18 Ocak 2023 tarihinde yayınlanmıştır.
Medîne Müdâfaası ve Medîne Müdâfii Fahreddin Paşa hakkında pek çok yazı ve kitâb kaleme alınmışdır ama bu eserin yeri ayrıdır. Zîrâ müellif, hâdiselerin içinde bulunmuş, olana bitene bizzat şâhid olmuş bir zâtdır. Nâci Kâşif Kıcıman, Şerîf Hüseyin isyânına tekaddüm eden günlerde Medîne-i Münevvere muhâfızı Basri Paşa'nın karargâhında vazîfe yapmış, sonra da bu isyânı basdırmak üzere muhâfızlığı devralan Fahreddin Paşa'nın karargâhında zât işleri müdürü olarak görev yapmışdır. Yani isyân hâdiselerinin başından sonuna kadar içinde bulunmuş, bizzât şâhid olduğu hâdiseleri gün gün tutduğu notlara ve resmî belgelere dayanarak yazmışdır. Bu itibarla çok kıymetli ve güvenilir bir eserdir bu.
Müellif, bu mâcerâyı yüz kadar başlık altında toplamış, yeri gelmiş isyâncılarla yapılan muhârebelerden bahsetmiş, yeri gelmiş çekilen sıkıntıları, mahrûmiyetleri anlatmış, açlıkdan, susuzlukdan, hastalıkdan zayıf düşen askerlerimizin vaziyetini gözler önüne sermiş, yeri gelmiş siyâsî meselelere temâs etmişdir. Eserde pek çok belge ve fotoğraf da yer almışdır. En nihâyet başka çâre kalmayınca Medîne-i Münevvere'den ayrılmak zorunda kalan kuvvetlerimizin hazîn ve ibretli hikâyesidir bu.
Eser ilk olarak 1971 senesinde Sebil Yayınları tarafından neşredilmiş ve sonraki yıllarda defalarca yayınlanmışdır. Fakîr'in elindeki nüsha, 1994 senesinde yapılan üçüncü baskıdan. Şu anda piyasada olmasa da ikinci el kitâb satan yerlerden tedârik edilebilir yâhud kamuya açık kütübhânelerde bulunabilir.
Hem eserin mâhiyeti hakkında bir fikir sâhibi olmak, hem müellifin uslûbunu tanımak, hem de o günlerin hissiyâtını bir nebze olsun anlayabilmek için kitâbdan aldığım şu satırları okumanızı tavsiye ederim :
Bu sırada İspanyol Nezlesi müdhiş bir salgın hâlinde devâm ediyor, subay ve neferleri pek şiddetli bir sûretde hırpalıyordu. Âilelelerinden sıhhat haberi bile alamayan Seferî Kuvvet mensûbları umûmî harb vaziyetinin pek acı bir sûretde aleyhimize dönmesiyle daha ziyâde sarsılmışlardı. Vâsıtasız, tedâvisiz, ilaçsız, İspanyol Nezlesine karşı gelmek kâbil olmadı. Bölük ve taburlar hep yerlere serilmişlerdi. Herkes büyük bir buhrân içinde bunalıyordu.
Kumandan Paşa, sarsılmış olan ümîdlere, velev muvakkat olsun, biraz şifâ verebilmek azmiyle, ayakda kalan subay ve neferlerin bir kısmını 6 Aralık 1918 Cuma günü, Harem-i Şerîf'e davet etdi. Her bölükden seçilmiş on beş nefer, birer subay kumandasında silahlı olarak geldiler. Harem-i Şerîf, Bayram namazlarındakinden daha fazla dolmuşdu. Herkes büyük bir sabırsızlıkla kumandanın söyleyeceği sözleri bekliyordu.
Paşa, Hazret-i Peygamber'in baş tarafına yakın olan Bâb-ı Tövbe önündeki Ravza-i Cennet'de oturuyordu. Burası Resûl-i Ekrem'in "Kabrimle minberim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir" buyurduğu yerdi. Cuma hutbesi okunuyor, Pâdişah'a, askere yapılan nusret duâları semâlara aksediyordu. Muhterem hatîbin İslâm birliğine dâir okuduğu hadîslerin mukaddimesinde eli ve başıyla işâret ederek ve Hücre-i Saâdet'i göstererek, "Hâze'n-Nebiyyi'l-Ümmî" demesi, bütün kalbleri titretmişdi. O sırada ben minberin karşısındaki müezzin mahfelinde, tam hatîbin karşısındaydım. Hatîb, "Nebiyyüküm hâzâ!" deyince manevî bir tesirle, yeşil örtülü Hücre-i Mutahhara'ya bakdım. Herkes rûhâni bir kuvvetin esîri olarak, başını Merkad-i Resûl'e çevirmişdi. Lâhûtî kudretlerin başlıca tecellîlerinden olmak üzere, dinleyenlerden bir çoklarının ağladıklarını gördüm. Müessir ve mütesellî hutbe son bulmuşdu. Cuma namazı edâ edildi. Tesbîh duâsından sonra, Paşa'nın yanında oturan Miralay Necib Bey, 55. ve 42 Alay sancaklarını muhâfızlarıyla beraber, Peygamber'in kabri önüne getirdi. Biri sağda diğeri solda minber kapısının iki tarafına dikildi.
Paşa Bâb-ı Tövbe önünden kemâl-i huşû ile ayrıldı. Ağır ağır minberin önüne geldi. Ellerini duâ kıblesine kaldırarak Tanrı'ya yalvardı. Yavaş yavaş minberin altıncı kademesine kadar çıkdı. Elindeki mazrûfları merdiven üzerine bırakdı, gözlüğünü takdı. Okuyacağı hutbeyi yazmışdı. Kağıt elinde itr tir titriyordu. Hafif bir sesle söze başladı. Heyecan ve helecandan sesi kısılıyor, nefesi tıkanıyordu. Hattâ öyle bir zaman geldi ki, teessürünün şiddetinden gözleri sulandı. Az kaldı ağlıyordu. Sesi masûm çocukların ağlamadan evvelki hâlini hatırlatıyordu. Bu sesle devâm etmek kâbil değildi. Çünkü devâm etse gözyaşlarını tutamayacak, metânet ve kuvvet vermek istediği silah arkadaşlarına karşı vazîfesini yapamayacakdı. Bunun için duraklamaya mecbûr kaldı. Mendilini çıkardıi gözlerini sildi. Gözlüğünü siliyor gibi göründü. Hemen hemen üç beş sâniye devâm eden bir müddet zarfında dimâğından aldığı şiddetle kalbine hâkim olabilmiş, hissiyâtını teskîn edebilmişdi. Gür bir sesle hutbesine devâm etdi. Söylediği cümleleri aynen hatırada tutmağa imkân yokdu. Çünkü hepimizin elinde mendil, gözlerimizi siliyorduk. Esâsen ağlamamak kâbil değildi. Mevzubahis olan mesele, üç yüz küsur senelik, Dîn-i Mübîn'in Peygamber'i huzûrunda, Resûl Vekîli'nin, Müslümanlar Halîfesi'nin hukûk, hâkimiyyet ve vazîfesini teşkîl ediyordu. Fakat Halîfe ve Hâkan nâmına asırlardan beri devam eden, muhâfaza ve müdâfaa dînî vazîfesinde son kahramanları bekleyen âkıbet o kadar elîm ve o kadar vâhîm idi ki, bunun için ağlamak aslâ kâfî, ağlamamak da mümkün değildi.
Nihâyet hutbe bitmiş, Paşa minberden inmiş, sancaklar kaldırılmışdı. Bu hutbeden bilâhare hatırlayabilidiğim cümleleri hulâsâ olarak yazıyorum :
Türk, Arap, Kürt, Çerkes, Arnavud, Ey Ümmet-i Muhammed! Şurada yatan Harem-i Şerîf sâhibinin muvâcahe-i risâletpenâhîlerinde sizlere beyânda bulunmak üzere Minber-i Mukaddes'e çıkmak şerefine mazhar olduğum için pek bahtiyârım. Bu şerefe nâiliyetimden dolayı Cenab-ı Hakk'a ve Habib-i Ekremine hamd ü senâlar ederim.
Askerliğin şâhı olan Almanlarla müttefikan girişdiğimiz şu harbde Rusya parçalandı ve bi'n-netîce otuz kırk seneden esir olan üç sancağımız, Kars, Ardahan ve Batum'u kurtarmağa muvaffak olduk. Ordularımızı bu muvaffakiyetlere mazhar kılan Allah'a ve Resulüne hamd ü senalar ederim.
Halîfe ve Hâkan orduları en büyük düşmanlarıyla boğaz boğaza çarpışdığı bir sırada, Şerif Hüseyin'in Asa-yı İslâm'ı şakk ile isyân ve düşmanlarla müttefikan hareket etmesi Halep, Şam, Kudüs, Beyrut, Basra, Bağdad gibi bir çok güzel şehirlerimizin düşman eline geçmesini intâc etdi.
Müttefikimiz Bulgaristan’ın münferiden mütâreke akd ederek ittifâkımızdan ayrılması, hükûmetimizi de sulh akdi için, mütârekeyi kabûle icbâr etdi. Mütâreke şartlarının ne olduğu hükûmetim tarafından bana henüz bildirilmedi. Fakat Mısır'daki İngiliz generali Ragnel Doncet gûyâ şahsî menfaatimi düşünürcesine hayâtım hakkında teminatlar vererek şu beyânnameyle beni iğfâle çalışdı. Sonra Medîne'ye sekiz saat mesafede Cifir'de bulunan İngiliz yüzbaşısı Garlend de şu mekûblarla beni taciz etmekdedir. (Generalden gelen beyannâmeyi ve yüzbaşıdan gelen mektûbları zarflarıyla minberden aşağıya atdı. Cemâatden bazıları okudular). Ben bu muaccizlere şu cevâbı verdim : " Muhammedîyim, Türküm ve askerim, tefâhuru sevmem. Fakat icbâr etdiniz de söylüyorum, Osmanlı Târihinin pek iyi tanıdığı Bâlî Bey oğullarındanım. Bununla onlardan korkmadığımı ve bizi hiç bir zaman korkutamaycaklarını anlatdım. Pâdişâhımız ve halîfemize de, "Medîne'deki hukuk-i mukaddesenizi, Zât-ı Şâhânelerinden irâde-i katiyyenin gelişine kadar, müdâfaa edeceğime ahd ü peymân ederim" dedim ve bu telgrafı atabe-i seniyyelerine takdîm eyledim.
Kardeşlerim! Sizin bana ve benim size itimâdım oldukça, sabır ve sebat edip düşmana boyun eğmeyeceğiz. Şerîf'in Cifir'deki oğlu Ali karargâhına Osmanlı Bayrağı rekz etdi. Bu mukaddes sancağı çadırına diken o hâinler yarın hükûmetimize itâat etmek mecbûriyetinde kalacaklardır.
Almanlar bize, "Siz Medîne'yi müdâfaa edemezsiniz, tahliye ediniz!" diye birkaç defa teklifde bulundular. Ben bu teklifleri reddetdim ve bugüne kadar Hazret-i Peygamber'in mübârek kabrini siz kahramanlarla müdâfaa etdim. Gerçi pek çok ümidsiz günler geçirdik. Fakat Cenâb-ı Hakk'ın yardımı, Resûlünün şefâat ve rûhâniyyeti sâyesinde düşmanımıza boyun eğmedik ve bundan sonrada inşallah eğmeyeceğiz! Sa'yiniz meşkûr olsun. Çekdiğimiz zahmet ve meşakkâtlerin mükâfatını göreceğiz.
Bununla beraber bütün müşkilât sona ermemişdir. Vazîfemiz pek mühimdir. Sabır ve sebat edip düşmanlarımızı itâate mecbûr edeceğiz, hattâ bu uğurda îcâb ederse hep beraber öleceğiz. İşte size lâzım olacak kadar vaziyeti îzâh etdim. Sizden ve benden sabr ü sebat ve devâm-ı mukâvemet, Cenab-ı Hakk'dan hidâyet, Peygamber'den şefâat.