8 Kasım 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
* Mehmed Arif, “Mezbeha-i Ahlakiyeler Yahut Kahvehaneler”, Beyanülhak, 26 Kanunısani 1324 (8 Şubat 1909), cilt:
I, sayı: 19, sayfa: 433-435, İstanbul.
İKTİBAS
Ahmet ÇELİK
Merhaba
Akademik Sayfalar
73 | 1 MART 2017
https://www.merhabahaber.com/d/file/cilt-17,-sayi-5,-1-mart-2017.pdf
Topçuzade
Mehmet Arif
Bey
MEZBEHA-İ AHLAKİYELER
YAHUT KAHVEHANELER*
Evet, filhakika bizde bu gün her biri bir mezbaha-i ahlâkiyyeden başka bir şey olamayan kahvehanelere fevc fevc girip çıkanlardan birçoğunun canı yanmış, hanümanı mahv olmuş şule-i ailesi söndürülmüş nihayet kahvehanelere ahlakı fazileyi İslamiye ve necabeti insaniye ayak basmayacak bir
hale gelince, mealiy-i islamiye, necabeti insaniyeye bedel, dinen, aklen, memnu’ ve melun olan kumarlar, oyunlar, hezeyanlar bi’l-mecburiye kaim olmaya başlamıştır.
Kumar ve işret gibi biri servet ve samanın diğeri, akıl gibi bir ihsan-ı hüdanın düşman-ı bi-amanı olan belalar, ta evail-i islam’da evvelen tedricen iki ayetle tenbih ve derece-i salisede hazreti Ömer razıyallahu anh efendimizin “Allahümme lena fil hamri şafiyan” duayı isabet-peymanesi sebebi nuzulü gibi olarak bu ayetle tamamen men ve tahrim buyurulmuştur. İşret ile kumardan hiç de farkı
olmayan oyunların tahribat-ı ahlakiye ve ifsadı terbiye-i insaniye yüzünden sebep oldukları fezayıh
ve cinayat şöyle bir nazıra-i im’an ile bakılsa, menabiı muhimme-i hayatiye için vukubulan musademat ve muharebatın derece-i tahribiyesine yaklaşacak kadar nazarlarda tecessüm eder.
Ahlak-ı İslamiye ve insaniyemizdeki “hiççiyye” en büyük bir misal olan bu şeyler, diyaneten muhakeme edilirse, hükümeti ilmanı, nazar hakkında ne derecelerde itham eder. Asr-ı hazırı medeniyette kahvehaneler, birer ticarethane şeklinde bulunduğu için bi’ttabi ser-baz olur. Haydi, girip oturmakta şer’an bir mahzur tasavvur edilmesin ki bu gün bir çok cihetlerle mecburiyet derecesinde bir melufiyeti umumiye vardır. Fakat şu Devr-i Meşrutiyette’de mi 600 seneden beri kendi hizmetkarlıklarından başka bir şeyi olmadığımız halde mahza uluvü cenabından, hamiyyet-i diniyyesinden dolayı bizleri liyakatlı, liyakatsız bila-hisap vela-azab kanıyla canıyla, malıyla besleye besleye nihayet velinimetliğin fevkine çıkaran, en sonra envai hakaret ve mezalimlere tahammül ile çoluğun, çocuğunun nafakaı yevmiyesinde bize verip kendilerini aç-açık kalmaya mahkum eden bu fukaranın paralarını böyle kumarlarda vesaire oyunlarda ve tavla başlarında ter tertiplemek suretiyle hem dinimizi hem ahlakımızı hem de o fukarayı mahv edeceğiz?
Biz daha ne zaman kendimizi unutup da milletin saadet ve selametini düşüneceğiz? Ne zaman millet bize bir maaş teklif ettiğinde ihtiyacat-ı zaruriyei beytiyye ve zatıyemizden maadasını
beytü’l-mal-i müslimine red ve iade edeceğiz? Ne vakit iktisad-ı şer’iyeye hasbe’d-diyane kendimiz mükellef tanıyacağız?
Ey ümmeti Muhammed! Kanunu ilahi olup ekmeliyette hiçbir kanuna nispet kabul etmeyen ve medeniyet ve saadeti umumiye-i beşeriyeyi taht-ı ziman ve tekellüfüne almış olan kavanin-i şeriyemize
Avrupalıların kendi adat ve ahlakına göre tanzim edilen kanunlarını ne vakte kadar tercih edip duracağız?
Dini mubin-i Muhammediye’nin rayihasını bile istişmam etmeyen ve her türlü medeniyeti, terakkiyi
(gelişmeyi) garptan (Batıdan) bekleyen ehl-i dalalin (sapkınların) akval-i sahifelerine (söz sayfalarına)
halen hakikat (gerçek) nazarıyla mı bakıp duracağız?
Sorarım bu cuhalay-ı dünya (dünya cahilleri) ki mülk (devlet) ve milletimizin bütün ihtiyacatını
tekeffül eden (karşılayan) kavanini şeriyemizde hangi madde eksiktir? Şeriatımızda İslamların, insanların Allah’ına, beni nevine, hayvanata, hatta faideli ağaçlara varıncaya kadar, siyanetleriyle mükellef oldukları hukuk-u şahsiye ve medeniyetlerini gördüler veya işittiler mi?
İşte bu “her şeyi bilirim” diyen ve hakikatte cehaletin canlanıp da ayakta gezen numuneleri (örnekleri), bu fırının mukallidleri (taklitçileri) bu hürriyet iadesinde bulunan şehavat-ı hayvaniye ve ef’al-i
efrencibe (yabancı fiilerin) esirleri, riyakâr körler değil midir ki bu masum, pek memleketlerimize Avrupa’nın oyun taburlarını işret (içki), kumar alaylarını ahlak-ı rezile fırkalarını (rezil ahlak gruplarını), esbab-ı mahvve inkıraz (yıkım) ordularını, pişdarlıkla ta’yibe ederek bu günden bi’l-istifade meydan-ı zuhura (ortalığa) çıkanlar ve efkarı müteaffinelerine, efkar-ı umumiye (kamuoyu) süsü verenler? İşte bunlar emin olmalıdırlar ki şer’illah (Allah’ın kanunu) ve din-i hak, her vakit ali (yüce) ve bunlara galip ve muzafferdir. Bunlar her vakit mahkur ve münhezimdir. Dini olmayanlarda hüsn-ü ahlak (iyi ahlak) ve hüsn-ü ahlakı olmayanlarda, bulunduğu millete hayır edecek fikir ve niyet katiyyen aramamalıdır.
Balada tadatedilen (sayılan) fusuk (günah) ve maasi (isyanlar) Müslüman olanlara katiyyen
memnu (yasak) olduğundan kendini mümin tanıyanların bu la’vbiyattan (lüzumsuz şeylerden) katiyyen feragatları lazımdır. (Müfessir Kadı) Beyzavi merhumun sure-i Bakara’da (26. ayette):
“ ve ma yuzillu bihi ille’l-fasikun” ayet-i celilesinde fıskın manayı lugaviyesini beyan ederken : “el fisku hüve’l-huruci ani’l-kasdi” diyorlar ki “fısk, mutlak tarik-i itidalden çıkmak manasınadır.” demektedir. Fısk, içinde ciheti şer’iyece verdiği tafsilatında üç derece irae (görüş) tarif ediyorlar, bunlardan ikisini bırakıp üçüncü mertebeyi söyleyelim ki o da: “fusuk irtikab ettiği masiyetin hürmetini asla endişe etmeyerek onu tahsin etmektir (iyi görmektir).” dedikten sonra aşağı tarafta “fe iza şarefe haze’lmakam ve tahtiu hattahu hala’a rıbkate’l-imanı min unukıhi ve leyse’l-küfri fe neuzu billah” ibaresiyle de hükmü şeriyesini beyan ve tavzih (açıklama) buyurmuşlardır. Bunun Türkçesi: “Fasık, bu üçüncü dereceye gelip de hudud-u şeriyeyi atlatınca hablü metini imanı gerden inkıyadından çıkarmış ve libası küfrü telbis etmiş (küfür elbisesini) olur. Bu halden Cenab-ı Hakka sığınırız.” demektir.
Bu gün bir oyun oynayıp ta neticeyi kazananlardan kim var ki o halini tahsin (iyi) etmesin. Hatta
etrafındakiler onu “bravo” takdirleriyle takdir ederek o fiile o hisse iştirak etmesin ve bir takım yeminlerle çok güzel bir şey yaptığını kendisine beyan etmesin?
Meşahir-i evliyaullahtan Şeyh Abdullah el-Ensari hazretlerinin “Nesayih ve Münacat” ismindeki
risale-i aliye-i ahlakiyesinde: “Ey derviş, sabahleyin kalktığında aynaya bak, eğer yüzün güzelse fena
işleri irtikâp etme. Ve eğer çirkinse iki fenalığı bir yerde cem etme.” demektedir.
Madem ki bu gün kahvehaneler de icabında vakit geçirmek mecburi gibi olmuştur, hiç olmazsa bulunduğumuz yerleri şerefli bir hale getirmek için mevaniı musahabetimizi, ahval-i dahiliye ve hariciyemizin aldığı ve alacağı işkali müzakereye tahsis etsek gazetelerdeki matalaatı muhtelifeyi tahlile çalışsak, terakkiyat-ı aleme rasdı beyyin olsak, memleketimizin maduriyet ve abadanisini düşünsek, çocuklarımızın o istikbal-i vekillerinin tezhib-i ahlaka talim ve terbiyesini, fakat şeriati münciyemiz dahilinde çalışsak ve desek ki: “Evladım, tahsili ulum ve fununa bezl-i mesai edin.
Avrupa’nın cemi ulum ve fununu öğrenin, bunları memleketimizde tatbike çalışın. Adat ve ahlakından şer’a muvafık olanlar varsa ve bizde unutulmuşsa kabulde tereddüt etmeyin.
Diyanet cahillerinin velev hüsn-i niyetiyle olsun vesayasını şer’a tevfik etmedikçe kabul etmeyin.
Fakat dinleyin sonra elinizdeki mizanı hassası şeriatıyla ölçün biçin münasibini kabul, gayri münasibini red edin. Milletin parasını ve bize verdiği maaşları bunca fukara ve yetimlerin hukukunu oyunlara, işretle kumarlara fezahata sefahata sakın sarf etmeyin. Yarın ölecek gibi Hakk’a ibadet ve kıyamete kadar yaşayacak gibi din ve dünyanızı imara himmet edin. Nefsiniz arzu ve istediğiniz şeylere hiç kimse hakkında da arzu etmeyin. Millete bâr-u bela (yük) olmayın, zahiri sahib-i vefa olun”
desek ve bu gibi levazımı hayatiyemizi daima kahvehane sohbetlerinde yekdiğerimize tekrar ederek her kahvehaneyi birer darülfünun şubesi yapsak, 600 senedir milleti masumeye ettiğimiz ihanetlerden biraz haya ederek artık beytülmale mümkün mertebe göz dikmesek, göz dikenlerimiz de hakk-ı milleti siyanet etse, bu suretlerle kendimizi ve evlatlarımızı ıslah etsek Allah’ımızın merhamet ve sıyaneti, peygamberimizin medet ve inayeti şüphesiz bizim ile beraber olur. Dünya ve ahirette
mesut ve mutmain oluruz.
KAYNAK:
Mehmed Arif, “Mezbeha-i Ahlakiyeler Yahut
Kahvehaneler”, Beyanülhak, 26 Kanunısani 1324 (8 Şubat 1909), cilt: