Medîne-i Münevvere'nin Bülbülü Abdullah Ferec

25 Aralık 2015 tarihinde yayınlanmıştır.

Ehlullah
Abdullah Ferec el-Hazrecî
(Shems Friedlander arşivinden)
Bu zât Medîne-i Münevvere'li olup, şehrin en eski ve önemli iki kabîlesinden biri olan Hazrec'in son temsilcilerindendir...Kendi ifâdesine göre O, "Ensâr" neslinden kalan son birkaç kişiden biridir.  Zamanında Hicaz'da çok beğenilen bir okuyucu imiş...O derece sevilirmiş ki Hicaz bölgesinin ekâbiri mutlakâ O'nu meclislerine da'vet eder ve teveccüh gösterirlermiş...O da gittiği meclisdeki ev sâhibini medh ü senâ eden kasîdeler okurmuş...Araplar arasında gerek şiir ile gerek tegannî ile medhiyyeler okumak eski âdetlerdendir...

Abdullah Ferece hayâtının dönüm noktası olan hâdiseyi şöyle anlatmış...
Bir gece evde tek başıma yattım, uyudum. Bir ara uyandım, yatağımdan doğrulur doğrulmaz karşımda nûrânî bir zât belirdi ve bana hitâben "Neden beni medh ü senâ etmiyorsun?" dedi..."Efendim siz kimsiniz" diye sorunca "Ben Muhammed'im" diye cevap verdi ve kayboldu...Bu müşâhedenin şaşkınlığından kurtulduktan sonra "belki de hayal görmüşümdür ya da eve birisi girip şaka yapmış olabilir" diye düşündüm...Ertesi gece, kaldığım evin bütün kapı ve pencerelerini tek tek sıkı sıkı kapattım ve öylece yattım. Yine gecenin bir saatinde uyanıp yatakdan kalkınca karşımda aynı nûrânî zâtı görmeyeyim mi?!...Bana hitâben yine "Neden beni medh etmiyorsun, ben Muhammed'im" dedi...
Tam burada okuyuculara bir küçük hatırlatma yapmam lâzım...Muhammed kelimesinin anlamı "övülmeye, medhedilmeye en lâyık" demekdir...

Resûl-i Ekrem Efendimizin bizzât teşrîf ederek O'nu irşâd etmesi ile Abdullah Ferec artık tavrını ve tarzını değiştirmiş ve hep Resûl-i Ekrem Efendimiz hakkında kasîdeler, na't-ı şerîfler ve ilâhiler okuyarak ömrünü tamamlamışdır...Hayatının bu devresinde de o derece takdîr edilmiş ki Hicazlılar O'na "Medîne-i Münevvere'nin Bülbülü" ve "Meddâh-ı Resûl" gibi ünvânları lâyık görmüşler...


İşte Abdullah Ferec'in Peygamber aşkı ile okuduğu o medhiyyelerden biri :

Yâ eyyühennebiyyü ve'l kevkebü'd-dürriyyü

  يا أيّها النّبيّ و الكوكب الـــــــــــــــدّريّ



Biz Abdullah Ferec'i Muzaffer Efendi Hazretleri sâyesinde tanıdık...Efendi Hazretleri 1949'dan itibaren sık sık Hacca gittiklerinden ve Hicaz'ın ileri gelenleri tarafından ağırlandığından Ferec ile de bir tarihde tanışmışlar ve iki peygamber âşığı birbirlerini çok sevmişler...Efendi Hazretlerinin her ziyâretinde Abdullah Ferec O'na özel bir ilgi göstermiş ve birçok zikir meclislerinde birlikte bulunmuşlar...Tabii bu meclislerde Abdullah Ferec nevi şahsına münhasır tavrı ve âşıkâne okuyuşu ile meclisi coşturmuş...Birlikte zikrullah yaptıkları yerlerden biri de Efendi Hazretlerinin Medîne-i Münevvere'deki halîfesi Konyalı Fehmi Efendi'nin dergâhıdır...İşte o zikir meclislerinden birine âit ses kaydı...




Tünel kazısında ortaya çıkarılan toprak parçaları
(Shems Friedlander arşivinden)
Abdullah Ferec ile ilgili mânidâr bir hâtırâyı da kendisi ile birkaç defa görüşen ve fotoğraflarını çeken Shems Friedlander ağabeyimizden dinlemişdim...Ehemmiyetine binâen buraya kaydetmek lüzûmu hissediyorum. Birgün Shems O'nu ziyârete gittiğinde, yukarıdaki fotoğrafda gördüğünüz, bir takım topraklarla ve cam çerçeveli kaplarla uğraştığını görür ve bunların ne olduğunu sorar. Abdullah Ferec şöyle anlatır :
"Medîne-i Münevvere'de inşaat faaliyetleri çerçevesinde Mescid-i Ali ile Ravza arasında bir tünel yapılmasına karar verildi. Bu tünelin kazılacağı mevki Hazret-i Peygamberin yaşadığı dönemde mübârek ayaklarını bastığı mıntıkada kalıyor. Düşündüm ki yeterince derine inilirse belki Resûl-i Ekrem Efendimizin mübârek ayaklarının temâs ettiği toprağa ulaşılabilir...Ancak bunu nasıl tesbit edebilirim ki? Bu düşünce ile istihâre ettim. Rüyamda bana tam olarak nerede ve tam olarak kaç cm derinlikde o toprağı bulacağımı söylediler...Orası Efendimizin zaman zaman uğradığı, namaz kıldığı, su içtiği ve koyunların da sulandığı bir yermiş...Uyanır uyanmaz kazmayı-küreği-feneri alıp doğru oraya gittim. Rüyamda tarif edilen ölçülere uyarak toprağı kazdığımda koyun kemiği kalıntıları ve kırık çömlek parçaları buldum...Doğru noktayı bulduğumu anlayıp oradan bir miktar toprak aldım. Topraktan bir parça numuneyi, nereden aldığım hakkında hiçbir bilgi vermeden, bir analiz laboratuvarına gönderdim ve yaklaşık olarak toprağın yaşını tayin etmelerini istedim...Analiz raporunda toprağın hakîkaten Resûl-i Ekrem Efendimizin yaşadığı döneme âit olduğu belgelendi..."
Shems Friedlander diyor ki :
"Abdullah Ferec o toprakdan bir parçayı özel kutusu içinde bana da verdi...Kutuyu aldığımda buram buram gül kokusunun yayıldığını hissettim...Aradan yıllar geçti, o koku aslâ kaybolmadı!..."
Abdullah Ferec ve Shems Friedlander
Medîne-i Münevvere'de Abdullah Ferec'in yazıhânesinin önünde
Abdullah Ferec'in Muzaffer Efendi'ye muhabbeti pek ziyâdedir. Bu muhabbetin iki delîlini arzetmek istiyorum...

Muzaffer Efendi Hazretlerinin hulefâsından Muzaffer Ergür anlatıyor :
"Efendi ile Medîne-i Münevvere'de bir zikir meclisinde bulunduk...Abdullah Ferec de oradaydı...Pek feyizli bir zikrullahdan sonra istirahat faslında Muzaffer Efendi o zaman âdeti olduğu üzere cebinden sigarasını çıkarıp yaktı. Orada bulunan cemaatin ekseriyeti sigara içilmesine hiç müsâmahası olmayan kişilerden müteşekkildi...Tabii hepsi birden Efendi'ye dönüp ters ters bakmaya başladılar...O güne kadar bir kere bile sigara içmemiş olan Abdullah Ferec, insanların bu tavrını farkeder etmez, derhal bir sigara alarak yaktı...Tabii o ters ters bakanlar bir anda mahcûb olarak bakışlarını çevirdiler..." 
Diğeri ise aslında çok meşhûr bir ilâhinin hikâyesidir...İlâhi meşhûrdur ancak hikâyesi pek bilinmez...Efendi Hazretlerinin dîvânında "NEYİM?" başlıklı bir nutk-i şerîfi vardır..."Ömrün bitirmiş vîrâne miyim / Aklın yitirmiş dîvâne miyim" diye başlar...Bu nutk-i şerifin "Allah Hû Allah" adıyla meşhûr olan bir bestesi vardır...İşte bu beste Medîne-i Münevvere'de eskiden beri okunan Arapça bir ilâhinin bestesidir...Abdullah Ferec Efendi Hazretlerine muhabbetinden bu besteyi Efendi Hazretlerinin nutk-i şerîfinin güftesine giydirerek okumuş ve eser bu şekilde meşhûr olmuşdur...Aşağıdaki kayıtlarda bu ilâhinin hem Hicaz'da okunan şeklini hem de bizdeki okunuşunu dinleyebileceksiniz...

ALLAH HÛ ALLAH (MEDÎNE-İ MÜNEVVERE - 1980)




ALLAH HÛ ALLAH (İSTANBUL - 1985)






Çok hüzünlü de olsa son bir hâtırâyı da yazmadan edemeyeceğim. Muzaffer Ergür anlatıyor :
Muzaffer Efendi'nin Hakk'a yürdüğü sene Hacca gitmişdim...Tabii her gidişimizdeki gibi Abdullah Ferec'e yine uğradım...Efendi'yi kasdederek bana "Eyne Muzaffer?/Muzaffer nerede?" diye sordu...Ben dayanamayıp hüngür hügür ağlayarak "Mâte/Göçdü" deyince eliyle "Ravza-yı Nebî"yi göstererek "Mâte Resûlullah, lâ tahzen/Resûlullah da göçdü, üzülme" diye beni tesellî etti ve sonra da Cennetü'l Baki' kabristanını göstererek "Muzaffer hünâ/Muzaffer burada" diye ilâve etti...
ARŞİV KAYITLARI

  



Listeye geri dön