26 Ağustos 2019 tarihinde yayınlanmıştır.
Resûl-i Kibriyâ'yı ziyâret maksadıyla Medîne-i Münevvere'de bulunmak, kısa bir müddet için bile olsa, çok büyük bir şerefdir. Bir de Hazret-i Peygamber'e komşu olmak maksadıyla Medîne-i Münevvere'ye taşınıp orada ikâmet edenler vardır ki, bunlar çok daha büyük bir şerefe nâil olurlar. Ne var ki, Medîne-i Münevvere'de bulunan kişi, ister orada muvakkaten bulunsun, isterse oraya temelli yerleşmiş olsun, dâimâ Resûl-i Ekrem'in huzûrunda olduğunu bilerek hareket etmeli ve edebe son derece riâyet etmelidir. Aksi halde, orada bulunmak kişiye fayda yerine zarar getirir. Orada yapılan edebsizliklerin cezâsı da çok ağır olur. Zîrâ Cenâb-ı Hakk kendisine karşı yapılan suçları ve edebsizlikleri affeder ama Habîb-i Edîb'ine karşı yapılan edebsizlikleri affetmez. Resûl-i Ekrem Efendimiz de, rakîkü'l-kalb oldukları için yani son derece hassas bir kalbe mâlik oldukları için, en küçük bir edebsizlikden bile incinir ve darılır.
Vaktiyle Hazret-i Peygamber'e komşu olup Medîne-i Münevvere'de oturma şerefine nâil olmak isteyen bir zât, Anadolu'nun bir yerinden çıkıp Medîne-i Münevvere'ye gitmiş ve oraya yerleşmiş. Aradan yıllar geçmiş, çoluk çocuğa karışmış ve artık oranın insanı olmuş. Bir müddet sonra kendisine Mescid-i Nebî'de bir görev de verilmiş ve böylece daha da büyük bir şerefe nâil olmuş. Bu zât bir gün ateşli bir hastalığa yakalanmış. Bir ara ateşi çok yükselip de iyice tâkatsiz kaldığı bir anda, aklına şöyle bir düşünce gelmiş, "Keşke şimdi memleketimde olsaydım da bizim oranın yoğurdundan buz gibi bir ayran yaptırıp içseydim" diye düşünmüş. Bunu sâdece içinden geçirmiş, yani kimseye bir şey söylememiş. O gece rüyâsında Resûl-i Ekrem Efendimizi görmüş. Efendimiz, Harem-i Şerîf'in idâresinden sorumlu olan Şeyhü'l-Harem'e şu emri vermiş : "Bizim şu hizmetimizi huccâc ile gelen filan kimseye ver". Efendimizin bahsettiği vazîfe, o sırada hasta olan zâtın vazîfesi imiş. Şeyhü'l-Harem, "Yâ Resûlallah, o hizmete ümmetinizden filan kimse memûrdur" deyince Hazret-i Peygamber, "Ona bizden selâm söyle, o varsın vilâyetinde ayran içsin" buyurmuşlar. Ertesi gün Şeyhü'l-Harem, Resûl-i Ekrem Efendimizin emr-i şerîfini tebliğ edince, o zât hatâsını anlayıp çok mahcûb olmuş, çok da mahzûn olmuş ama emr-i peygamberî karşısında kim ne diyebilir ki, hemen "bâşüstüne" diyerek memleketine geri dönmüş.
Bu hikmete binâen, büyüklerimiz şöyle buyurmuşlardır : "Bir kimse Medîne'de olup gönlü memleketinde olmasındansa, memleketinde olup gönlü Medîne'de olması yeğdir".
Sakın terk-i edebden kûy-i Mahbûb-i Hudâ'dır bu
Nazargâh-ı ilâhîdir Makâm-ı Mustafâ'dır bu
Felekde mâh-i nev Bâbü’s-Selâm'ın sîne-çâkidir
Onun kandîlidir hûr matlâ'-ı nûr u zıyâdır bu
Habîb-i Kibriyâ'nın hâb-gâhıdır hakîkatde
Tefevvuk-gerde-i 'arş-ı Cenâb-ı Kibriyâ'dır bu
Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-ı 'adem zâil
'Amâdan açdı mevcûdat dü çeşmin tûtiyâdır bu
Mürâ'ât-ı edeb şartıyla gir Nâbî bu dergâha
Metâf-ı kudsiyândır bûse-gâh-ı enbiyâdır bu