23 Aralık 2021 tarihinde yayınlanmıştır.
Şeyhü'l-Ekber Hazretleri Fütûhât-ı Mekkiyyesinde melâmet mertebesine erişen büyük velîler hakkında buyuruyorlar ki :
Allah sana yardım etsin, bilmelisin ki, bu fasıl, melâmiyyûn diye isimlendirilen Allah'ın kullarıyla alâkalıdır. Onlar, velîliğin en ileri derecesine erişmiş olan kimselerdir. Artık bulundukları derecenin üzerinde bir tek peygamberlik derecesi kalmışdır. Bu mertebe velâyetde yakîn makâmı diye isimlendirilir. Onlara işâret eden âyet, "حُورٌ مَقْصُورَاتٌ فِي الْخِيَامِۚ" âyet-i kerîmesidir.
Allahu Teâlâ, bu âyetde hûrilerin vasıflarıyla, kendisine cezbedip muhâfaza altına aldığı ve bir göz onları görür de kendilerini meşgûl eder diye, âlemin köşelerinde gayretullahın koruma otağında hapsetdiği ricâlullaha dikkat çeker. Hayır! Yemîn olsun ki, mahlûkâtın onlara bakması onları meşgûl etmez. Fakat mertebelerinin yüksekliği sebebiyle halkın melâmiyyûn hazerâtının haklarını yerine getirebilmeleri mümkün olmadığı için, aslâ yerine getiremeyecekleri bir mesûliyyetle karşılaşmış olurlar. İşte bu yüzden, onların zâhirleri âdet ve ibâdet otağlarında hapsedilmişdir. Bu otağ, zâhirî işlere ve farzlara, amellere devâm etme otağıdır. Bu sebeble, melâmiyyûn zümresi hârikulâde işler işlemezler, kerâmet göstermezler ve bu yüzden hürmet de görmezler. Kendilerinden bir bozukluk ortaya çıkmadığı gibi halkın âdetlerine aykırı hareket etmedikleri için parmakla da gösterilmezler. Onlar, gizliler, iyiler, güvenilir kimselerdir ama insanlar arasında tanınıp bilinmezler.
Peygamberimiz, kudsî bir hadîsde Rabbinden şöyle rivâyet etmişdir : "Benim katımda en gıbta edilen velîm, namazdan payı olan, hem gizli hem âşikâr Rabbine güzelce ibâdet ve tâatda bulunan ve insanlar arasında gizli kalan bir mü'mindir". Burada kasd edilen şudur. Sözkonusu kimseler insanlar arasında ibâdetlerinin büyüklüğü ile tanınmadığı gibi, gizli veyâ âşikâr Allah'ın men etdiği şeyleri de yapmayan kimselerdir.
Hazret-i Şeyh melâmiyyûn zümresinin bazı husûsiyyetlerini de şöyle beyân buyuruyorlar :
Eğer büyük velîler serbest bırakılsaydı, hiç biri görünmeyi istemezdi. Zirâ bilirler ki, Allah onları sırf kendisiyle meşgûl olsunlar diye yaratmışdır, başkalarıyla meşgûl olsunlar diye değil. Bu yüzden onlar yalnız yaradılış gâyeleri ile ilgilenmek isterler. Eğer Hakk Teâlâ, onları halka bildirmek ve halkın onlara hürmet etmesini isterse, bu Hakk'ın irâdesindedir, onların bu işde bir irâdesi yokdur. Eğer onları halkdan gizlemek isterse, bu da yine Hakk'ın murâdı ile olur, onların bu işde bir irâdesi yokdur. Eğer Allah onları serbest bırakırsa, halkdan gizli kalmak ve Hakk'a yönelmek isteyecekleri muhakkakdır. Onlar, kendi mertebelerini kendilerinden bile gizlemek isterler, nerede kaldı ki başkaları!
Onların korunma menzillerine gelince. Bunlardan biri, farzları cemaatle kılmak, insanlarla beraberken ve bir şehre girerken o şehir ahâlisinin kıyâfetiyle girmek, mescidde kendilerine belli bir yer ayırmamakdır. İnsanlar arasında kaybolsunlar diye, Cuma mescidlerinde de hep yer değiştirirler. İnsanlar onlarla konuşduğunda onlar da insanlarla konuşur ama halka beraberken Hakk'ı hiç unutmazlar. İnsanları dinlerken de böyle dinlerler. Bilinmemek, tanınmamak için komşuları dışında pek fazla kimseyle görüşmezler. Zayıfların ve düşkünlerin yardımına koşarlar. Çocuklarıyla ve âileleriyle şakalaşırlar ama bu hep Allah'ın hoşnûd olacağı şekilde olur, aslâ yalan söylemezler. Bir yerde tanınırlarsa başka bir yere göç ederler. Göçemezlerse, kendilerini tanıyanlardan uzaklaşırlar. Yâhud da kendisinden yüz çevirsinler diye insanlara kendilerini kötü gösterirler. Şekil değiştirme imkânı bulurlarsa şekillerini değişdirirler. Sûret değişdirmeye misâl olarak âdemoğlu sûretinde görünen rûhânî varlıkları verebiliriz. Meselâ Kadîb el-Bân böyleydi.
Bu tâife, Allah katındaki bu mertebeye, kalblerini Allah'dan gayrı her şeyden muhâfaza etmekle ve Allah'dan başka hiç bir şeyle alâkadar olmamakla erişmişlerdir. Yani onlar yalnız Allah ile oturur, yalnız Allah ile konuşur, Allah ile ayakda durur, Allah ile düşünür, Allah'a yönelir, Allah'a gider, Allah'dan konuşur, Allah'dan alır, Allah'a tevekkül eder, Allah katında durur. Onların Allah'dan başka bildikleri de yokdur, Allah'dan başka gördükleri de yokdur. Onlar kendilerini kendilerinden bile korumuşlardır. Yani kendi nefisleri bile onları bilmez. Onlar, gaybın bilinmezlikleri içinde perdelenmişlerdir. Onlar, Hakk'ın kendisi için seçip sakındıklarıdır. Onlar yemek yer ve sokaklarda gezerler ama bu yemek ve de gezmek aslında üzerlerindeki bir perdedir. İşte bu zümrenin hâli budur.