Hikâye olunduğunda göre, adamın birine bir cuma günü, hem ekinini sulama hem de değirmende un öğütme sırası gelir. Adamcağız düşünür, "Ekinimi sulamaya ya da buğdayımı öğütmeye gitsem belki cumayı kaçırırım" der ve cumaya gitmeye karar verir. İki işi de tehir eder. Döndüğünde ekinini sulanmış, buğdayını da öğütülmüş olarak bulur. "Kim Allah için olursa Allah da onun için olur" sözü bunun için söylenmişdir.
Resûl-i Ekrem Efendimiz buyurmuşdur ki, "Bir cuma kılmayan kimsenin kalbinin üçde biri paslanmışdır. İki cuma kılmayan kimsenin kalbinin üçte ikisi paslanır. Üç cuma kılmayanın bütün kalbi kararır". Cuma namazını kılmamak nasıl kalbin paslanıp kararmasına sebeb oluyorsa, kılmak da kalbin nûrlanmasına sebeb olur. Allah Resûlü buyurur ki, "Allah'a ve âhiret gününe inanan kimselerin cuma günü cuma namazı kılmaları gerekir. Bundan muaf olanlar sadece hastalar, yolcular, kadınlar, çocuklar ve kölelerdir".
Allah, oyun ve eğlenceye dalarak, ticâret ve alışverişle meşgûl olarak, cumayı terk edenlerden müstağnîdir, yani onların ibâdetine aslâ ihtiyâcı yokdur.
Rivâyete göre Peygamberimiz, hicretde Medîne'yi teşrîf buyurmadan önce Kuba'ya uğradı ve orada Amr bin Avf oğulları yurdunda Pazartesiden Cumaya kadar kaldı ve bir mescid inşâ etdi. Oradan Medîne'ye doğru yola çıkdığında Benî Sâlim yurdu vâdisinde cuma vakti girdi, orada cuma namazı kıldırdı ve hutbe okudu.
Muhammed bin Nasr el-Hârisî'ye o günün emîrleriyle cuma kılmanın hükmünü sormuşlar, şöyle cevâb vermiş, "Allahu Teâlâ bize namaza koşmamızı emrediyor. Kıyâmete kadar bize kimin namaz kıldıracağını Allah bilmiyor mu? Elbette biliyor. Onun için biz Allah'ın bize emretdiği şekilde namaza koşarız, işte o kadar."
Rivâyete göre, Resûlullah hutbe esnâsında önce ayakda durur, sonra oturur, sonra tekrar ayağa kalkarak hutbe okurdu.
İmâm-ı Şâfiî, İmâm-ı Ebû Yûsuf ve İmâm-ı Muhammed'e göre, hutbenin hutbe olabilmesi için, örf ve âdete göre hutbe sayılacak bir ölçüde olması gerekir. İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe ise, "elhamdülillah" veya "sübhânallah" diyecek kadar hutbeyi kısaltmayı câiz görür. Çünkü Kur`ân'daki emir böylece yerine gelmiş olur. Zîrâ âyetdeki zikir kelimesi mutlak olarak geçer. Şöyle bir rivâyet de vardır. Hazret-i Osmân hilâfetinin ilk zamanlarında minbere çıkdı ve hutbeyi "elhamdülillah" diyecek kadar okuyup aşağı indi ve halka namazı kıldırdı. Büyük bir sahabî topluluğu cemaatin içinde hâzır olduğu hâlde hiç biri buna itiraz etmemişdi.
Cuma namazının âdâbından biri de hutbeyi sessizce dinlemekdir. Çünkü Allah Resûlü, "İmam minbere çıkdığı zaman, namaz kılmak da konuşmak da câiz değildir" buyurmuşlardır. Bir diğer hadîs-i şerîfde Efendimiz, "Cuma günü imâm hutbe okurken, arkadaşına 'Sus konuşma!' diyen kimse de boş konuşmuş olur" buyurmuşlardır.
Câmide bulunan kimseler, Allah'ın evi demek olan mabede saygı göstermeli ve âdâbına riâyet ederek, dünyâ kelâmı konuşmamalıdır. Nitekim şöyle bir haber vârid olmuşdur, "Câmide konuşmak hayvanın otu yemesi gibi kişinin hasenâtını yer bitirir".
Câmiye soğan sarımsak kokusuyla girilmez. Çünkü Resûlullah şöyle buyurmuşdur, "Soğan ve sarımsak yiyen kimse o hâliyle bizim namazgâhımıza yaklaşmasın. Çünkü soğan ve sarımsak kokusundan rûhlar ve insanlar rahatsız olurlar".
Cuma gününü diğer günlerin efendisi bilmek gerekir. Nitekim Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu, "Üzerine güneş doğan günlerin en hayırlısı cumadır. Çünkü Âdem o gün yaradıldı, o gün cennete konuldu, o gün yeryüzüne indirildi, kıyâmet de o gün kopacakdır. O gün yevm-i mezîddir".
Ali bin Ebî Tâlib, Resûlullah'dan şöyle rivâyet eder, "Allahu Teâlâ benim ümmetimden bir topluluğa azâb etmek dileseydi onlara Kadir Gecesi ile Cuma gününü vermezdi". Kabu'l-Ahbar'ın şöyle söylediği rivâyet edilir, "Allahu Teâlâ, şehirlerden Mekke'yi, aylardan Ramazan'ı, günlerden Cuma'yı diğerlerine üstün kılmışdır".
Şeyhlerden birine "Cuma gecesi mi, yoksa cuma günü mü efdaldir" diye sormuşlar, şu cevâbı vermiş, "Cumanın gündüzü gecesinden efdaldir. Zîrâ Cuma gecesinin fazîleti de Cuma namazından gelir, namaz ise gündüz kılınır" demiş.
Dâvûd Peygamber bir gün oruç tutar bir gün tutmazdı. Oruç tutmama sırasına denk gelen Cuma günleri de oruç tutar ve onun orucunu elli bin seneye denk tutardı. Cuma günleri yapılan bütün amellerin ecri böyle kat kat verilir.
Haberde geldiğine göre, "Mü'min, Cuma namazını kılıp çoluk çocuğunun yanına döneceği zaman iki yüz yıl ibâdet etmiş gibi mükâfat kazanır" denilmişdir.
Resûlullah buyurmuşdur ki, "Allahu Teâlâ bizden öncekileri Cuma sebebiyle azdırdı. Yahudiler Cuma yerine Cumartesiyi, Hıristiyanlar Pazarı seçdiler. Allah bize gönderdiği şerîatla doğruyu gösterdi ve Cuma'yı öğretdi. Cumartesi ve Pazar'ı Cuma'ya tâbi kıldı. Bu sûretle onlar kıyâmetde de bize tâbi olacaklardır. Biz dünyâ ehlinin sonuncusu fakat âhiretdekilerin başıyız".
Diğer bir hadîs-i şerîfde de şöyle buyrulmuşdur, "Allahu Teâlâ Cuma günü altı yüz bin günahkarı azâd eder". Âhiretde Allah'ın kullarına ikrâm ve ziyâfeti de Cuma günüdür. Cumanın şerefini isbât için bu yeter.
Allah, cemiyyet-i ilâhiyyeye istidadı olan insanoğlunu da Cuma günü yaratmışdır. İnsan aynu'l-cem' makâmına da o günde erişir. Bu yüzden o gün dünyevî meşgûliyyetlerden uzaklaşmak ve nefsânî perdelerden kurtulmak için zikrullah koşmak emredilmişdir. Bundan sonra bekâ hâli gelir ki, o da tafsîl makâmında istikâmet üzere olmakla gerçekleşir. Çünkü cem' ile vukûf, Hakk ile halk, zât ile sıfat arasında perdedir. Kemâl ise hem Hakk'ın hem halkın hakkını vermekle gerçekleşir.
Yedinci gün Cuma günüdür ve Cuma günü Hakk'ın bütün sıfatlarıyla zuhûr ederek arşa istivâ etdiği zamandır. Ayrıca Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın zuhûruyla şafağı doğmuş olan kıyâmetin başlangıcıdır. Yahudiler için Cuma haftanın ilk günüdür. Çünkü onlar ehl-i mebde ve zâhirdiler. Hıristiyanlar için de ilk gün Pazar oldu, çünkü onlar rûhâniyyet ve bâtın ehli sayılırlar. Müslümanlar için ise Cuma son gündür. Çünkü onlar âhir zamanda gelmişledir. Son peygamberin ümmetidirler ve toplayıclık özelliği polan tevhîd ashâbıdırlar.
Cuma gününe bu ismin verilmesinin sebebi, bütün sıfatlarla sûret-i a'zamda zuhûr vakti olmasın.
Cemâatle namaz, sünnet-i müekkededir. Nitekim Peygamberimiz "Cemâatle namaz hüdâ sünnetlerinden yani doğruluk ve hidâyet kânûnlarındandır" buyurmuşlardır. Cemâatle kılınan namazın münferid kılınan namaza göre çok daha fazla ecri vardır. Nitekim Peygamberimizi, "Cemâatle kılınan namaz yalnız kılınan namaza göre yirmi yedi derece daha fazîletlidir" buyurmuşlardır.
Bir diğer hadîs-i şerîfde, "İmâmın tam arkasında durana yüz namaz sevâbı, sağında durana yetmiş beş, solunda durana elli, diğer saflarda duranlara da yirmi beş namaz sevâbı vardır" buyurmuşlardır.
Haberde vârid olmuşdur ki, Allahu Teâlâ cemâate rahmet inzâl eder. Bu rahmet-i ilâhinin ilki imâma, sonra onun arkasında durana, sonra onun sağındakine, sonra solundakine ve ikinci saflarda bulunanlara isâbet eder.
Saf bağlayıp namaz kılan mü'minler, nefs gibi harâmîlere, şeytan misilli hırsızlara karşı mücâdele etmek için birbirlerine destek olarak kenetlenmiş binâlar gibidir. Namaza duran cemâatin zâhirleri cemâat şartlarını taşıyarak bir araya gelirse, bâtınları da onlara uyar. Yani takvâ ve iyilik husûsunda birbirlerine karşılıklı olarak yardımcı olurlar. Cemâatden birbirlerine nûr ve bereket sirâyet eder. Hakk Teâlâ onlara melâike-i kirâmla manevî yardımlar gönderir.
İmâmın namazı fazla uzatmadan hafif kıldırması lâzımdır. Nitekim Peygamberimizi şöyle buyurmuşdur, "Biriniz halka namaz kıldırdığı zaman, namazı hafîf tutsun. Çünkü onların içinde hasta, zayıf, yaşlı yâhud bir sıkıntısı olan bulunabilir". Enes radıyallahu anh der ki, "Ben Resûlullah kadar namazı hafîf ve tam kıldıran başka birisini görmedim".
TENBÎH
Ey Hakk'a tâlib olan arkadaş! Senin bir iç, bir de dış dünyân var. Bir sûretin var, bir de ma'nân var. Amellerin de öyle. Onların da bir kısmı bedenî ve cismânî, bir kısmı kalbî ve rûhânî. Bunlardan birini yapıp birini terketmek emr-i ilâhîye muhâlefet etmekdir. Allah'ın emirlerine muhâlefetin sonu da hüsrândır. Hem zâhirin hem bâtının şartlarına riâyet etmek, insanın kemâl alâmetidir. Kemâl arzu ediyorsan, manevî derecenin yükselmesini istiyorsan, hem zâhirin hem de bâtının şartlarına uyman ve ibâdetlere koşman gerekir.
Namaz hem kalble hem kalıpla ilgili amelleri, hem cehrî hem hafî zikirleri toplayan ve kulu yüksek derecelere ulaştıran bir ibâdetdir. Şeyh Şihâbeddîn Sühreverdî der ki, "Bazıları namazdan maksadın sadece zikrullah olduğunu zannederek yanılmışlardır. Bunlar, "Zikrullahı tahsîl etdikden sonra namaza ne gerek var" diyerek sapıtmışlar, yanlış yollara düşmüşlerdir. Bir diğer zümre de dalâlete düşmemişdir ama nâkıs kalmışdır. Bunlar farzları kabûl etmişler fakat nâfilelerin faziletini reddederek aldanmışlardır. Namazın her rüknünde diğer hâl ve zikirlerde bulunmayan bir takım sırlar ve hikmetler bulunduğunu anlayamamışlardır. Amellerin de bir rûhu ve bir cesedi vardır. İnsanoğlu dünyâda bulunduğu müddetçe, ibâdete devâm etmelidir zîrâ amellerden yüz çevirmesi azgınlık ve isyânın ta kendisidir. Ameller hâller ile saflaşır, hâller amellerle güzelleşir.
Ey sâlih oğul! Senin sırât-ı müstakîm üzre olman ve Resûlullah'ın sünnetine bağlı bir yol üzre olman lâzımdır. Rabbimizin her emrinde nice maslahat ve hikmet vardır. "اَللّٰهُ الَّذ۪ي رَفَعَ السَّمٰوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ " . "وَالْاَرْضَ وَضَعَهَا لِلْاَنَامِۙ". Allah her şeyi kendi birliğine delîl kılmışdır. Allâmu'l-Kadîr olan Allah'ı tesbîh ederiz. O Allah ki rûh ile cesedi telif etmişdir. Rûh ve cesedin makamları ve menzilleri ayrı ayrıdır. Allah senin gönlünü tevhîd nûruyla aydınlatsın ve onu güzel haslet yıldızlarıyla süslesin. Allah senin kalb semânı inatçı şeytandan korusun. Cesed toprağını ibâdet bahçeleriyle süslesin ve uzun ömürlü eylesin. Cesed toprağını ilim ve marifet pınarlarıyla sulasın ve onu âfetlerden korusun. Basit bir tecellî nûruna aldanıp, terakkîden geri kalmasına fırsat vermesin. Yerin sükûnetinde, gökyüzünün hareketliliğinde, bütün sırları ve gizlilikleri bilen Allah'dan gayrı kimsenin bilmediği nice hikmetler vardır.
Kitâb-ı Hakiminde zeytin ile inciri yanyana zikrederek, insanlara irşâd yolunu gösteren Sâni'-i Hakîm'in irşâd uslûbuna dikkatle bakmak lâzımdır. Marifet inciri tatlıdır, rûhlar ondan lezzet alır. Nefs zeytini acıdır, salamura tuzuyla terbiye edilmeye muhtâcdır. Her ibâdetin bir keyfiyyeti, her işin de gizli bir hikmeti vardır. Onun için zâhir ve bâtına riâyetde pek çok faydalar vardır. Sen dâimâ uyanık ol, dikkatli ol, isteklerine esîr olma. İsteklerin seni Allah yolundan saptırabilir. Nefsine aldanıp nâkıs kalanlardan olmayasın. Dâimâ Allah'a yönelenlerin yolundan gitmeye bak. Çünkü Allah'a giden bütün yollar kapalı, yalnız seyyid-i kâinâtın Muhammed Mustafâ'nın isr-i pâkine bağlı olan yol açıkdır. Dînin ikâmesi için gayret göster ve ölünceye kadar Rabbine ibâdet et.