14 Mart 2020 tarihinde yayınlanmıştır.
Vaktiyle bir bölük esnaf, Kumkapı'daki meşhûr meyhânelerden birine gitmişler. Meyhânenin ortasına büyük bir hamamın göbektaşı kadar geniş bir sofra kurdurmuşlar. Sofrayı binbir çeşit yiyecekle donatmışlar. Öyle ki, turnanın yoğurdundan kuşun südüne kadar ne varsa hepsini getirtmişler. Sofranın ortasına da süslü püslü, allı pullu bir mahbûbeyi sâkî olarak çıkarmışlar. Bir tarafdan lezzetli yemekleri mideye indirmişler, bir tarafdan da sâkînin sunduğu içkileri gövdeye yuvarlamışlar. Bu minvalde yiyip içerek saatlerce vur patlasın çal oynasın eğlenmişler, keyif yapmışlar. Fakat bir müddet sonra, içkinin tesiriyle öyle bir mest olmuşlar, öyle bir kendilerinden geçmişler ki, yaptıklarını da, söylediklerini de bilemeyecek hâle gelmişler. İşte o zaman, o safâ ve zevk sofrası, bir gazâ ve cenk meydânına dönmüş. Tekmeler, tokatlar, yumruklar havada uçuşmaya başlamış. Silahlar atılmış, kadehler kırılmış, meyler dökülmüş, yemekler saçılmış, sofra darmadağın olmuş. Birkaç saat sonra akılları başlarına gelince, hepsi de yaptıklarına çok pişmân olmuşlar ama iş işden geçmiş
Bundan iki asır önce İstanbul'da vuku bulmuş olan bu hâdise, dünyâ ehlinin ahvâlini göstermekdedir. Dünyânın süsüne ve eğlencesine aldanarak, gaflete düşen insan, hep dünyâdan kâm almak, zevk ü safâ içinde yaşamak derdindedir. Allah'ı ve ölümü unutan, nefsine kul olup, hevâsını ilâh edinerek, zevk ü safâya dalanlar, öyle bir sarhoşlukla kendilerinden geçmişlerdir ki, yaptıkları fenâlıkları, işledikleri kabâhatleri, ellerinden ve dillerinden zâhir olan kötülükleri, ancak kafaları teneşir tahtasına vurup da ayıldıkları zaman idrâk edecekler ve çok pişmân olacaklardır ama o pişmanlıkları bir fayda vermeyecekdir.
Hôş gûşe-yi zevk idi safâ ehline âlem
Bir hâl ile sürseydi eğer ömrünü âdem
Sıhhat sonu derd olmasa vuslat sonu hicrân
Nûş âhiri nîş olmasa sûr âhiri mâtem