Merâtib-i Tevhîd ve Leyâle-i Mübâreke

26 Mayıs 2016 tarihinde yayınlanmıştır.

Tevhid
Bir önceki yazımızda Tevhîd'in KAVLÎ-İLMÎ-MEŞHÛDÎ kısımlarını beyân etmişdik. Bu yazımızda ise, tevhîd mertebelerinden bahsedeceğiz. Tevhîdin üç mertebesi vardır, tevhîd-i efâl, tevhîd-i sıfat ve tevhîd-i zât.

TEVHÎD-İ EF'ÂL - Lâ fâ'ile illallah

Tevhîd-i ef’âl, "lâ fâ'ile illallah" cümlesiyle ifâde edilir, ma'nâsı, "her fiilin fâili Allah'dır" demekdir. Görünüşde son derece akla, mantığa uyan bir hükümdür bu ancak idrâki kolay değildir. Bu mertebede olmayan kişiler, istedikleri kadar dilleri ile "lâ fâ'ile illallah" deseler de aslında onlar üşümelerini soğuk havaya, ıslanmalarını yağmura, karınlarının ağrısını yedikleri yemeğe haml ederler. Tabii yapdıkları etdikleri işleri de, "bu evi ben yapdım", "bu kitabı ben yazdım", "bu parayı ben kazandım" diyerek kendilerine izâfe ederler. Ehlullahın, bu gibi kimseleri şirk içinde görmelerine şaşmamak gerekir çünkü bu kadar çok fâ'il var demek bu kadar çok ilâh var demekle aynı yere çıkar. Bir kimse, ne zaman ki kâinâtda olan-biten her şeyin Cenâb-ı Hakk'ın irâdesi ve kudreti ile olduğunu idrâk ederse, işte o zaman tevhîd-i ef'âli anlamış olur. Sâliklerin bu mertebeye ermesi, farzlardan başka nâfile ibâdetlerle Hakk'a yaklaşmakla mümkündür. Zîrâ Hakk'a karîb olan zevât, Hakk'ın bir âleti olur. Nitekim bu hâl, şu kudsî hadîsde beyân olunmuşdur : "Kulum bana nâfilelerle öyle yaklaşır ki, benim sevgime erer. Onu sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı olurum".

Kur'ân-ı Kerîm'de tevhîd-i efâle işâret eden âyetlerden biri, "وَمَا رَمَيْتَ اِذْ رَمَيْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَرَمٰىۚ ve mâ rameyte iz rameyte velâkinnallâhe ramâ" âyet-i celîlesidir. Bu âyetde, Cenâb-ı Hakk Resûl-i Ekrem Efendimizin bir fiilini kendisine izâfe kılmış, "Atdığın vakit sen atmadın, ben atdım" buyurmuşdur.

TEVHÎD-İ SIFÂT - Lâ mevsûfe illallah 

Tevhîd-i Sıfât, "lâ mevsûfe illallah" cümlesi ile ifâde edilir ve her sıfatın Cenâb-ı Hakk'ın sıfatlarından neş'et etdiğini yani aslında bu sıfatların hakîkî sâhibinin Allah olduğunu, cümle eşyâda ve insanlarda görünen sıfatların Feyyâz-ı Mutlak'dan âriyet olduğunu ifâde eder. Aklen kavranması pek zor değildir ancak hakkıyla idrâki gâyet müşkildir. Düşünürsek sâhib olduğumuz ilim, kudret, işitme, görme gibi bütün sıfatlar bizim aslî ve zâtî sıfatlarımız değildir, bunların hepsi de Cenâb-ı Hakk'ın zâtına mahsûs sıfatlarının bir gölgesi, bir yansıması gibidir. Nitekim ölünce hepsi yok olur. Ölmeden evvel ölerek bu sıfatların Hakk'a âid olduğunu idrâk edenler, tevhîd-i sıfât mertebesine ererler.

Bu mertebeye de Kur'ân'da bir çok işâret vardır. "لَقَدْ جَاءكُمْ رَسُولٌ مِّنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُم بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ" âyet-i celîlesi bunlardan biridir. Bu âyet-i celîlede, Allah, resûlünü kendi sıfatlarıyla zikretmekde yani Resûli Ekrem'e kendi sıfatlarını izâfe etmekdedir. Allah rahîmdir, Hazret-i Peygamber de rahîmdir. Allah raûfdur, Resûl-i Ekrem de raûfdur, Allah azîzdir, Muhammed aleyhisselâm da azîzdir. İşte bu sıfatlarda birlikdir. 

TEVHÎD-İ ZÂT - Lâ mevcûde illallah

Tevhîd-i Zâta işâret eden "lâ mevcûde illallah" cümlesi, "Allah'dan gayrı hiç bir varlık yokdur" manâsına gelir. Düşünülürse son derece makûl bir hükümdür bu ammâ idrâki pek güçdür. Kişinin nefsini tam ma'nâsıyla ifnâ ederek Hakk'ın vahdet deryâsında kaybolmasıyla mümkün olur bunu idrâk etmek. Bu mertebe fenâ makâmlarının da sonuncusudur. "إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ" âyet-i celîlesi tevhîd-i zâta işâretdir. 
 
Tevhîd-i Ef’âl ile başlayan fenâ mertebeleri, Tevhîd-i Sıfât ile devâm eder ve Tevhîd-i Zât ile sona erer. Bu mertebeleri hakkıyla idrâk eden kişi, fiillerini, sıfatlarını ve zâtını tamâmen Hakk’a vererek "Mûtû kable en temûtu / Ölmeden önce ölünüz" hadîsinin sırrına ererek, fenâfillah zevkini tatmış olurlar. Yani nefha-i sûr olmadan haşr u neşri burda görmüş olurlar. Nitekim Şemseddin Sıvâsî Hazretleri bir nutkunda bu mertebelere işâret ederek şöyle buyurmuşlardır :

Vâsıl olmaz kimse Hakk'a cümleden dûr olmadan
Kenz açılmaz bir gönülde tâ ki pür-nûr olmadan

Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ide Hakk
Pâdişâh konmaz sarâya hâne ma'mûr olmadan

"Mûtû kable en temûtu" sırrını fehm eyleyen
Haşr u neşri gördü bunda nefha-i sûr olmadan

Mest olanların kelâmı kendinden gelmez velî
Pes "ene'l Hakk" nice söyler kişi Mansûr olmadan

Hakk cemâlin ka'besini kıldı âşıklar tavâf
Yerde Ka'be gökyüzünde beyt-i ma'mûr olmadan

Mest olup mestâne geldim tâ ezelden tâ ebed
İçdiler aşkın şarâbın âb-ı engür olmadan

Bir 'acâib derde düşmüş Şemsî yanıyor müdâm
Hakk'a makbûl olmak ister halka menfûr olmadan

LEYÂLE-İ MÜBÂREKE - BEREKETLİ GECELER

Hep sorarlar, "Bu kandiller nerden çıkmış?", "Regâib ne demek?", "Berat ne demek?" diye. Hocaefendiler de bunlara dilleri döndüğü kadar cevâb vermeye çalışır. Fakîr de bu gecelerin fazîleti hakkında Efendi Hazretlerinin eserlerinden, hutbelerinden ve sohbetlerinden pek çok şeyler yazmışdım. Şimdi bu mübârek gecelerin bir başka vechesinden bahsedeceğim.

Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Regâib Gecesi"nin bir hikmeti de şudur ki, Resûl-i Ekrem Efendimize, tecellî-i tevhîd-i ef'âl bu gece vâki olmuşdur ve bu ni'mete binâen "Regâib Namazı" müstehab kılınmışdır. Tecellî-i tevhîd-i sıfat ise, Şa'bân-ı Muazzam'ın on beşinci gecesi olan Leyle-i Berat'da bahşolunmuş ve bu ni'met-i ilâhiyyeye binâen de "Berat Gecesi Namazı" müstehab kılınmışdır. Tecellî-i tevhîd-i zât ise, Kadir Gecesi zuhûra gelerek, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize bahşolunmuşdur ki, bu gecede olan lutf-ı ilâhiyyeye binâen Salât-i Kadr yani Kadir Gecesi Namazı müstehab kılınmışdır. Bu mübârek gecelerde, müstehab olan bu namazları kılmayı sakın ihmâl etmeyiniz. Yakın bir zamanda, elinizden bu fırsatlar çıkacakdır.
İşte üç aylar tabir edilen Receb, Şa'bân ve Ramazân aylarının peşpeşe gelerek birçok feyz ve bereketler getirmesindeki hikmetlerden biri de budur.
Listeye geri dön