Sadakallahü'l-azîm.
Hakk Teâlâ'yı tevhîd etmekle kalbleri münevver, alınlarında eser-i secde bulunan, O'nun habîbi, mahbûbu, matlûbu, rahmeten-lil-âlemîn olan Resûl-i Ekrem'i her şeyinden ziyâde severek îmânını kemâle erdiren, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olanlar!
Bir yevm-i azîmin arefesinde bulunuyoruz. Yani büyük bir günün arefesindeyiz. Ki yarın akşam, Cumartesi'yi Pazar'a bağlayan gece, sebeb-i hilkat-i âlem, yani bu âlemin yaradılmasına sebeb olan Hazret-i Muhammed aleyhisselâmın bu âlemde zuhûru ve tulûu gecesidir, mevlûdu gecesidir. Ki bu gece ârifler için Leyle-i Kadir'den daha yücedir. Leyle-i Kadir hakkında Kur`ân-ı Şerîf'de bir sûre-i celîle vardır. Ama Kur`ân'ın nüzûl etdiği Hazret-i Muhammed Mustafâ'dır. Eğer Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâm olmasaydı, Allah Hazret-i Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâmı halk etmeseydi Kur`ân nâzil olmaz idi. Yani Kadir olmazdı. Yarın gecenin kadrini bilenler, muhakkak sûretde manevî kadrin kadrine ererler.
Resûl aleyhi's-salâtü ve's-selâm hakkında birkaç kelime söyleyeceğim ki, deryâların katreye sığmadığı gibi, Resûl, bizim kelâmımıza sığmaz. Ama biz katremizi deryâya düşürelim. O kabilden olacak. Peygamberinin ind-i ilâhiyyede olan makâmından bir şemme, bir koku sana verilecekdir. Kalbin gonca gibiyse bu kokunun netîcesiyle kalbindeki gonca güle tahvîl olunacak ve o gülden de bûy-i Muhammedî zuhûra gelecekdir. Hazret-i Muhammed'in kokusu yani, sallallahu aleyhi vesellem.
Peygamberimiz cümle peygamberlerin seyyididir, bütün peygambelerin efendisidir. Nûru evvel, ba'sı sonra olmuş. Ama rûh babası Hazret-i Peygamber Cenâb-ı Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâm. Hem nûr babası, hem rûh babası. Âdem aleyhisselâm cesed babasıdır. Âdem'in de babasıdır Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellem. Onun için bir sahabe, radıyallahu anh, Enes ibn Mâlik zannediyorum, radıyallahu anh, Fahr-i Risâlet'e sormuş, demiş ki, "Yâ Resûlallah, siz ne vakitden beri nebî idiniz?". Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, "Âdem aleyhisselâm henüz toprak ile su arasındayken, çamur iken ben nebî idim" buyurdular. Âdem'in toprağı ve çamuru karılmadan da Hazret-i Peygamber nebî idi, sallallahu aleyhi vesellem.
Cenâb-ı Hakk Celle ve Tekaddes Hazretleri, "küntü kenzen mahfiyyen" hadîs-i şerîfinde, ki bu hadîs-i şerîf, Hazret-i Dâvûd aleyhisselâma hitâb edilmişdir, vaktâ ki bu kâinâtı muhabbet üzerine halk eyledi, evvelâ zât-ı ecell-i a'lâsının nûrundan habîbi Muhammedinin nûrunu halk eyledi. Halk olan nûr-i Ahmed, "Lâilâheillallah" deyip Cenâb-ı Hakk'ı tevhîd etdi. Âdem aleyhisselâm, alleme'l-esmâya mâlik idi, Mahbûb-i Kibiryâ olan Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâm, hem alleme'l-esmâya, hem alleme's-sıfata, hem alleme'z-zâta âlim idi, vâkıf idi. Ehline söyledik, herkes bunu anlayamaz, konuşduğum sözleri. Âdem aleyhisselâma esmâ öğretilmişdi. Haydi Türkçesini yapalım. "وَعَلَّمَ اٰدَمَ الْاَسْمَٓاءَ كُلَّهَا ve alleme âdeme'l-esmâe küllehâ", Kur`ân-ı Kerîm'in beyânına göre. Fahr-i Risâlet sallallahu aleyhi veselleme hem esmâ talîm edildi, hem sıfat talîm edildi, hem zât-ı ilâhiyye. Onun için "sübhâneke mâ arafnâke hakka marifetike yâ marûf" buyurdu. Zât arz olununca idrâk-i beşer ona erişmedi, "Ey marûf olan Hakk, hiç bir idrâk, seni hakkıyla bilemez" dedi Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellem. Çünkü Hakk'ı künh-i zât-ı Hakk ile bilememek Hakk'ı bilmekdir. Ne şey ki senin aklına geliyor Hakk budur, Allah onun gayrıdır. Geçiyoruz.
Mirât-ı Hakk oldu. "Lâilâheillallah" dedi, Cenâb-ı Hakk'ı tevhîd etdi. Cenâb-ı Hakk da Cenâb-ı Peygamber'in bu tevhîdine karşılık...Nûr-i Muhammed bu tevhîdi yapdı, yani Allah kendi nûrundan Nûr-i Muhammed'i halk eyledi, Nûr-i Muhammed "Lâilâheillallah" dedi, Allahu Teâlâ Habîb-i Edîbinden bu "Lâilâheillallah" tevhîdini işidince, cevâb verdi : "Muhammedü'r-Resûlullah" dedi. Ve iki kelime-i tayyibe, mübârek bir kelâm oldu ki bu kelâm yedi cehennemin kapısını kilitledi, sekiz cennetin kapısını feth ü küşâd eyledi, yüz derecât terfi buyuruldu, söyleyen, Hakk ile söyleyen mazhar-ı zât oldu.
Biz şimdi târihî vukûâta geçelim. Fil senesiydi. Hazret-i Abdullah'ın alnında Nûr-i Muhammed...
Hazret-i Âdem aleyhisselâmdan Hazret-i Abdullah'a kadar...Hazret-i Abdullah kim? Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem peder-i âlîleri. Bazı terbiyesiz kendini bilmezler Resûl'ün ebeveyni hakkında sözler söylüyorlar, bunlar katiyyen ve kâtıbeten doğru değildir. Allah Resûlü'nün pederi ve annesi mukaddesdir ve Cenâb-ı Peygamber'den, dikkat buyur konuşduğum söze!, Cenâb-ı Resûlullah'dan Hazret-i İbrâhim'e kadar giden yol, ki Âl-i İbrâhim'dir, hepsi muvahhid, Hakk'ı tevhîd etmiş, cümlesi mü'min ve kâmil mü'mindir. Hattâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin ammileri hakkında da fazla konuşmak doğru olmaz. Biz bunu irfân sâhiblerine söyledik, kendini bilmeyenlere değil. Misâlleri var fakat burada vaktimiz, yerimiz dardır, zamanımız dardır. Yerimiz geniş ama, gönlümüz de geniş fakat zamanımız dardır. Geçiyoruz, bu kadar. Îcâb etdiği vakitde konuşuruz inşâallah.
"Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ salleyte alâ İbrâhîm ve alâ âli İbrâhîm"den murâd, İbrâhim aleyhisselâmdan aşağı Peygamberimize gelinceye kadar, o ark, tamâmen tertemiz bir arkdır. Hiç bu arkın içerisinde yani Cenâb-ı Peygamber'in dedeleri içinde, babaları içinde puta secde eden yokdur. İbrâhim aleyhisselâmdan Hazret-i Âdem'e gidinceye kadar gene şecere tertemiz Nûr-i Muhammedî'yi taşımışdır, hâmil olmuşdur. Ve bu tertemiz Nûr-i Muhammedî Hazret-i Abdullah'a kadar teslîm olunmuşdur. "Âzer İbrâhim'in babası değil mi?". Değildir! Peygamberin ammisidir, amcasıdır. Arabda bir kâide vardır, amcaya da baba denir. Çünkü vaktâ ki Hazret-i İbrâhim Âzer hakkında istiğfâr etdi, Allah dedi ki Hazret-i İbrâhim'e, "İstiğfar etme, amcan küfür üzere gitdi" dedi. Sonra tekrardan, "رَبَّنَا اغْفِرْ لِي وَلِوَالِدَيَّ وَلِلْمُؤْمِنِينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ rabbenağfirlî ve li vâlideyye ve lil mü'minîne yevme yekûmü'l-hisâb" der mi? Hazret-i İbrâhim'in duâsı bu. "Yâ Rabbi anneme babama rahmet et, mağfiret et onlara" diye. Hazret-i İbrâhim'in babası Târıh'dır, Âzer amcasıdır. Böyle bil, bu kadar kâfî. Bunun üzerinde merâk edenler ferdî olarak bana sorsunlar, burası şimdi konuşulacak yer değil tabii. Malum ya, burada hakk-ı kelâm bizimdir. Ama herhangi bir kimsenin kafasında bir istifham olursa, gelsin baba sorsun, konuşuruz, ferden ferdâ. Geçiyoruz. Bu kadar. Yani şöyle bil. İtikâdını tashîh et. Benim sana tavsiyem bu. Zarar etmeyeceksin böyle inanırsan. Hazret-i Âdem'den Hazret-i Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâma kadar gelen Peygamberimizin ceddi, dedeleri tertemiz bir ark üzerine ve tevhîd üzerine ve îmân üzerine, Allah'ın arz etdiği îmân üzerine gelmişlerdir. Peygamberimizin sülâlesinden hiç kâfir yokdur, puta secde eden yokdur. İşte bu kadar kâfî. Bunu böyle bil.
Sonra, Peygamber'in ammisiyle filan uğraşma hocaefendi! Bazı hocaefendiler uğraşıyorlar. Kendini bilmiyor, kendi amcasıyla uğraşmıyor da, Peygamber'in amcasıyla uğraşıyor. Geçiyoruz.
Abdullah'a bütün Mekke kızları teaşşuk etmişdi, kendilerini gösteriyorlar ve kendilerine davet ederlerdi. Âmine nasîb oldu. Peygamberimiz Kavm-i Arab'ın en şerîfi olan Kureyş kavmindendir ve Hâşimîlerdendir, Hâşimoğullarından. En yüksek, kabîlenin en yükseği. Arab içerisinde en marûf, en hürmete lâyık olan bir kabîle ki İbrâhim Peygamber'in getirdiği büyük bir kabîledir. Medîne hâkimi Vehb'in kızı Hazret-i Âmine radıyallahu anhâ vâlidemiz, verdiler. O akşam nikah kıyıldı, ertesi sabah Abdullah'daki o güzellik, nûr Âmine'ye geçdi.
Fil senesi, Ebrehe Kabe'yi yıkmağa gelmişdi. Ebrehe'nin ordusu mahv u perîşân oldu. Cenâb-ı Hakk Sûre-i Fil'de, "اَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِاَصْحَابِ الْف۪يلِۜ elem tera keyfe feala rabbüke bi ashâbi fîl"de bunu bize beyân eder. O sene Peygamberimiz dünyâyı teşrîf buyurdular, Hazret-i Âmine'den. Annesinin mübârek rahmindeyken, altı aylıkken Abdullah vefât etdi. Hazret-i Abdullah, peder-i âlîleri, Hazret-i Abdullah vefât etdi. Ana karnında Peygamberimiz yetîm kaldı. Ve o sene Rebîulevvel ayının on ikinci gecesi, Pazartesi gecesi, sabaha karşı Hazret-i Âmine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi dünyâya getirdi ve Hakk Teâlâ'nın âlemlere rahmetini görmeyen halka rahmet-i ilâhiyye tecessüm etdirildi. Burada bir incelik söyleyeceğim, geçeceğim.
Diyor ki Mekke kavminin uluları, "Biz Kabe'yi tavâf ediyorduk, birdenbire Kabe'nin her rüknü birbirine selâm verdi ve putlar yüzüstüe düşdüler. Bir gulgule kopdu". Ebî Leheb ki Peygamberimize îmân etmeyen ammilerindendir, Allahu Teâlâ onun aleyhinde Sûre--i Tebbet'i nâzil etmişdir Kur`ân-ı Kerîm'de, o, haber salıyor kölesiyle, "Nedir bu gulgule?" Mekke'nin içindeki bulunan bu feryâd u figân, sevinç haberleri yâhud seslenmeler filan. Gidiyor câriye ve gelip müjde veriyor, diyor ki, "Müjde olsun! Kardeşin Abdullah'ın bir oğlu oldu" diyor. Der demez Ebî Leheb diyor ki, "Seni âzâd etdim" diyor. "Mâdem ki kardeşimin bir oğlu oldu, sena hürriyetini verdim, âzâd etdim seni" diyor. "Git ona meme ver" diyor. "Süt annesi ol" diyor. Arablarda bir âdet var, anne sütü içirmiyorlar, süt anneye veriyorlar. Şimdi, burada bir incelik var, bunu söylemeden geçemeyeceğim. Çünkü dersimi öyle toplayacağım. Ebî Leheb'in vefâtından sonra Ebî Leheb'i manâda görmüşler. Benim gibi adamlar değil, dînin ileri gelenleri, Hakk'a karîb olanlar, Resûlullah'a yakîn olanlar görmüşler. Demişler ki Ebî Leheb'e, "Sen Peygamber'in ammisiydin fakat sen O'nun kadr u kıymetini bilemedin, îmân etmedin Peygamber'e". Bilakis Peygamber'in aleyhine geçdi. Olacak işte hâdisât. "Âhirete gitdin, Allah sana ne muâmele etdi?" demişler.
İyi dinle! Ey âşık-ı sâdık! Ey kalbinde Muhammed sevgisi olan ve Resûlullah'a îmân eyleyip iki cihânın saâdetinin anahtarını eline alan!
Diyor ki, "Hayıf bana olsun, yazık olsun bana! Öyle bir nebiy-yi zîşânın ammisi olduğum hâlde bu îmâna ben nâil olamadım ve hüsrân içind kaldım ama bana Muhammed'in, sallallahu aleyhi vesellem, doğduğunu haber veren câriyeyi ben âzâd etdim, kavm ve akrabâlık gayretiyle âzâd etdim, Pazartesi günü oldu mu, beni cehennemden âzâd ediyorlar, diyorlar ki, sen habîbim Muhammedin doğduğu gün sana müjdeyi getireni âzâd etdiğin gibi seni biz nârdan âzâd etdik. O gün biz cehennemden biz berî duruyoruz. İki, ben o câriyeye demişdim ki, o sütlü bir câriye idi, git Muhammed'e süt ver demişdim, parmağımdan bir su çıkıyor benim cehennemde, o suyu içdiğim vakitde nâr benden zâil oluyor" diyor. Şimdi, Peygamber'in aleyhinde konuşup da Peygamber'e bu kadar iyilik yapan bu nimete ererse, ömr ü hayâtını Peygamber-i zîşânı sevmekle geçiren, Resûlullah'ın sünnetine ittibâ eden, Allah'a secde eden, Allah Habîbinin muhabbetiyle kalbi çarpanların ne âlî makâma yükseleceğini senin irfânına terkediyorum ben. Bu gizli bir taltifdir, anlayan için.
Şimdi biz dinleyelim.
Efendimizin doğduğu gece, Save gölü göçdü, mecûsîlerin bin senelik ateşi söndü, Bizans sarayının on dört büyük kevgeri yani direği yıkıldı, Kabetullah'ın her rüknü birbirine selâm verdi, bütün putlar yüzüstüne düşdü. Hazret-i Âmine diyor ki, "Ben sallallahu aleyhi vesellemi doğurduğum vakitde diğer kadınların duyduğu acıyı duymadım. Etrâfıma bir takım hûriler ve melekler zuhûra geldi ve beni tebşîr eylediler. Ve Resûlullah gözleri sürmeli ve sünnetli ve göbeği kesik olarak doğdu. Benden doğduğu an secdeye kapandı. Mübârek ağzı titriyor bir şeyler söylüyordu. Aldım yerden evlâdımı, kulağımı verdim dinledim, ümmetim, ümmetim diyordu".
"Efendi, ufak çocuk, doğan çocuk söz söyler mi?" diye söylersen eğer, ben sana onun cevâbını vereyim. Hazret-i Meryem, Îsâ Peygamber'i doğurduğu vakitde, kucağına aldı, o hurma ağacının altına gitdi. Ona dediler ki, "Ey İmran'ın kızı Meryem! Bu çocuğu nereden buldun?" dediler. Allah Meryem'e hitâb etdi ki, "Konuşma onlarla, sen Îsâ'ya işâret et, o konuşsun". Hazret-i Meryem, "فَاَشَارَتْ اِلَيْهِ۠ fe eşâret ileyh", Îsâ'ya işâret etdi. Kundakdaki çocuk konuşdu. Kim o? Îsâ Peygamber. "اِنّ۪ي عَبْدُ اللّٰهِ۠ innî abdullah, ben Allah'ın kuluyum" dedi. Ve "اٰتَانِيَ الْكِتَابَ âtâniye'l-kitâb, bana kitâb verildi" dedi. "وَجَعَلَن۪ي نَبِيًّاۙ ve ce'alenî nebiyâ, beni Allah nebî kıldı" dedi. Benî İsrâil peygamberi Îsâ aleyhisselamın kundakda konuşduğuna inanacaksın da, cümle kâinâta, cinniye, insanlara, meleklere, her şeye peygamber olarak gönderilen ve Allah'ın mahbûbu olan Muhammed'in konuşduğuna inanmayacak mısın! İşte az evvel söyledim, "Âdem toprak ile su arasındayken ben nebî idim" hadîsini. Şu okuduğum âyet-i kerîmeyle de sana cevâbını verdim, îmânın ve insâfın var ise. Tabii sizlere söylemiyorum. Hepinizin alnında eser-i secde, gönlünde aşk-ı Muhammed var, buraya toplanmışsınız. Hepinizin Hazret-i Peygamber'in muhabbetiyle kalblerinizin çarpdığını görüyorum, onu keşfediyorum. O nûr mescidin kubbesine, oradan da arş-ı a'lâya doğru tebahhur etmekde, yükselmekde.
Evet, bir kaç hassasından daha bahsedelim. "Verdim kulağımı dinledim. Ümmetim, ümmetim diyordu". Yaşadığı boyunca bizi istedi Allah'dan. Son nefesinde yine bizi istedi. Ve Cenâb-ı Hakk'dan "وَلَسَوْفَ يُعْط۪يكَ رَبُّكَ فَتَرْضٰىۜ ve le sevfe yu'tîke rabbüke fe terdâ" âyet-i celîlesini, bu va'd-i ilâhîyi aldı. Manâsı, "Ey Habîbim Muhammed, ümmetin hakkında bu kadar endîşeli olma, seni râzı kılıncaya kadar sana vereceğim" diyor Hazret-i Allah Celle Celâluhû Hazretleri.
Bir kaç şey daha söyleyelim. Mucizâtı bitecek gibi değildir. Başının üzerinde, dolaşdığı yerde Efendimizin, dâimâ bir bulut dolaşır, taşlar ve ağaçlar Resûlullah'a selâm verir idi. Bir çocuğun başını okşasa, bilirlerdi ki Resûlullah okşamış onun başını. Çünkü bûy-i Muhammedî oradan gelirdi. Kime nazar etdiyse eğer, rahmet nazarıyla, nârdan kurtulmuşdur. Bizlerin efâl u harekâtına dâimâ hâzır olmakda. Ve Pazartesi gecesi ve Cuma geceleri bizim efâl u harekâtımız Resûlullah'a arz olmakdadır. Günahkârlarımız hakkında istiğfar eder, hak yolunda bulunanlara da duâ eder. Rûhâniyyeti aramızdadır. Hattâ Allah'a kasem olsun, burası makâm-ı Muhammediyyetdir, yalan olmaz, bir gece bir manâda ben hutbe okuyordum, bu câmi-i şerîfde, ben öyle gördüm, Efendimiz buradaymış sallallahu aleyhi vesellem. Ki Resûlullah salllahu aleyhi vesellem, "Beni rüyâda kim görürse beni görmüşdür, Şeytan beni temsil edemez" diyor hadîs-i şerîfde. "Men reânî fi'l-menâmi fe kad reânî", hadîs-i şerîf vardır yani. Bu gün inşâallah rûhâniyyet-i Muhammedî buradadır.
Şimdi kesiyoruz. Yani katreyi ummâna düşürüdük. Çünkü daha uzun, konuşursak aylarca, senelerce konuşulabilir yani. Bu kadarı kâfî gelir.
Ve o günden itibaren Mevlûd-i Muhammedî, iyi dikkat et konuşduğum söze!, Resûlullah'ın zâhir olduğu günden itibaren Mevlûd-i Muhammedî zuhûra gelmekdedir. Ne kadar büyük kumandanlarımız, kahraman gâzîlerimiz, ne kadar büyük meliklerimiz, ne kadar büyük doktorlarımız, fen sâhiblerimiz, ne çıkdıysa, âlî kişiler hep Mevlûd-i Muhammedî'dendir. Geçiyoruz, bu kadar, anlayana söyledik. Durmaz Mevlûd-iMuhammedî, devâm edecekdir, ilâ yevmi'l-haşrı ve'l-karâr, hepsi Mevlûd-i Muhammedî'dendir. Geçiyoruz, bu kadar.
Yarın akşam yapacağın vazîfeler. Kısa kesiyoruz, Cuma hutbesi bu, vaaz değil. Yarın akşam yapacağın vazîfeler. Dargınlar barışır. Sen camiye gitmeğe gayret et. Mescidlere gidiniz, mescidler garîb. Mahallendeki mescid senden davâcı olacakdır yevm-i kıyâmetde, "Gelmiyor bana, gelmedi" diye. Misâfir gibi git hiç olmazsa, Kandil Gecesi yâhu! Koca Bayezid Câmisinde sabah namazında üç kişi var. Böyle şey olur mu, müslüman memleketi burası. Neyse geçiyoruz.
Câmilere gidiniz, Mevlûd-i Şerîf tilâvet etdiriniz. Siz bakmayın, "Mevlid'de sevâb yokdur" diye bağıran çağıran gâfillere. Resûlullah'ın ismi nerede anılırsa, cümle melâike oraya cem olur. Mevlûd'un her tarafında Peygamber anılmakda. Yalnız edebe riâyet etmek lâzımdır. Edebsizlik, terbiyesizlik olmamalıdır. Edebli olmalı, edeben dinlemelidir, o vakit şefâat-i Resûlullah'a nâil olunur. Misâlleri var. Geçiyoruz.
Kur`ân-ı Kerîm okuyunuz. Bildiğini oku. "fakraû mâ teyessere mine'l-Kur`ân". Kur`ân-ı Şerîf'den hangi âyetleri biliyorsan onları oku.
Mümkün ise, garîbleri, yoksulları sevindir. Eskiden babalarımız, annelerimiz, iyi hatırlayacaksınız, kandil geceleri gözleme kızartırlar, hamur kızartırlar ve komşulara dağıtırlardı, ölmüşlerin rûhları için. Câizdir. Allah bu Ümmet-i Muhammed'e bunu bahşetmişdir. Dirilerin verdiği sadakât ile ölülerin azâbı ref' olur. Dirilerin yapdığı hayır hasenât ile ölülerin azâbı kaldırılır. Ve muhabbet hâsıl olur. Muhtaç değildir belki komşun ama iki tâne oraya çörek göndermekle yâhud bir hediye göndermekle senden memnûn olacak, onun gönlünü alacaksın. En büyük sevâb da gönül almak değil midir.
Tavâf-ı hac ey zâhid sevâbı gerçi a'lâdır
Lâkin bir gönül yapmak cihanda ondan a'lâdır
Farz olan hacdan bahsetmedim ha! Yanlış anlama sözümü, ters anlama! Muhabbet artar. "Tehâdev tehâbbû" diyor Peygamberimiz. Birbirinizle hediyeleşiniz, hiç olmazsa selâmla, hatır sormakla. Bir apartmanda on dört dâire var, kimse kimseyi tanımıyor. Halbuki mü'minler cenâzelerinde beraber, düğünlerinde beraber olacaklar, selâmlaşacaklar, tanışacaklar birbirleriyle. Kimse kimseyi tanımıyor, herkes kendi başını almış yürümüş. Bir hırs almış yürümüş. Bazı ameli köpek olanlar bacaklarının arasına bir kemik kıstırmışlar, hırrrr diye kimseyi yanlarına sokmuyorlar, böyle bir hâle gelmiş halk. Sen değil, seni tenzîh ederim, ben kendimi söylüyorum. Komşularınızı tebrîk edebilirsiniz, tebrîk edin komşularınızı. Hakîkaten tebrîk ediniz. Siz tebrîk edin ki Allah sizi tebrik etsin habîbi için. Ölmüşlerinize Kur`ân okuyunuz. Namaz kılınız. Tevhîd ediniz. Mevlûd-i Şerîf kırâat edin ve dinleyin. Hayırlı işlere gidin. Kötü kişilerle olmayınız. Belâ geldiği vakitde kötülere sana da isâbet eder sonra. Âkıbetinin hayr olmasını istiyorsan Resûlullah'a muhabbet et, Resûlullah'ı her şeyinden ziyâde seven kişi, îmânını kemâle erdirir. Ve yarın akşam Peygamber'e muhabbetle vereceğin salavât ile senin gönlünde aşk-ı Muhammed tulû edebilir, doğabilir yani. Ve Hakk'a kurbiyyet ve Resûlullah'a takdîmin câiz olur.