5 Temmuz 2019 tarihinde yayınlanmıştır.
Boğaz köprüsüyle ilgili çevre yolu inşaatı için istimlâk edilen Edirnekapı mezarlığında bulunan annemle babamın kabirlerini, başka bir tarafa nakletmek için, bazı ihvân ve yârânımla oraya gitmiştim. Definlerinde hazır bulunduğum ahbâblarımdan bir çoklarının kabirlerinin de yola gitmiş olduğunu gördüm. Kabirler eşilmiş, içindekiler deşilmiş, kafa, kol, el ve ayak kemikleri ortalığa saçılmış, âdetâ kıyâmet gününden küçük bir numûne gözler önüne serilmişdi. Mezarlardan birisinde, bir kuru kafa dikkatimi çekti. İçinde bir şey kımıldanıyordu. Merakla baktım ve bir yılanın göz boşluğundan içeri girdiğini ve diğerinden çıktığını hayret ve dehşetle farkettim. Kısa bir süre içinde bu hayret ve dehşetim, ibrete döndü. Kendi hâlimi düşündüm ve sonunda kendimin de bu duruma düşeceğimi aklıma getirdim ve kendi kendime gayr-i ihtiyârî söylendim : "Bütün bu hırs ve mücâdele bunun için mi?".
O kuru kafa kim bilir kimin kafasıydı? Bir zamanlar, o kuru kafanın içinde de düşünen bir beyin, bütün vücûdu idâre eden muazzam bir sinir sistemi vardı, n'oldu, nic'oldu? Malım mülküm var diye gurulanıyordu, evladlarım dostlarım var diye öğünüyordu, eline bir kuruş geçse seviniyor, bir kuruşunu kaybetse yeriniyordu. Bir zamanlar, o da bizim gibi yiyiyor, içiyor, gezip dolaşıyor, ağlıyor, gülüyor, üzülüyor ve seviniyordu. Bir tahta kurusu veya sivrisinek çıksa, tedirgin oluyor, yün veya pamuk döşekleri, ipekli yorganları beğenmiyordu. Belki de, en pahalı kumaşlardan elbise diktirerek giyiniyor, nice fukarânın bir tabağına hasret olduğu nefis yemekleri elinin tersiyle itiyor, olur olmaz herkesle ahbâblık edip, konuşmaya tenezzül etmiyor, hasta veya kabir ziyâretine gitmiyordu. Belki de, bu kurukafa ölümü dört gözle bekleyen bir fakîre aitti. Ömrü, yokluk, darlık, sıkıntı ve hastalıklarla geçmiş ve belki de ancak burada dinlenmişti.
Öyle veya böyle, âhir ve âkıbetimiz bu olduğuna göre, neden Allahu Teâlâ'ya kulluk, Habîb-i Hudâ'ya ümmetlik etmiyor, ibâdet ve tâatde tembellik ediyor, isyânı ve kötülüğü bir türlü terk edemiyoruz? Bu ne gaflet yâ Rabbi! Evet, hepimizin âkıbeti bu. Bunu da, gözlerimizle görüyor ve biliyoruz. Bu hâl, önünde sonunda hepimizin de başına gelecek ve bir gün ecel bizi de böyle yere serecek. İş, bu kadarla kalsa yine iyi. Öldükden sonra tekrar dirilmek var, mahşer yerine sürülmek var, hesap sorulmak var, nebîlerin, velîlerin, âşıkların, sâdıkların ve bütün mahşer halkının önünde yerlerde sürünmek, hor ve hakir görülmek var, defteri dürülmek var, zebânîler tarafından cehenneme sürüklenmek var. Kabrin vahşeti var, mahşerin dehşeti var. Korkunç akabeler var, korkulu vâdîler var. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, "Mi'râc gecesi, bana cehennemin hâli arzolundu. Orada, kalınlığı ve uzunluğu hurma ağacı kadar olan zehirli yılanlar, katır büyüklüğünde akrepler gördüm" buyuruyor. Bizler gibi fânî olan, dünyâ yılanlarından bir dereceye kadar korunup, kendimizi kollayabiliriz ama âhiret yılanlarıyla nasıl başa çıkacağız?