22 Ocak 2022 tarihinde yayınlanmıştır.
Kendisi dersiâmmış, büyük âlim. İstanbul o vakit büyük İslâm âlimleri ile dolu, bu adam da öyle fakat meczûb, cezbeye gelmiş. Kimse buna ilişemiyor.
O vakit her mahallede beş yüz, altı yüz köpek var, İstanbul'da. Bir mahallenin köpeği diğer bir mahalleye geçmezmiş. Sonra İttihadçılar hürriyet ilân olunduğu vakitde, köpekleri toplamışlar burdan, büyük kayıklara bindirmişler, Sivriada'ya, Yassıada'ya götürmüşler, oraya bırakmışlar. Hayvanlar aç ölmüşler, bağıra bağıra. Ve Avrupalılar onların resimlerini çıkarmışlar o vakit, o resimler benim elime geçdi, köpeklerin. Bir kısımları kendilerini suya atmışlar, yüze yüze gelmişler. Bir kısımları orda birbirlerini parçalamışlar, birbirlerini yemişler orad. Sonra Allah bu milletin başına büyük musîbetler vermiş. O köpekler böyle mahalle mahalle dolu. Bizim halk köpeklere ilişmezmiş, o devirde, saltanat devrinde.
Bu Hasan Baba, buna Köpekçi Hasan Baba diyorlar. Sabahleyin Câmiden çıkdı mı, Fâtih Câmisinde bulunurmuş, çıkd mı, köpekler onun başına toplanıyorlar, geliyorlar. Bağırıyor kendisi, "Safa geeeeel!". Köpekler safa geliyor. Namaz safı gibi saf. Sonra ekmek aldıysa ekmek, etse et, alır onların önüne birer birer götürürmüş böyle. Hiç bir köpek safı bozmazmış, çıkmazmış, yani bekliyor sırasını. Sırayla dağıtıyor, herkes geliyorlar, seyrediyorlar. Köpeğin birisi eğer safı bozarsa, usûlü bozarsa, ona cezâ verirmiş. "Çık ordan! En arkaya gideceksin! Dip tarafa yürü!". Köpek gidiyor, orda oturuyor. Böyle, herkes biliyor bunu.
Ve bu adam öldüğü vakitde, benim eski merhûme karımın dayısının dükkanının bodrumunda ölmüş, Abdülhamid'e görünmüş. "Ben filanca yerde öldüm, benim cenâzemi sen kaldıracaksın" demiş. Pâdişah sabahleyin saraydan araba göndermiş, cenâzeyi kaldırttırmışdır. Pâdişahın rüyâsına girmiş yani Hasan Baba.
Şimdi, bir de bir Molla Efendi varmış, bir türlü Arapça'ya kafası ermiyor adamın, ders almıyor kafası. Zengin çocuğu kendisi, memleketine de gidemiyor, utanıyor. Yani tahsîl-i ulûm etmeyi kendisine bir şiâr addetmiş. adam. Gidersem rezîl olacağım diye. Okuyamıyor. arkadaşları üç sefer icâzet almışlar. Bunu anlatmam biraz zor olur ama böyle söyleyeyim kâfî. Üç defa arkadaşları mezûn olmuşlar, bu olamamış. Dördüncü seferinde, babası da diyormuş ki, "Beni rezîl mi edeceksin, eğer hoca olmadan gelirsen buraya vururum seni" diyormuş. Şarklı adamlar. Üçüncü seferde bu yeise kapılmış, gitmiş Sarayburnu'na, oradan kendisini denize atacak, intihar edecek. Okuyamayacağını anlamış yani katiyyen okuyamayacak, kafası almıyor ders. Ve ölüme gitmiş, intihara. Orada bir zât görmüş, hava soğuk, "Molla Efendi burda ne dolaşıyorsun?" demiş o zât ona. "Hiç, hava alıyorum". "Sen buraya hava almaya filan gelmedin. Ağlamayana süt vermezler, derdini söylemeyen derdine çâre bulamaz" demiş o zât. "Hem de kafandaki o fikri çıkar" demiş. "Allah'ın binâsına kundak koyma" demiş. Yani "intihar etme" diyor. Böyle deyince başlamış Molla ağlamaya. "Ne oldu?" demiş. "Üç defa arkadaşlarım icâzet aldılar, benim kafama hiç ders girmiyor. Yani hiç bilmiyorum ben, okuyamadım" demiş. "Sen yarın sabahleyin Fâtih Camisine git, namazdan sonra köpeklerin arasına gir, otur, derdini Hasan Baba'ya anlat, benim kafam ders almıyor de. "Peki" demiş ertesi günü gitmiş adam. Ama adamın kerâmetini görmüş. Gitmiş, sabahleyin namazdan sonra köpeklerin arasına girmiş, oturmuş oraya. Hasan Baba gelmiş bunun önüne, "Ulan sen ne arıyorsun orada?" demiş, "İşte Hasan Baba..." diyecek olmuş, "Çık dışarı! Sen insan adamsın, köpeklerin içinde ne işin var!" demiş. "Git oraya otur, sonra konuşuruz, şunların karınlarını bir doyurayım" demiş. Ve köpekleri doyurdukdan sonra gelmiş, "Nedir derdin?" demiş Molla Efendi'ye. Demiş ki, "Böyle, böyle. Kafam ders almıyor benim" demiş. "Gel benimle beraber" demiş. "Bir okka ekmek al" demiş. Bir okka ekmek aldırmış, gitmişler, bizim tekke var Otlukçu Yokuşunda Veliyyüddin Hazretlerinin tekkesi var orada, oraya götürmüş onu, tekkenin altına sokmuş mollayı. Bir köpek yatıyor orada, uyuz köpek. Hayvan hasta, yatıyor orda öyle. "Öp köpeğin elini" demiş Molla'ya. Meczûb çünkü. "Gözlerinden de öp". Gözlerinden de öpmüş. "Ekmeği doğra önüne" demiş, doğramışlar. Dışarı çıkmış, afedersin gâyetle galîz bir küfürle Molla'yı kovmuş yanından. Küfür etmiş, ağzına geleni söylemiş ve kovmuş Molla'yı. Molla fenâ hâlde bozulmuş, vursa vuramaz, öldürse öldüremez, filan. Kendi kendine demiş ki, "Ulan sersem herif! Deliye uyup da buraya gelip köpeğin gözünü öpen adam, bu küfrü yemeyi hak etmişdir" demiş kendi kendine. Oradan gitmiş câmiye, Fâtih Câmisine. İçeri girmiş, arkadaşları ders okuyorlar. Bizim için en mühim kitâbdır yani dîn adamlarının felsefede, islâmî felsefede, Şerhi'l-Mevâkıf, onu okuyormuş hoca. Hoca yanlış okumuş kitaba bakarken, Molla ayakda iken söylemiş, "Efendim orası böyle olmayacak mıydı?" demiş. "Kim söylüyor onu?" demiş hoca. Bak o tembel Molla, ezberinde kitâb. Yaaa! Ve hemen icâzet vermişler Molla'ya. Öyle.
Edirnekapı'da bir kilisede orada bir genç zangoç, çan çalan zât, sabahleyin kalkıp bağırıyormuş, müslüman mahallesine. Zaman Sultan Hamid zamânı. "Sabah oldu kalkmaz mısın, sen Allah'dan korkmaz mısın" diye bağırıyormuş, müslüman mahallesine bağırıyormuş. Halk da bunu çok seviyor, müslümanlar seviyorlarmış. Derken bu iş pâdişahın kulağına gitmiş, Abdülhamid'in kulağına. Abdülhâmid Hân, Edirnekapı Câmisine sarayın müezzinlerinden gâyetle sesleri güzel hasnâ müstesnâ müezzinler göndermiş. Gelmişler, salâ vermeye başlamışlar, ezân okuyorlar filan filan. Halk gâyet memnûn ama gene o zangocu seviyor halk. Genç bir çocuk, hıristiyan çocuğu. "Sabah oldu kalkmaz mısın, sen Allah'dan korkmaz mısın" diye bağırırmış kilisenin duvarından filan. O aralık kilise yanmış, ateş çıkmış kilise yanmış. Bir kaç ev yanmış orda, kilise de tutuşmuş, kilise de yanmış. Fakat ne kadar istidâ verirlerse cevâb alamamışlar. Kânûna göre kilise yapılmaz, yanarsa tamir edilmez, kânûnda öyle. Ama kilise yıkılmaz. Osmanlıların verdiği hüküm. İstanbul'da Fâtih'in yapdığı kânûn. İçeriye verilen istidaya cevâb çıkmıyor. Hıristiyanlar mürâcaat ediyorlar, cemaat var orada, hıristiyan cemaati, fakat hiç bir türlü Sultân'dan emir çıkmıyor kilisenin yapılmasına. Papazlara demişler ki, "Siz bunu yapdırmak istiyorsanız Hasan Baba'ya gidin" demişler. "Ona söyleyin, o yapdırır kiliseyi". Gelmişler Hasan Baba'ya papazlar, "Hasan Baba, kilisemiz yandı, yapdırmak istiyoruz, pâdişaha mürâcaat ediyoruz, pâdişah cevâb vermiyor bize. Bunu yapdıracağız, sana ricâ ediyoruz" demişler. "Hay Hay" demiş, "İki tâne koyun getirin, kasapdan alın gelin, parçalatın, köpeklerime vereyim evvelâ". Vermişler, getirmişler, köpeklere dağıtmış Hasan Baba koyunları. Dağıttıkdan sonra, "Bana ordan kasap kağıdını verin" demiş. Kasap kağıdını almış, üzerine yazmış : "Pâdişahım, kızdırırsın Îsâ'yı Mûsâ'yı, yapdırmazsan kilisâyı" diyor. Vezinli, kâfiyeli. "Pâdişahım, kızdırırsın Îsâ'yı Mûsâ'yı, yapdırmazsan kilisâyı". Yazmış, "İstidânın altına koyun" demiş, istidâ yazın bunu altına koyun" demiş. Altına Köpekçi Hasan Baba kaydını atmış. Koymuşlar, vermişler. Hemen ertesi günü pâdişah tarafından irâde çıkmış, pâdişah göndermiş adamlarını ve kiliseyi yapdırmış pâdişah, ceb-i hümâyûndan.
Hasan Baba böyle. Böyle meczûblar da var. Hasan Baba'nın mezarı Edirnekapı'dan Itrî merhûm, meşhûr mûsıkîşinas Itrî'nin kabrinin arka tarafında Boşnak Mezarlığının içindedir. Her sene hıristiyanlar, unutmazlar, gelirler, onun kabrinin taşını ve demirlerini boyatırlar. Bir tarafını müslümanlar boyatır, yaparlar, bir tarafını hıristiyanlar boyatır. Bunu niye anlatdım, bazı meczûblar var, böyledir.
www.muzafferozak.com