam Hâfız Ali de vardı, Sofular imâmı. Bir sor ona o akşamı, hâlâ söylüyor, unutmamış. Saat iki mi neydi, kalkdı bana böyle yapdı adam. Tanımıyorum çünkü adamı ben, herkes girip çıkıyor fakîrhâneye, o vakit bizim ev geniş. Dedi, "Ben komiserim, sizi takîbât için geldim buraya ama, tarîkat bu mudur?", "Budur", "Allah aşkına devâm edin, ben gidiyorum Allahaısmarladık" dedi ve çıkdı gitdi adam.
48'de öldü Mazhar. Çıkmamışdı bu teypler filan. Öyle mazhar vuran yokdu. İsmi Mazhar'dı, hem de mazhar vururdu. Yalnız çayını kesmeyeceksin" buyurdular. Sabaha kadar önüne çay koyacaksın hep getireceksin. Beş okka şeker aldık akşamdan oturduk. Bir kilo şekerden 97 çay çıkar. Saat ikide şeker bitdi, bakkalı kaldırdık, gece gitdik kapısını çaldık, zorla şeker aldık gece yarısı" buyurdular.
Zâhidleri bile, onları dahi titretirdi yani. Sebilci bak ne kadar güzel okurdu, işittiniz değil mi? Yarısı değildir Mazhar'ın. Hüseyin Efendi nisbeten kültürlüydü biraz, Mazhar'a nisebeten. Mazhar'ın ilmi yok, ümmî adam. Meselâ bazı kelimâtı yanlış okur o. Böyle acâib bir sesi vardı, boğuk bir ses, tatlıııı ama.
Ben vaaza gidiyorum Sarıyer'e filan, beraber gitdik Sarıyer'e. O vakit otobüsler yok. Yaz. İskeleye çıkdık, bindik vapura. Üst katda oturuyoruz, güvertede. Pazar günü. Dedi bana, "Ben okuyacağım" dedi. "Oldu şimdi tamam" dedim. Çünkü aşklı adam. "İyi oku mâdem dedim, ne yapalım yani". Bir başladı naat okumaya, vapur yanladı. Halk hücûm etdi, ne oluyor diye. Duyan bir defa titriyor yani, eli ayağı titriyor. Öyle bağlıyor yani. Kaptan geldi dedi, "Yâhu kardeşim vapurun dengesi bozuldu, alabora olacağız" dedi. Halka, "Oturun yâhu" filan. O da tutundu, o da durdu, dedi ki, "Yâhu güzel okuyor ama oturun, bu tarafa geçin" filan dedi. Koca vapur! Köprü'ye kadar okuduk.
Efendi Hazretleri 1940 senesi Ramazanında Mazhar Baba'yla cerre gidişini de şöyle anlatmışlardı :
940 senesinde onunla cerre gitdik biz. Ramazandı, Ramazan'ın on beşi miydi neydi cerre çıkdık onunla. Harb zamanı ekmek yok, ekmek almaya gitdik. Ekmek yok. Gitdik, saat birdi, indik Bandırma'ya. Sonbahardı. Eylül'de filan geliyordu. Böyle bir karpuz, alacalı bulacalı, Manyas karpuzları var ya, ondan. 150 kuruşa aldık. Çok para ama İstanbul'a nisbeten ucuz geldi bize. O karpuzu yedik, başka yiyecek bir şey yok. Sahurluk yani yediğimiz trende. Manyas'a geldik, yığmışlar dağlar gibi karpuz bağırıyorlar, "Fî sebîlillah! Alan yok mu!" diye. Bedava veriyorlar. Taşıyacak adam yok. Böyle otobüs motobüs filan bol değil, kamyon filan bol değil. Bedava. Oradan geldik Balıkesir'e. Balıkesir'de bir Sarı Hafız vardı, Çarşı Camisinin müezziniydi, müezzinbaşısıydı ama sözü geçen bir adam, vilâyetde tanınıyor ve sayılıyor yani ne derse yapıyorlar. Mazhar'ı bir gördü adam, dört köşe oldu, hemen bizi aldı. Ben Kur`ân okuyorum, Mazhar Kur`ân okumasını bilmez. Ben aşır okuyorum, o kasîde ve naat okuyor. Bizi götürdü bir otele, otelde bize iki yataklı bir oda, güzel bir oda. Lokanta gösterdi, hamam gösterdi, berber gösterdi. Öğlen, İkindi, Yatsı'dan sonra okuyacağız. O vakit parlak ama benim sesim böyle değil. Eğildi kulağıma dedi ki, "Bak hâfız efendi" dedi bana, "fazla uzatma aşr-ı şerîfi, bizim kadınlarımızın hepsi hâfızdır" dedi bana. Aynen böyle. Hâfız olmayan kızları kocaya almıyorlar, o vakit orada yani benim gitdiğim zaman. Yani mutlaka kız hâfız olacak, hâfız-ı Kur`ân olacak. Be kardeşim kırdı şeyi yani, Balıkesir kırıldı.
Dört gün sonra "gidelim" dedi. "Yâhu baba kalalım, tam yerini bulduk". "Hayır gideceğiz". Ben ona uydum. Kalkdık gitmeye, adamlar yalvarıyorlar, "Yapmayın etmeyin, Allah aşkına gitmeyin etmeyin, bilmem ne filan", "Hayır, gidelim". "Yalnız Allah aşkına Bayram günü gelin" dediler. "Mâdem gidiyorsunuz, Bayram günü mutlaka burada olun filan" dediler. Bana değil itibar, ona.
Orada çıkdık, Kırkağaç'a gitdik. Orada bir akşam kaldı. Ertesi gün oranın belediye reisi Peynirci İbrahim bey diye birisi, "Bizim mevlüdümüz var, şunu okuyun" dedi. Mevlüd okuduk. İftara kalmadı orada. Parayı aldı, trene bindik. Akhisar'a. Akhisar'a geldik. Akhisar'da kaldık, üç gün mü ne kaldık. Oradan da kalkdık. Halk hürmet ediyor. Para ganî geliyor filan. Bu "Hayır, gidelim". "Peki gidelim". Kalkdık, yürüdük. Uyacaksın çünkü.
Doğru Manisa. Manisa'da evelâ Abdullah Efendi'ye gitdik. Abdullah Efendi diye mübârek bir zât vardı, meşâyih-i Nakşibendiyye'den. Ona gitdik, o da ikrâm etdi bize. Hâtuniyye Câmisinde okuduk. Bilmem ne kadar, orada epeyi kaldık. Zuhûrâtı az Manisa'nın, diğerlerine nisbeten.
Oradan döndük geldik Soma'ya. Benim pantolon yırtıldı yollarda. "Haydi gidelim" dedi, Dedim, "Yâhu ben böyle gidemem, yırtıldı pantalon". "Terziye ver", Terziye verdiler filan gece. O akşam orada kaldık. Müftü Efendi ille diyor bana Cuma Namazını sen kıldıracaksın diyor. Beni tanıyor müftü. "Hayır gideceğiz" dedi. "Pantolon dikildi, gidelim" dedi. "Peki öyleyse haydi bakalım". Efendim tren gitmiş, gideceğiz dedi geri dönmedi, Soma'dan oruçlu ağızla, Savaştepe'ye kadar yürüdük. Akşam kararmışdı ortalık, yani top patlamışdı, biz ormanlardaydık, orucu açamadık. O karanlıkda, bir yere geldik, su bulduk orada. Ben oturdum. Buz gibi bir su, çamdan çıkıyor, çamı patlatmış böyle. Yürmüşüz, yanmışım oruçdan. Sabahleyin saat dokuzda çıkdık Som'adan, tren gitmişdi, on saat yürüdük. Böyle bir çamça bulduk, çamı oymuşlar, bardak yapmışlar, yirmi tâne mi içdim, yirmiiki tâne mi içdim. "Çatlarsın" dedi bana. "Çatlayayım" dedim, "öleyim suyun içinde" dedim, "öldüm yâhu! Yandım".
Neyse, Savaştepe'ye geldik, Terâvih bitmek üzere, Salât-i Vitr kılıyorlar. Biz daha yemek filan yemedik hiç bir şey. İçeri girdik câmiye oturduk, namaz kılmadık, oturduk. Salât-ı Vitr bitdi, son rekatında yetişdik, millet selâm verdi, imâm efendi, "velhamdülillahi rabbi'l-âlemîn" dedi, bu elini koydu kulağına, bir kasîde patlatdı. Nereden buldu onu, nereden çıkardı. Çantalık. Hiç kimsede yok. Ne dîvânda var. Bak kitapçıyım ben, bu kadar şeyler gördüm filan, bir çok şeyler var onda ki dîvânda mîvânda yok öyle şeyler. Bir kasîde patlatdıi, köylüler hepsi böyle ağzı açık kaldılar. Şaşırdılar, nereden çıkdı bunlar diye.
Efe varmış orada bir tâne, Bulgurcu Efe diyorlar, "Gel bakalım hoca" dedi. "Kızanlar, hocalara yemek getirin" dedi. "İftar etdiniz mi?". "Etdik". "Nerede?". "Orman içinde su içdik" dedim. Caminin bir odası var böyle, misâfir odası, bir saata kalmadı, odanın içi yemekle doldu, her evden kapaklı sahanla yemek geldi. Orada kaldık, arefeye kadar kaldık. Orada kaldı. Efe dedi ki, "Peki siz ene yapalım" filan dedi. "Haydi hocalara para toplayın biraz" dedi. Sözü geçen bir adammış. Dedim, "Efe, biz para için çıkmadık buraya" dedim, "bâhusûs ben çıkmadım para için. Ekmek yok" dedim, "un yok, ekmek yok memleketde, onun için çıkdım" dedim. "Peki öyleyse" dedi, "kete yapın hocaya" dedi, kete yapdırdı. Bir çuval un verdi. O vakit un göndermiyorlar Anadolu'dan, yasak. Dedim, "Efe, geçirmiyorlar ama" dedim, "vapura bindirmiyorlar, yasak" dedim. "Bulgurcu Efe'nin bu deyin, bırakırlar" dedi. Sözü geçen bir adammış orada o İstiklâl Muhârebesinde oraları Yunan'dan temizleyen adam. Epeyi de para verdi.
Bayram namazına Balıkesir'e geldik, sabah namazına yetişdik. Sabah namazından sonra oturdu. Müftü Efendi biraz vaaz etdikden sonra, müftü çok ârif bir adam, dedi, "Efendiler, benim vaazımı her dâim dinleyebilirsiniz" dedi, "işte size bayram hakkında malûmat verdim, şimdi şu dervîşi dinleyelim" dedi. Aman Allah! Aman Efendim! Neler okudu! Ne kasîdeler okudu! Ne naatlar okudu! Durmaz o. Camiye bir halı serdiler, üzerine para atıyorlar, hocalara para diye. Ben diyorum, "Kalk kaçalım". Ben söylüyorum şimdi. "Âvâz eyle âvâz eyle" diyor o, "devâm et". Bir de yemek yedik. "Gideceğiz" dedi İstanbul'a. "Yapma, etme, kal" diye yalvarıyorlar. "Hayır, bu kadar". İşte bayramdan sonra geleceksiniz diye söz aldılar ondan. Ben askerdim zâten. Çıkdık geldik. O günün parasıyla bin sekiz yüz lira filan düşdü adam başına. 1940, 40 senesinin Ramazanı.
www.muzafferozak.com