Mevlid-i Nebî

27 Ekim 2020 tarihinde yayınlanmıştır.

Rebiulevvel

HUTBE

Kâlallahu te'âla fî kitâbihi'l-azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَز۪يزٌۘ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَر۪يصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ Lekad câeküm resûlün min enfüsiküm 'azîzün 'aleyhimâ 'anittüm harîsun 'aleyküm bil mü'minîne raûfun rahîm.
Sadakallahü'l-azîm.

Çok mübârek, yani kelimât ile tarif olmayacak, dillerin tarif edemeyeceği, bir gecenin gündüzündeyiz, ki bu gece, yani Leyle-i Mevlûd, Resûl-i Ekrem'in yani bu kâinâtın yaradılmasına sebeb olan zât-ı muhteremin zuhûrunun gecesidir. Yani onun günündeyiz. Yarın günü, bugün arefesi. 

Bilenler için, âşıklar için, bu gece o kadar büyük ki, diller tarif edemez. Bu iş ancak zevk ile anlaşılabilir. Kalemler de yazamaz. Bazı zevkler vardır ki bunlar yirmi sekiz harfle ifâde edilmez. Yirmi sekiz milyon harf olsa gene ifâde edilmez. Tatmayan bilmez. Yani köre renk, sağıra âhenk olmaz. İnnîn, zevk-i muhabbetden bî-haberdir. Onun için bu gece, ma'nâsını ehl-i zevke, âşinâ gönüllere, âşıklara, muhiblere söyler.

Hattâ Leyle-i Kadir'den de yücedir fakat mü'minler, bu işi kaybetmişlerdir, bilmezler. Vaktiyle, eslâfımız, cedlerimiz, şanlı-şerefli babalarımız, Mevlidü'n-Nebî ayı geldiğinde, ayın birinden itibaren bir ay ziyâfet verirlermiş. Fakir fukarâya herkes kapılarını açar, herkes elinden geldiği kadar, zenginine gedâsına, malını-mülkünü, kanını-canını bezl edermiş. Çok mu? Hazret-i Muhammed uğruna kanını veren, canını veren, bezl eden yok mu? Canlarını bezl etmişler, vermişler. Eğer öyle vermeselerdi, sen bugün şimdi burada oturmayacakdın. İstanbul'da bulunmayacakdın sen. Çünkü O demiş ki, O yüce zât, Allah'ın mahbûbu, Rahmân olan Allah'ın habîbi, "İstanbul'u fethedeceksiniz" demiş, "Le tüftahanne'l-Kostantiniyye, Herhalde İstanbul feth olunacak" demiş, o vakit emrini vermiş. "Ve le ni'mel emîr" demiş, Zabt eden kumandan ne yüce bir kumandandır, ne güzel askerleri vardır" demiş, senin ceddini, benim ceddimi medh ü senâ etmiş. Kim? Allah'ın sevgilisi Muhammed Mustafâ. Yine burada O'nun sâyesinde oturuyorsun.

Yine, Allahu Teâlâ'ya karşı öyle günâh işlemişiz, öyle âsî olmuşuz ki, isyanda Nûh'un kavmini geçmişiz, Lût'un kavmini de geçmişiz, Şuayb'ın kavmini de geçmişiz. Dünyâdan kaldırılan ne kadar kavim varsa, günâh irtikâb edip taraf-ı ilâhîden gadab-ı ilâhîye uğrayarak kaldırılan kavimlerin yaptığı fiillerin hepsini yapmışız. Bir de fazlası var ki onu burada söylemeyeceğim. Bu kadar söyledim kâfî. Bir de fazlası var. Böyle olmasına rağmen, Allah'ın gadabı ile bizim aramıza Hazret-i Muhammed sallallahu aleyhi vesellemin rahmet kanatları gerilmiş, azâbı tutuyor. Çünkü Allah, "وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُعَذِّبَهُمْ وَأَنتَ فِيهِمْ vemâ kânallahu li yu'azzibehüm ve ente fîhim" buyuruyor. "Habîbim Muhammed sen onların arasında olduğun müddetçe onlara azâb etmeyeceğim" diyor. Yani "Kavm-i Lût gibi hepsini birden suya boğmayacağım, Kavm-i Şuayb gibi semâdan yağmur yerine ateş yağdırıp, onları yakmayacağım. Yâhud Kavm-i Sâlih gibi sâika indirip onları bir gecede kömür yapmayacağım. Çünkü aralarında sen varsın, sana ben âşıkım, mahbûbumsun benim" diyor.

İşte, Hazret-i Muhammed olmasaydı, ne arş, ne kürsî, ne güneş, ne ay, ne yıldızlar, ne semâ, ne ard, ne cennet, ne cehennem, ne melâike, hiç bir şey olmayacakdı. Kur`ân da nâzil olmayacakdı. Öyleyse Leyle-i Mevlid, Kur`ân'ın nüzûlüne sebeb olmakda. Zâten Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem de, Ümmü'l-Mü'minîn Hazret-i Âişe'nin söylediği gibi, Kur`ân'ın canlısı Hazret-i Muhammed Mustafâ'dır, sallallahu aleyhi vesellem. Demişler ki, "Yâ mü'minlerin annesi! Bize Peygamber'i tarif et" demişler. "Kur`ân'ı okuyun, Kur`ân'ı okuyun, Hazret-i Muhammed oydu" demiş, canlı Kur`ân. 

İşte o geceyi idrâk ettik çünkü bu gece, mürde cesedlere yani cansız cesedlere cân geliyor. Rahmân olan Allah'ın habîbi Muhammed Mustafâ geliyor. Allah, kendi isimlerini O'na vermiş, Raûf, Rahîm, Azîz isimlerini. Daha nice gizli isimleri var Kur`ân-ı Mübîn'de. Âşikâr isimleri var, gizli isimleri de var.


Bu gece Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellemin tulû gecesidir. Bu akşam, Resûl-i Ekrem'in rûhâniyyetine sığınarak Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretlerine niyâzda bulun. Bir duâda Resûl-i Ekrem'in ismi anılırsa Allah, o duâyı reddetmez. Onun için duâlarınızda ve duâlarımızda, duânın evvel ve âhirinde Resûl-i Ekrem'e salavât okumak lâzımdır. Askerin önden ve arkadan giden pişdârı gibidir o yani önde ve arkasında salavât. O iki salavât ortasındaki duâ Hakk'a arz olunur. Allah'ın duymadığı, görmediği yokdur ama bazılarını Cenâb-ı Hakk görmez, kabûl etmez, duymaz. 

Bu gece, Mevlidü'n-Nebî'dir, buna aşk ile bağlan. Bir gün olur, belki bu akşam olur, senin kalbine muhabbet-i Muhammediyye tulû eder, o vakit îmânın kemâle erer. Eşyâyı altı cihetinden görürsün. Cennet seni arzu eder, sen cenneti değil! Sen cennete âşık olmazsın, cennet sana âşık olur! Zâten insansın, insan, bütün mahlûkâtın en ekmeli, en şereflisidir. İnsanın da en şereflisi, en müttakîsi Hazret-i Peygamber'dir. "İnne ekremeküm indallahi etkaküm". İmâmü'l-müttakîn, sallallahu aleyhi vesellem. 
Şimdi, deryâdan bir katre, şemsden bir zerre, bazı şeyler söyleyeceğim sizlere. Çünkü çok anlatırsak hatırımızda kalmayacak. Bazı şeyler anlatırsak inşallah onlar hatırımızda kalacak.

Resûl-i Ekrem anasının karnındayken, Hazret-i Abdullah, Efendimizin peder-i âlîleri, radıyallahu anh, Abdullah radıyallahu anh...

Sakın ha, öyle bazı kimselerin dediği gibi olmayınız. "Peygamberin anası babası küfür üzerine mi gitti îmân üzerine mi gitti" deme. Sen kendi ananı babanı düşün, Peygamber'in anasını babasını düşünme. Sana mı düştü tasası. Terbiye lâzım bir defa evveliemirde. Edeb lâzımdır. Edebsiz adam müslüman olmaz. Edeb îmândandır, edebsiz adamın îmânı olmaz. Hayâ imândandır, hayâsız adam müslüman olamaz. İsmi Ahmed, Mehmed de olsa, sünnetli de olsa. Peygamber sünnet için gelmedi, "rahmeten-lil-âlemîn"dir. Müslüman eline, beline, diline sâhip olacak yani edeb sâhibi olacak. Edebin elifi, eli, dalı dili, besi beli. O vakit edeb oluyor işte. Mü'min, edeb sâhibi olacak, diline, gözüne, kulağına, herşeyine sâhip olacak mü'min. Mü'minden bahsediyoruz, Muhammedîden bahsediyoruz. Resûl-i Ekrem'e lâyık olan bir kimseden bahsediyorum. Yürüyüşünden, tavrından, duruşundan, oturuşundan, yiyip içmesinden, oturup kalkmasından, bu adamın Muhammedî olduğu bilinecek. Bu, Muhammedî diyecekler. Yani insaniyyete numûne-i imtisâl olacak. Çirkinlikte değil, güzellikte. Biz çirkinlikte olmuşuz. Tersine. Çünkü neden? O nûrdan uzaklaşmışız bir defa, Peygamber'den uzaklaşmışız. Uzaklaşınca nûr azalmış, önümüzü görmüyoruz. Arkadan gelen nûr, önünü göstermez adamın. Nûru öne alacaksın. Bir ışık arkadan gelirse eğer, önündeki çukuru göremezsin sen. Nûr öne alınırsa, o vakit yolunu görürsün, çukura basmazsın. Nûru arkaya atmışsın. Evvelemirde O'nu kendine önder edeceksin. Bu vücûd iklîmine O'nu sultân edeceksin,, o vakit adam olursun. Allah da öyle vadediyor Kur`ân'da, "ve entümül a'levne in küntüm mü'minîn, hakkıyla îmân ederseniz sizi a'lâ kılacağım diyor Cenâb-ı Hakk. Allah yalan söyler mi? Estağfirullahe'l-azîm ve etûbu ileyh.

İşte âbâ u ecdâdın hakkıyla îmân etmişdi, Allah onları âlî kılmışdı. Altı aylık yola haber gönderiyor senin ceddin, "Kulağıma top sesleri geliyor, otursunlar oturdukları yerde" diye, hemen muhârebe duruyor. Bir defa diyor ki Cenâb-ı Peygamber, "Benim ümmetime öyle bir hâssa verildi ki...Bak dinleyiniz ve oturup ağlayalım. Ağlayamıyorsak niye ağlayamıyoruz diye ağlayalım. "Öyle bir hâssa verildi ki, Ümmet-i Muhammed geliyor diye duyuldu mu üç aylık yoldaki kâfirin kalbine kokru düşer" diyor. Yüz milyon müslümanı, bir avuç Yahudi mağlûb ediyor. Bak, ne kadar îmânımız kemâlde. Halbuki korkması lâzım müslümandan, mü'minden. Müslüman askeri ayağa kalkdı mı üç aylık yoldan kâfirin gönlüne korku düşer. Allah o korkuyu verir. Eğer öyle olmasaydı, bize bir yudum su vermezlerdi, bizi buralarda bırakmazlardı, sürer götürürlerdi.

Kendine çeki düzen ver, kendine gel. Allah boyasıyla boyan. Muhammed şifâsıyla şifâlan. Sana insaniyyeti emrediyor, insan olmayı. İki cihanda da insan olmaya çalış. Zâhirimiz insan, bâtınımız da insan olsun bu âlemde. Öteki âlemde de öyle olsun. Yoksa bu âlemde çok insan olanlar, öteki âlemde hayvan olacaklar. Zâten bu âlemde de, gözünde perde olmayanlar, hayvanları görüyorlar, iki ayaklı hayvanları. "Yevme tübeddelü'l-arda gayra'l-ard". Kıyâmetden sonra, bu ard değişdiği vakit başka bir hâl alacakdır, insanların da içi dışına çıkacakdır. Benim ne olduğumu orda göreceksin. Burda elimi öpüyorsun, korkuyorum ki orda yüzüme tükürmeyesin diye. Yaa, burda bir çok insanlar var, elini öpüyoruz, orda yüzüne tüküreceğiz. Böyle de olacak. "Biz bunu bir adam zannetmişdik dünyâ yüzünde, tuuu Allah cezâsını versin. Ne terbiyesiz herif, ne utanmaz adammış bu" diyeceğiz. 

Kendini çek çevir. Yalanı, düzenbazlığı terk et. İş yok onların bir tânesinde. Allah'a ve Muhammed'e gel. Doğru yola, sırât-ı müstakîme, Kur`ân'da koş. Seni felâha, refâha, saâdete götürecek olan, Kur`ân. Dünyâ ve âhiretde. Herkes keni ahlâkını düzeltirse mesele kalmaz. Başkasınla uğraşma, kendinle uğraş, kendini düzeltmeye çalış. Biz öyle yapmıyoruz. Biz keçi misâliyiz. Koyun sudan atlıyor, kuyruğu kalkıyor, keçi gülmüş koyuna, edeb yeri göründü diye. Keçininki hep açıkda duruyor. Biz öyleyiz ekseriyâ. Kendi suçlarımızı görmüyoruz, başkasının suçunu arıyoruz. Kendi suçunu ara evvelâ. Kendini düzeltirsen herkes düzelir. Geçiyoruz.

Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ana karnında idi, peder-i âlîleri yani babası Hazret-i Abdullah radıyallahu anh Hazretleri göçdüler. Efendimiz ana karnında yetim kaldı. Hazret-i Abdullah, çocuk dünyâya geldiği vakit halka ikrâm edeyim diye Medîne-i Münevvere'ye hurma almaya gitmişdi, yolda kaldı. Türbesi yakın zamana kadar, Medîne-i Münevvere'de Sultân-ı Enbiyâ'nın yakınında idi. Ben de gittiğimde ziyâret etmişdim, henüz yıkılmamışdı. Şimdi orasını da mescide kalb etmişler, mescid olmuş.

Peygamberimiz altı yaşında iken de, Hazret-i Âmine göçdü. Peygamberimiz hem anadan hem babadan küll yetim kaldı, öyle yetişdi. Kimin yanına? Ebû Tâlib Hazretlerinin yani Hazret-i Ali'nin, kerremallahu vecheh, pederinin yani amcasının yanına. Ebû Tâlib'in hâli vakti pek yerinde değildi, çoluğu çocuğu fazlaydı fakat Peygamberimizi öyle bir aldı ve bağrına basdı ki, O'na hiç ana baba acısı duyurmadı. Zâten iki sevdiği bir senede vefât etti, hem Hatîce, hem Ebû Tâlib aynı senede vefât edince, Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem o seneye hüzün senesi demişdi.

Melekler demişler ki, "Yâ Rabbi, habîbim diye medh ü senâ ettin fakat anadan ve babadan yetim bırakdın. Bunun sırr-ı hikmeti nedir?" demişler. Hakk Teâlâ buyurmuş ki, "Habîbim bir tarafdan bir meşakket gördüğü vakit, annesini yâhud babasını bıraksaydım, onlara sığıncakdı, 'Anne!' yâhud 'Baba!' diye seslenecekdi. Annesini babasını aldım ki bana sığınsın 'Allah!' desin". O zâten hiç bir zaman Hakk'dan gayrına sığınmamışdı, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem.
Efendiler! Bak, bir şey daha söyleyeyim size. İçinizde tahsilli kimseler de görüyorum, "Âl-i İbrâhim"den murâd, "Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ sallayte alâ İbrâhime ve alâ âli İbrâhim". İbrâhim'in âli kimlerdir biliyor musun? Hazret-i İsmâil'den Cenâb-ı Peygamber'e gelinceye kadar, Peygamberimizin dedeleri ma'nâsınadır o. Gafletle okuma. Bir daha söylüyorum. "Âl-i İbrâhim"den murâd Peygamberimizin dedeleridir. Resûl-i Ekrem'in sülâlesinden puta tapan olmamış hiç. Temiz bir ark. O Âzer denilen zât, İbrâhim Peygamberin babası değildir, ammisidir o, amcasıdır. Arapda ammiye de baba derler. Amcaya baba derler, baba diye hitâb ederler.

Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin vâlide-i muhteremesi Hazret-i Âmine radıyallahu anhâ vâlidemiz diyorlar ki, "Ben diğer kadınlar gibi ağrı, sızı, hayız ve nifas görmedim". Annesi Resûl-i Ekrem'i arabî aylardan Rebîulevvel ayının on ikinci gecesi Pazartesi gecesi duhâ vakti, sünnetli, göbeği kesik ve gözleri sürmeli olarak dünyâya getirdi.  Hazret-i Âmine, "Benden doğar doğmaz secdeye kapandı ve mübârek dudakları oynadı" diyor, böyle rivâyet ediyorlar.

"Efendi, hiç yeni doğan çocuğun dudağı oynar mı?" diye sorarsan, Allah Kur`ân'da Îsâ Peygamber'in kundakda iken konuştuğunu söylüyor ya! Îsâ Peygamber'e lâyık görüyorsun da Hazret-i Muhammed'e, hem de bütün peygamberlerin seyyidi olan Muhammed'e konuşmayı lâyık görmüyor musun! Hazret-i Âmine, "Bir şey söylüyordu, aldık, kulağımızı verdik dinledik, 'ümmetim, ümmetim' diyordu" diyor.
 
O akşam olan hâdisât. Mecûsîlerin bin senelik ateşi söndü. Ateşe tapan mecûsîlerin bin senedir yanam ateşi o gece söndü. Sâve gölü kayboldu, yok oldu. Kabe'deki bütün putlar yüz üstüne kapandılar. Kabe'nin her bir rüknü birbirine selâm vererek, Hazret-i Peygamber Muhammed Mustafâ'nın geldiğini tebşîr ettiler yani müjdelediler. İran şâhının sarayının on dört küngüresi yıkıldı yani on dört tâne kubbesi çökdü. Şâh bunu sordurdu, dediler ki, "Bir peygamber gelecek, onun ümmeti senin devletine nihâyet verecek fakat senden sonra on dört pâdişâh geçecek" dediler. "Oooo çok vakit, on dört pâdişâh uzun bir zaman" dedi. Halbuki öyle olmadı, kırk sene zarfında on dört pâdişâh geçdi, Hazret-i Ömer zamânında İran İslâm'a kalb olundu.

İşte bu gece, bunların olduğu gecenin sene-i devriyesidir ve Mevlûd-i Muhammedî hiç bir zaman bitmemişdir, devâm etmekdedir. Ne kadar şanlı askerimiz, ne kadar şanlı büyüklerimiz varsa, hepsi Mevlûd-i Muhammedî'dendir, hâriç değildir. Bunu kafandan çıkarma sakın ha. Devâm eder o. Sen de Mevlûd-i Muhammedî'densin, ben de Mevlûd-i Muhammedî'denim. 

Bazı mucizâtından da haber verelim.

Peygamber'in mubârek başı üzerinde dâimâ bir bölük bulut dolaşırdı, güneş vurmasın diye. Bir çocuğun başını okşasa, Resûl-i Ekrem'in onun başını okşadığını kokusundan bilirlerdi. Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin bütün vücûdu gül kokardı. Hurma ağacını dikdi, dikdiği saatde yemiş vermişdir. Mucizâtından. Daha toplayalım şimdi getirelim. Ne kadar peygamber geldi geçdiyse, cümlesinin getirmiş olduğu mucizâtın kâffesi Hazret-i Peygamber'in elinde zâhir olmuşdur. Taa Hazret-i Âdem'den Resûl-i Ekrem'e kadar ne kadar peygamber geldiyse, hepsinin gösterdiği mucizât, Allah tarafından verilen mucizâtın kâffesi Resûl-i Ekrem'e verilmiş, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellemden zâhir olmuşdur. 

Böyle bir zât-ı cihânın doğduğu geceye geldin, sen de O'nun ümmetisin ve istikbâlde de O'na muhtâcsın. Çünkü O şefâatçı olmayınca mîzân kurulmaz, O Hakk'dan şefâata izin istemeyince kimseye izin verilmez, sekiz cennetin miftâhı O'nun yed-i kudretine, O'nun rızâsına verilmişdir. Çok merhametlidir, Hakk'ın rahmet sıfatı O'nda tecellî etmişdir. "وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ Vemâ erselnâke illâ rahmete'l-lil-âlemîn" dir. Bu akşam rahmet-i ilâhînin cûş u hurûşa geldiği gecedir. Bu akşamdan istifâde ediniz. Unutmayınız, bu gece bizim en büyük gecemizdir. Bu gece Hakk ile arayı iyi yapınız. 

Cenâb-ı Hakk sizin kalblerinizi ve bizim kalblerimizi nûr-i Muhammed'le münevver kılsın, muhabbet-i Muhammediyye ile kalblerimizi memlû eylesin.

Hepinizin Leyle-i Mevlûd'ünü tebrîk eder, uzun seneler Allah rızâsında dâim olmanızı ve kalblerinizde Nûr-i Muhammedî'nin zuhûrunu ve bedenlerinizin şerîatla tâhir olup, Hakk'a secde etmesini, dillerinizin Allah'ı zikretmesini, Allah'dan niyâz ederim.

Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.

Aşkî Hakk'a secde eyle bu gece makbûl olur 
Aç ellerin bârigâha duâlar kabûl olur 
Muhammed'i cândan seven Rabbine de kul olur 
Müjde müjde ehl-i aşka derde dermân geliyor

 Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 16 Aralık 1983 (11 Rebîulevvel 1404) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön